Hikmet Çetinkaya

Uçar ne, kaçar ne?..

30 Mayıs 2017 Salı

Dağların arasında vadi, ucunda masmavi gökyüzü, deniz...
Dağların arasında zeytin, erik, dut, ıhlamur ağaçları.
Esintili bir Ege sabahında hayata dair anılar topluyorum.
Hayatın sayfaları arasında geçen bir yaşam, var oluş, sevgiyi çoğaltmak.
Nice acıları içimizde topluyoruz.
Sessizliğin sesi oluyoruz...
Ülkeyi yönetenler neler söylüyordu bir yıl önce...
Temel hak ve özgürlükler, demokrasisi güçlü bir Türkiye...
Deniyordu ki:
Çağdaş bir dünyanın bir parçası olan Türkiye’nin özgürlükler açısından hak ettiği bir konuma getirilmesi, toplumumuzun beklentisidir.
Bireylerin hak ve özgürlüklerine saygı, demokratik siyasi bir rejimin toplum tarafından benimsenmesinin, toplumsal barış ve huzurun temel şartıdır.
Demokrasi hoşgörüye dayanan bir sistemdir...”
Gökyüzünde yıldızlar...
Ölümü değil hayatı düşünmenin zamanı.
Özgürlüğün bir yaşam biçimine dönüşmesinin...
Birey olmanın...
Hoşgörünün...
Yürek atışlarını duyuyor gibiyim bir Ege akşamında.
İzmir’in Özdere beldesinde dağların arasındaki bir vadide.
Binlerce yıllık kültürün boy verdiği topraklarda.

***

Buzulların arasında değil, insan sevgisinin var olduğu vadide hayat suyunu arar gibiyim.
Düşünüyorum...
İnsanlar ve halklar arasında korkunun ve düşmanlığın kini bitip tükenmiyor.
Çağdaş insan, düşmanlığın kaynağını, kökenini, gerekçesini, nedenlerini araştırıp bulan, körgüdülerine ve önyargılarına benliğini kaptırmayan kişidir.
Düşmanlığın kölesi olan kişi ilkelleşir.
Doğruyu düşünebilmek için zihin cimnastiği yapıp, kendini bir başkasının yerine koyacak, onun gibi düşünmeye çalışacaksın.
Kimdir o başkası?
Eşindir, çocuğundur, annendir, Türkiye’de yaşayan Rumdur, Arap’tır, Ermenidir, Kürt’tür, patronundur, karşıt partinin lideridir, gündelikçidir ya da bir başkasıdır.
İlhan Selçuk, 1991 yılında yazdığı bir yazıda şöyle diyor:
Evet, ya Kürt olsaydım!
Ne yapardım?
Çok yakınım, canım, ciğerim kafa yoldaşım Kürt dostlarım var; ama insan bir başka insana ne kadar sıcak olursa olsun, yüreğinde küllenen ateşi bilebilir mi?
Elbet bilemez...
Bağnazlık ve şovenizm, herkesin benliğinin bir köşesinde közlenir; sonra bir gün eşelenince ortaya çıkar.
Ben de çarkından geçtiğim eğitim mantığında, kimi zaman geniş ufuklu insanlık gerçeğini atlıyor muyum, görmezlikten geliyor muyum?

***

Bir Ege akşamındayım...
Gökyüzü lacivert atlası içinde hayatı kucaklıyor.
Örgütsel bütünlük içinde olaylara bakmak zorunda bulunanları bir yana ayırıyorum. O kişilerin düşünceleri, disiplin içinde oluşup gelişir, benimsenir ama tek başına karara varmak durumunda bulunan aydınlarımızın, gençlerimizin kişisel tutkular ve şişinmeler içinde büyük yanlışlıklar yapmaları olası değil mi?
Bilgece bir alçakgönüllülük içinde olaylara yaklaşmak, hem bir erdemdir hem kişiler ve saflar arasında yakınlaşmayı sağlamanın gereğidir.
Kitaplardaki yasaları kullanacak olan kişi, uçara ve kaçara nişan alan atıcı gibidir.
Uçar ne, kaçar ne?
Hiç durmadan değişen çevre... Dünya olayları... Savaşlar... Toplumsal koşullar... Üretim koşulları... Renkten renge giren dünya haritası... Dalgalanan koşullar...
Yaşamın her kesitinde benzeri olaylarla karşılaşırsın...
Okulda çarpım cetvelini, matematiğin kurallarını, temel hak ve özgürlükleri, geometrinin teoremlerini öğretirler öğrencilere.
Sıra problemlere gelince ne olur?
Kimi bir çırpıda çözer, kimileri zorlanır, ellerindeki anahtarları kullanamaz...
Tüm bunları, benzerlerini çevremizde görürüz...
Hayat böyle akıp geçer...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları