‘AKP bırakır mı’ sorusu bile yeter...

24 Haziran 2017 Cumartesi

Uzun yıllar Cumhuriyet’te birlikte çalıştığım arkadaşım Orhan Bursalı, ufuk açan yazılarını atlamadan ilgiyle, beğenerek okuduğum bir meslektaş. Perşembe günkü köşesindeki başlığa göz atar atmaz güldüm.
Öyle bir başlıktı ki yazının tamamını okuyup, cevabı almadan önce bile salt sorunun kendisiyle çok şeyi zaten kendiliğinden anlatıyordu.
Başlık şöyleydi:
“AKP kaybederse iktidarı teslim eder mi?”
16 Nisan halkoylamasında meydana gelenlerden sonra daha da bir anlam kazanan bu soruya herkesin vereceği yanıt değişik olabilir. Kimi “bırakır” kimi de “bırakmaz” diyebilir.
Ama bu konuda soru işaretinin bütün zihinlerde çengellendiği günümüz Türkiye’sinde izan sahibi olan kimse şunu söyleyemez:
- Bu da ne biçim soru?
Oysa, aynı soruyu, Fransa, Almanya, İngiltere’de daha da kişiselleştirerek, Macron, Merkel veya Theresa May için ortaya atsalar, kamuoyunda oluşacak ortak cevap aynen şu olacaktır:
- Bu ne biçim soru?
Hatta, gazetenin okurları, soruyu ortaya atan kişinin akli melekelerinin yerinde olup olmadığını bile sorgulamaya başlar.
Gerçekten Fransa’da bir gazetede “Macron kaybetse iktidarı teslim eder mi” sorusunun sorulabileceğini düşlemek bile mümkün değildir.

***

Bırakın bir yana Macron’u, 1958’de paraşütçülerin gösterileri üzerine asker dayatmasıyla iktidara gelmiş olan, “partiler rejimi”ne alerjisini her fırsatta açıkça dile getirmekten çekinmeyen General De Gaulle için bile böyle bir soru sorulmadı.
Kendisi için adeta kupon kumaştan özel biçilmiş giysi durumunda olan 1958 Anayasası’nın 11. maddesinde cumhurbaşkanına parlamentoyu atlayarak, doğrudan halk oyuna başvurma yetkisini alan De Gaulle, bırakın seçim kaybetmeyi, 1969 yılında, katılım konusunda halk oyuna sunduğu teklifin reddedilmesi üzerine, “bu bana güvensizlik ifadesidir” diyerek cumhurbaşkanlığı görevinden ayrılmıştı.
Sistemi ister parlamenter olsun, ister başkanlık bütün demokrasilerin en önemli ortak özelliklerinden biri de iktidar değişiminin tartışmasız ve sorunsuz olması konusunda zihinlerde hiçbir tereddüdün bulunmamasıdır.
Başka bir deyişle, bir rejimin gerçekten demokrasi olabilmesi için, yalnızca iktidarın kurallar çerçevesinde sorunsuz el değiştirmesinin yetmeyeceği, ama aynı zamanda bir de kimsede bu konuda en ufak bir tereddüdün bile var olmamasının gerektiğini söylemek mümkündür.
Türkiye’de kimsenin, örneğin Ecevit, Demirel için bu soruyu neden sormak gereğini duymadığını ciddi ciddi düşünmek zorundayız.
Tek parti yönetiminin de 1950 seçimleri ve ondan önce 1947’de 12 Temmuz beyannamesine kadar uzanan uygulamalarıyla, yalnızca iktidarın, sorunsuz el değiştirmesiyle yetinmeyip aynı zamanda tek parti rejiminden, çok partililiğe de sarsıntısız geçişin sağlamış olduğunu unutmamamız gerekir.

***

Bütün bu kazanımların tersyüz edildiği ve çok partililikten tek parti, hatta tek adama dönüş yapıldığı bir ortamda, bir de üstüne iktidarın sorunsuz el değiştirmesi konusunda tereddütlerin oluştuğu bir dönemde askeri vesayetin kaldırılmış olduğu savının da hiçbir geçerliliği kalmadığı ortadadır.
Esas olan vesayetin kalkmasıdır.
Önemli olan vasinin giysisinin üniforma ya da sivil elbise olması değil, vesayetin bizatihi kendisi olduğuna göre, hak ve özgürlükler açısından askeri vesayet ile sivil vesayet arasında herhangi bir fark yoktur.
Orhan’ın perşembe günkü yazısının sadece başlığında sorduğu soru bile tek başına bütün bu gerçekleri ortaya seriyor.
Sorunlar ancak, söz konusu başlıktaki soru anlamsız hale gelince çözülmüş olacaktır. Ne yazık ki şu anda o noktadan uzaktayız ve gittikçe daha da uzaklaşıyoruz.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları