Hikmet Çetinkaya

Ey özgürlük...

24 Haziran 2017 Cumartesi

Bahçede bir nar, ıhlamur bir de iğde ağacı...
Geceydi üşüyorduk...
Denize yakın mağaralarda hani bir susuzluk duyar ya insan, bir aşk hisseder ya yüreğinde, bir coşkuyla alevlenir ya evren, deniz kabukları gibi alır avcuna tutabilirsin hayatı.
Hayat böyledir işte...
Gözünü yumarsın aklına yaşanmışlıklar gelir. Kadına şiddet, kadın cinayetleri, tecavüz, çocuk gelinler ve onların acı öyküsü.
Bir bilinmedik yola çıkarsın kaygılarını yanına alarak.
Bir yanda ezen vardır öte yanda ezilen...
Yoksulluk diz boyudur.
Urla’da o yıldızlı gecede Çandarlı üzerinden esen poyraz yorgun Seferis’in anılarıyla buluşur.
Bir İyonya gecesindedir...
Nice acılar içinde düğüm olur, canın sıkılır.
Denize doğru bağırırsın:
“Ne ezen ne ezilen...”
AVM yangınları gelir, bilmem kaç metreden yere çakılan asansör...
Ölen işçiler...
Kadın işçilerin dramı...
Sonu gelmeyen bir yolculuktu bizimkisi, gecenin korkularıyla yoğunlaşan kıyılarında.
Deniz bir başka denize karışırken ben umut arıyorum kendimce...
Çocukların gözleri umutla bakmalı herkese...
Deniz başka bir denize karışırken, kuş cıvıltıları, o ruhları bir olmuş küreklerle, ıskarmozlarla yüzlerinin görüntüsünü kıran sulardaydık.
Çocuklarımız için kaygı çekiyor, onların geleceklerini düşünüyorduk.
Pırıl pırıl gümüş renkli sabahlarda uyanabilecek miydiler?

***

Tek derdimiz ne ezen ne ezilen insanca, hakça düzen istemekti...
Laiklik...
Demokrasi...
Özgürlük...
Barış...
Hukukun üstünlüğü...
Adalette eşitlik...
Kardeşçe bir arada yaşamak...
Din, dil, ırk, renk, mezhep ayrımı yapmamak...
Kemal Kılıçdaroğlu, bu nedenle Ankara’dan İstanbul’a yürüyordu elinde “Adalet” yazılı pankartla.
Beyaza durmuş eski evlerin, kızıla çalan çatılarında yıldızları yakalamaya çalışıyor, İyonya’nın uzun bacaklı, dar kalçalı, bakır yanığı, siyah saçlı kadınlarını yıpranmış gemilerin bordalarında arıyorduk...
Mavi ışıklarla yivlenen gökyüzü, yeşil ve mavi renkli posta pullarının baskınına uğramış kara orman düşleriyle öpüşürken, içinde dalgın yalvaçların boğulduğu gizli bir havuz karşımızdaydı.
O anda Benjamin Péret, Seferis’le buluştu...
Bahçedeki nar ağacına, ıhlamura, iğdeye baktım iç çekerek ağlıyorlardı.
Yaseminlerin kokusu sardı bir anda bedenimizi...
Oysa biz nice acılar görmüştük, nice hüzünler...
Nice aşklar yaşamıştık...
Derin bir gecenin içindeydik.
Başka bir ruhun derinliklerine dalmıştık.
Derin gecenin içinde aydınlığı bekler gibiydik...
Düş yorgunuyduk üstelik uykusuzduk.
Sunaklar yıkılmış, dostlar unutulmuştu...
Taştan uykudan gelen sesler yitik bitik bir yas yağmuru oluyor, sonra demir-çelik bir kan pıhtısına dönüşüyordu.
Gecenin orkestrasında bir flütü aldatan parmaklardan, hilebazların ve iğnedenliklerin parmaklarından maviye çalan İyonya bize göz kırpıyordu...
Delice gülmeye yıldızlarda katılıp şarkılar söylediler:
“Özgürlük sen ne güzel şeysin!”
Geceydi...
İyonya uykuya dalmıştı...
Üşüyorduk...
Yıldızlar bize küsüp gitmişti.
Öyle çok şey geçip gitmişti ki gözümün önünden; sonunda gözlerimiz hiçbir şey görmez olmuştu.
Burada bitiyordu denizin ve aşkın yapıtları...
Ufukta üç çift kırmızı güvercin uçuyor, alın yazımızı çiziyordu...
Urla’da o gece Seferis’le buluştuk.
Ve sabaha dek konuştuk.
Dedi ki:
“Temel insan hak ve özgürlükleri insanlığın yüz yıllar boyu süren mücadelesi sonucu elde edilmiş kazanımlarıdır.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları