Kendinden korkmak

09 Temmuz 2017 Pazar

Kürdistan tabiriyle “antropolojik” çerçevede tanışır tanışmaz, çiçeği burnunda bir sosyal bilimci olarak adeta ölümlerden ölüm beğenmeye başlamam da bir oldu!.. Ortadoğu toplumları ve kültürleri üzeri
ne Londra’da lisansüstü çalışma yaparken gerçekleşti bu tanışma. Hollandalı antropolog Martin Van Bruinessen’in 1978’de yayımlanmış “Agha, Shaikh and State – On the Social and Political Organization of Kurdistan” (Ağa, Şeyh ve Devlet – Kürdistan’ın Sosyal ve Politik Örgütlenmesi Üzerine) başlıklı kitabı aracılığıyla...
Kitap, yazıldığı dönemde SSCB, İran, Irak, Türkiye ve Suriye ulusdevletlerinin “siyasi” hükmü altındaki bir “kültürel” coğrafyada hayatın akışına, bu coğrafyaya içsel (ağalar, şeyhler) ve dışsal (belirtilen devletler) iktidar dinamiklerinin birbiriyle ilişkileri üzerinden tarihten bugüne ışık tutma girişimiydi (Kitabın 1992’de genişletilmiş ve geliştirilmiş baskısının çevirisi için bkz. “Ağa, Şeyh, Devlet”, İletişim, 2003).
Siyasal-antropolojik bir başyapıt olan bu çalışmanın adındaki “Kürdistan” ifadesini, 12 Eylül darbesinin hâlâ siyasal atmosferi belirlediği 1980’ler Türkiye’sinden, “Kürt” sözcüğünün “kart-kurt”la irtibatlandırıldığı; Kürtçenin bir dil olarak yasaklandığı; Kürtler’in de “Dağ Türkleri”nden ibaret sayıldığı bir iklimden çıkıp gelmiş bir öğrenci olarak karşımda buldum.
Benim ülkemde siyaseten “Kürt”ten bahis mümkün değilken, kültürel-antropolojik çerçevede “Kürdistan”dan bahseden çalışmalardan haberdar ve bilgilenir oldum.
O zamanlardan bugüne de tabiri bu çerçevede yeri geldiğinde kullanmaktan kaçınmadım.
Malûm olduğu üzere bir ara o göstermelik “Barış Süreci” paralelinde Kürtçe yayının bile “resmileştiği” konjonktürde bu türden sözcük takıntılarının aşılması yönünde de hava estirildi. Ancak yine malûm ki yakınlarda (özellikle “7 Haziran”dan rövanş alırcasına düzenlenen) 1 Kasım 2015 seçimleri sonrasında ve “terörle mücadele” konsepti eşliğinde bunlar tekrar “dil yakar” hale gelmiş bulunuyor.
Bunun somut bir göstergesi olarak önceki günkü Cumhuriyet’te Selda Güneysu arkadaşımızın haberinden öğreniyoruz ki AKP ve MHP’nin üzerinde uzlaştığı Meclis İçtüzüğü değişiklik teklifinde, milletvekillerinin Meclis’te yaptıkları konuşmalarda “Kürdistan” demeleri durumunda para cezasına çarptırılmaları öneriliyor.
Kürdistan tabirini “siyasi” vurguyla Türkiye parlamentosunda kullanmayı engelleme hedefine yönelik bu önerinin daha genel bir yasak ve cezaya evrilmesi de kuvvetle muhtemeldir.
Vurgunun coğrafi mi, beşeri mi, kültürel mi, antropolojik mi, ideolojik mi, politik mi olduğuna hiç bakmaksızın “Kürdistan” diyen herkesin dilini koparmaya kadar gidebilecek bir sürecin önü açılabilir.
Olur mu olur, ama şu noktayı hatırlatmadan da geçmeyelim:
Kürdistan tabirine neyi reva görüyorsanız, aynısının birileri tarafından da “Türkistan” tabirine reva görülebileceği aklınızın bir köşesinde bulunsun!..
Türkistan nasıl Türklerin köken aldığı ve yaşadığı yer, coğrafya, toprak parçası anlamına geliyorsa, Kürdistan da Kürtlerin köken aldığı ve yaşadığı coğrafya anlamına geliyor.
Siz Türkistan’ı da, “Doğu Türkistan”ı da rahat rahat telaffuz ederken “Kürdistan”ı Türkiye’de yasaklarsanız, mukabil yasaklara rahatlıkla bahane ve zemin hazırlarsınız.
Çünkü “Türkistan” dediğiniz yerde de bir dolu siyasi birimden, yani farklı ülke ve devletlerden geçilmiyor.
Türkistan’ın batısı, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Kırgızistan, Kazakistan arasında bölüşülmüş durumda.
Bunlar zaten “Türk” diyorsanız, sakın unutmayın, birbirlerine girdiklerinde Nuh diyor, “soydaş” demiyor hiçbiri!.. (Sözgelimi Kırgız-Özbek çatışmasında Kırgızların bir Özbek bebeğine kıyıp onu kasap çengeline asarak üzerine “Özbek eti” yazmış olduklarını bir kenara not edin!)
Türkistan’ın güneyi Afganistan sınırları içinde. Ayrıca “İran Türkistanı” da var.
Ama bizim için en hassası, Çin’in siyasi kontrolü altındaki “Doğu Türkistan” tabii.
Çin, oraya “Sincan” diyor (Sincan Uygur Özerk Bölgesi), ama siz “Doğu Türkistan” diye haykırıyorsunuz!
Daha iki yıl öncesinde yaşananları da hatırlayın: Çin’in Uygur Türklerine yönelik baskıcı, kısıtlayıcı uygulamalarına nasıl tepki göstermiş, “Orası Doğu Türkistan” diye kıyametler koparıp İstanbul sokaklarında pataklamadık Japon, Koreli (çekik gözlü) bırakmamıştınız!..
Türkistan tarihsel, kültürel, beşeri bir coğrafi realite olarak var mı, evet var.
Kürdistan da bir beşeri-coğrafi ve tarihi-kültürel realite olarak var.
Bizim “siyasi coğrafya” olarak bir ülkemiz var ve adı Türkiye. Onun içinde de (nasıl İran’da bir “İran Türkistanı” varsa) “kültürel” anlamda ve özellikle akademik terminolojide sıklıkla kullanıldığı üzere bir “Türkiye Kürdistanı” var. Bu daha doğru bir deyişle “Türkiye’nin Kürdistanı”dır ve ayrışma ya da bölünme değil zenginlik, “çokluk içinde birlik” aksettirir.
Buna demokratik bir siyasi olgunlukla yaklaşmak gerekir.
Onu telaffuzdan kaçınmak ve dahi yasaklamaya kalkışmak, asıl bu, “kendinden korkmak”tır. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları