Destan gibi savunma!

26 Temmuz 2017 Çarşamba

Cumhuriyet Davası”nın ilk günkü duruşmasını baştan sona izledim.

Halimi, efkârımı, hissiyatımı kucaklamaya kelimeler kifayetsiz kalıyor.

Sözgelimi bir yana bakıp “utanç” desem, “onur” eksik kalıyor!..

İlk gün duruşmasında Kadri Gürsel, Akın Atalay ve Musa Kart’ın savunmalarını dinledikçe, ortalıkta iddianame diye bir “ucube”nin dolaştırıldığı bu toprağa ait olmanın utancını duydum.

Ama öte yandan gazetemin üç yüz akının savunma başlığı altında döktürdükleri “şiir”in de yazılabildiği aynı toprağa aidiyetten onur duydum!..

***

Bir kutuptan karşı kutba sarkaçsal salınım içinde seyrüsefer yapan hissiyatımı neyle anlatsam kesmiyor.

Acı” diyecek olsam, “gurur” eksik kalıyor!..

Yayın danışmanı” ile “basın danışmanı” arasındaki fark konusunda dahi kafası bulanık bir hukuk zihniyetinin ülkenin kaderine hâkim olması karşısında içimi acı kaplıyor.

Fakat sadece kendisini değil, sadece haksız yere tutuklu diğer arkadaşlarımızı ve gazetemiz Cumhuriyet’i de değil, hak, hukuk, adalet, demokrasi ve özgürlük umuduna kanat çırpmak isteyen bu ülkeyi, Türkiye’yi savunduğu söylenebilecek Akın Atalay’ın;

Pürüzsüz, telaşsız, rahat ve berrak konuşmasında yansıma bulan hukukçuluğuyla da gururlanıyorum!..

Yukarıda üç arkadaşımızın savunması da aslında bir “şiir”di dedim. Ama Akın’ın yaklaşık 5 saate yayılan savunmasının baştan sona bir “destan şiir” mahiyetinde olduğunu da eklemeden geçemem!..

Akın’ın savunması, bir “Cumhuriyet Destanı” idi sanki!..

***

Duruşmayı izledim, efkârım, hissiyatım, hassasiyetim tarifsiz ve gelgitli.
Trajedi” desem “komedi” eksik kalıyor!..

Bir mahkeme üyesinin, “IŞİD, FETÖ, PKK ya da DHKP-C’yi terör örgütü olarak tanımlıyor musunuz” şeklinde anayasa ihlali de içeren ve Akın Atalay’ı kamuoyu nezdinde küçük düşürmekten öte anlam taşımayan sorusunun trajikliği bir yanda…
Mahkeme başkanının yine Akın’a yönelik “Kurtlar Vadisi’ndeki Polat Alemdar gibi, her taşın altından Akın Atalay çıkıyor diyorlar, bu kadar etkili misiniz” sorusunun sevimli komikliği diğer yanda…

Ama elbette duruşmada en çok yüzümüzü güldüren, beklenebileceği gibi Musa Kart oldu. Musa, davanın karikatürünü şu sözlerle bir çırpıda çizip önümüze koydu:

“Bu kadar gülünç bir iddianame üzerine espri yapmaktan kaçındım, çünkü bilirsiniz bizde bir söz vardır: Düşene vurulmaz!..”

***

Ne desem, neyle tanımlasam duruşmada ortaya çıkan tabloyu, olmuyor, yetmiyor.
İzansızlık” desem, “vicdansızlık” eksik kalıyor!..

Bir yanda Akın’ın savunmasında kaydettiği, Işık Üniversitesi’nin gazetemizdeki 1000 liralık ilanını “İpek Üniversitesi”nin sayıp/sanıp, yani “Işık”la “İpek”i zihnen sürçtürüp FETÖ suçlamasında bulunma izansızlığı…

Diğer yanda Kadri’nin savunmasında kaydettiği, Mehmet Altan’ı babası Çetin Altan’ın vefatı sebebiyle başsağlığı için telefonla aramanın dahi suç delili yapılmasındaki vicdansızlık!..

***

Evet, evet, hislerim karmaşık, zıt ve gelgitli…

Sıkışıklık” desem, “ferahlık” eksik kalıyor!..
Bu memleketin medar-ı iftiharı “12 Güzel Adam”, 9 ay korkunç bir haksızlığın kurbanı olarak sevenlerinden, çoluk çocuklarından koparılmışken gündelik hayatı hâlâ hayhuy içinde sürdürebiliyor olmamızın yarattığı eziklik, rahatsızlık, sıkışıklık…
Ama aynı zamanda aylar sonra nihayet onlara seslenebilmenin, dokunabilmenin, sarılabilmenin mutluluğu…

Ve Ahmet’in (Şık) o pırıl pırıl gözleri, canlı ve neşeli yüzüyle bana seslenişi: “Cadılar yazısı harikaydı, çok güzeldi!..”

Böylece sıkışıklığın kaybolup mahcup bir ferahlığın öne çıkması!..

***

İşte böyle!

Cadıların davası”, daha doğrusu “Destanı” başladı, devam ediyor!..  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları