Çiğdem Toker

CHP’nin Kayıp 4 Yılı

11 Haziran 2014 Çarşamba

“Bizim nereden geldiğimiz çok önemli değil, nereye gittiğimiz önemlidir. Diyarbakır’a daha önce az geldik. Diyarbakırlıların sorunlarını yeterince dinlemedik, haksızlık yaptık belki. Bizim kusurumuz olabilir ama telafi edeceğiz.”
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, genel başkan seçildiği kurultaydan altı ay sonra gittiği Diyarbakır’da yaptığı bu kritik özeleştiri, ertesi gün pek çok gazetenin manşetindeydi.
Söylendiği ana tanıklık ettiğim bu sözlerin üzerinden dört yıla yakın zaman geçti.
O geziden en çok aklımda kalan diğer bir anekdot ise CHP otobüsünün, “hiç değilse taşlanmamasının”, bir teselli olarak dile geldiği o tuhaf ümit duygusuydu.
Köprülerin altından çok sular aktı.
Kılıçdaroğlu’nun, Diyarbakır’a “üçüncü yol” sloganıyla taşıdığı “yeni CHP”si, bugün umut yaratan bir sayfa açmaktan artık çok uzak.
“Parti içi güç savaşları”, “zemin kaybı” korkusu başta olmak üzere, bu başarısızlığın nedenleri başka bir analizin konusu.
Ne var ki Lice’deki kalekol inşaatını protesto eden silahsız halka açılan ateş sonucu iki kişinin yaşamını yitirmesinin ardından Türk bayrağının indirilmesi; Türkiye’nin bir numaralı sorununun gerçekte ne olduğunu bir kez daha önümüze koydu işte.
“Lice olayı”, en yaşamsal meselenin ne olduğunu bir kez daha vurgulamakla da kalmadı:
Her seçim öncesi, daha fazla oy için yeniden ürettiği gerilim söylemine artık alıştığımız Başbakan Erdoğan’a bir kez daha “milliyetçi taban”ı konsolide etme “fırsatı” sağladı. Kâh Hrant Dink’in katili Ogün Samast’ın eline jandarmanın tutuşturup “gurur pozu” verdiği; kâh Rıza Sarraf’ın, iktidar TV’sine çıkıp cari açığı kapatmakla övündüğü nutkunun arkasına fon olarak konulan “Türk bayrağı” hassasiyeti üzerinden üstelik....

***

O “ümitli” günlerdi. Kılıçdaroğlu’nun havaalanına iner inmez ziyaret ettiği “Taksici Reşo”, CHP liderinden “yeni anayasa” istemişti.
Bugün her ikisinin “yokluğu” bile ne çok şey anlatıyor:
“Yeni anayasa” aylar süren ve çok emek, kaynak, enerji harcanan bir sürecin ardından kadük oldu.
Efsane taksici “Reşo” ise artık hayatta değil...
Kılıçdaroğlu söz verdiği gibi bu gezileri sistemli olarak sürdürse; bölgedeki CHP varlığını güçlendirme iradesini gösterebilse bugünkü tablo daha farklı olabilirdi.
“Ana aktör”lük için geç kalınmış olsa dahi, yakından bakarak sahiplenen, barışçı ve demokratik bir iklim için gösterilecek samimi çabalar karşılığını bulabilirdi. Gerek “yeni başlangıç”ın sağladığı o dinamik güç, gerekse partinin 20 yıllık geleneğiyle bu potansiyel mevcuttu. Gelgelelim -yaygın olarak bilinen- 1990 tarihli SHP raporunun dışında; Kürt meselesinin irdelenip çözüm yollarının önerildiği; “parti programı”, “hedefler bildirgesi”, “koalisyon protokolü” gibi tam 11 metin, bugün “arşiv değeri” taşımaktan öteye geçmiyor yazık ki.
Barış sürecinin, karşılıklı taktiksel hamlelerle “PKK-HDP-AKP” üçgenine ve konjonktürel kazanımlara sıkışması uzun dönemde, bizi nasıl bir geleceğin beklediğini bilmemek anlamına geliyor.
Kısa dönemde yarattığı iklim ise korkutucu olan bir soruda somutlaşıyor: Cumhurbaşkanı seçimine kadar geçecek olan süreçte daha kaç hayat sonlanacak?
Kılıçdaroğlu’nun, dört yıl önce verdiği “daha sık ziyaret, daha çok sorun dinleme” sözünü yerine getirememesi yapılacak bir şey kalmadığı anlamına gelmiyor.
“Sosyal demokrat” bir parti olarak CHP’ye daha da gerginleşeceği anlaşılan Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde kritik bir görev düşüyor:
Bir var olma biçimi olarak düşman dilini çoğaltanlara, savaşı övenlere karşı barıştan yana bir tutum ve dil.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hoşça kalın 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları