Olaylar Ve Görüşler

ÜMİT KARDAŞ - OHAL’in hak ve hukuku

24 Ekim 2017 Salı

Darbeciler ve terörle mücadele gerekçesiyle özellikle gazeteciler, akademisyenler ve kamu görevlilerine yapılan gözaltı ve tutuklamalarda masumiyet karinesi, suç ve cezanın şahsiliği, savunma ve adil yargılanma haklarına riayet edilmiyor

Siyasi iktidara ve parlamentoya yönelik darbe girişiminde bulunanlar açısından 15 Temmuz 2016’da gerçekleşen bir suçüstü durumudur. Bu girişimde bulunanların sübuta eren fiilleri bakımından adil bir yargı sürecine tabi tutularak cezalandırılmaları gerekir. Bunların dışında darbe girişiminin azmettiricileri ve iştirakçileri de bulunmalı ve yargılanmalıdır. Bu kaydı düştükten sonra 20 Temmuz 2016’dan bu yana devam eden OHAL uygulamalarında yargının işleyiş süreçlerini temel hak ve özgürlükler, hukuk güvenliği ve evrensel hukuk kriterleri açısından değerlendirmek gerekir.

Sivil ölümler
Gazetecilik faaliyeti üzerinden yazı, haber ve tweet’ler delil olarak gösterilerek çok sayıda gazetecinin tutuklanması, terör örgütü üyeliği ve darbe teşebbüsü suçundan delilsiz iddianameler düzenlenmesi, tutukluluk sürelerinin kanuni dayanağı olmadığı halde uzaması, sivil ölüm anlamına gelen ve 1876 yılında kaldırılan genel müsadere sonucunu doğuran kapsamlı el koymalar yapılarak eş ve çocukların sivil ölüme mahkûm edilmesi, avukatın şüpheli veya sanıkla görüşmesinin kamera kaydına alınarak ve yanlarında bir görevli bulundurularak savunma hakkının sınırlandırılması, adil yargılanma hakkının açıkça ihlal edilmesidir.

Vahim noktadayız
Yine iş insanlarının yaptıkları iş ve meslek örgütlerine üye olma, akademisyenlerin de akademik faaliyetleri üzerinden aynı şekilde mağdur edilmeleri, delil olmadan terör örgütü üyesi olarak suçlanmaları, uzun süre tutuklu kalmaları ve mallarına el konulması söz konusu. Son olarak insan hakları temsilcilerinin tutuklanıp haklarında delile dayanmayan iddianame düzenlenmesi, durumun geldiği vahim noktayı gösteriyor.

Adil yargılama hayal
Ayrıca binlerce kamu görevlisinin herhangi bir adli soruşturmanın sonucu beklenmeden istihbarat bilgilerine dayanılarak görevlerinden uzaklaştırılmaları, bu işlemlere karşı idari yargı denetimine gidilememesi, bu kişilerden önemli bir kısmının tutuklanması ve bütün mallarına ve gelirlerine el koyma tedbirinin uygulanması süreçleri yaşanıyor. İç hukuka da evrensel hukuka da uymayan bu uygulamalar, ifade ve medya özgürlüğünü, çalışma ve iş yapma özgürlüğünü, akademik özgürlüğü, hukuk güvenliğini, adil yargılanma hakkını ihlal anlamına geliyor.
Darbeciler ve terör örgütleriyle mücadele gerekçesiyle özellikle gazeteciler, iş insanları, akademisyenler ve kamu görevlilerine ilişkin yürütülen soruşturmalardaki gözaltı ve tutuklamalarda masumiyet karinesi, suç ve cezanın şahsiliği, savunma ve adil yargılanma haklarına riayet edilmiyor.

İhlallerde zirvedeyiz
Yapılan gözaltılar MİT’in düzenlediği listelere göre yapıldığından yani delilden sanığa gidilmediğinden en baştan hukuka aykırı. Gözaltında yapılan keyfi ve aşağılayıcı muameleler, tutuklama nedenleri somutlaştırılmadan yapılan tutuklamalar, tutukluluk halinin devamı kararlarında hukuki hiçbir değeri olmayan klişe olarak tekrarlanan ve dosyayla somut bağlantısı olmayan gerekçeler, infaza dönüşen uzun tutukluluk süreleri, avukat görüşmelerindeki kısıtlamalar söz konusu ilkelerin ihlalinde zirveye gelindiğini gösteriyor.

Anlamsız gerekçeler
Mesela tutukluluk halinin devamına ilişkin kararlarda başkalarının kaçmış olması, kaçmayıp tutuklanan kişiler bakımından devam gerekçesi gösterilerek şahsilik ilkesi ihlal ediliyor. Yani “onlar kaçtığına göre siz de kaçarsınız” yaklaşımı, bir gerekçe olarak kullanılıyor. Oysa AİHM içtihatlarına göre kaçmanın şahısla ilgili somut kanıtlarının dosyada bulunması gerekiyor. Gerçekten hastalığı ve yaş durumu nedeniyle cezaevinde kalamayacak tutuklular dahi tahliye edilmiyor. Diğer tutukluların çoğunluğu ise delil olmamasına rağmen ağır ceza tehdidi ile karşı karşıya.
Bütün bunların dışında hakim teminatının ortadan kalktığı açık. Bu teminat hâkimlere değil yargılan kişilere tanınmış bir güvence. Yargılan kişilerde ve avukatlarda bu anlamda bir güvensizlik oluşmuş durumda. Mesela 31 Mart 2017’de gazetecilerle ilgili görülmekte olan bir davada mahkeme heyeti 21 tutuklu sanık hakkında tahliye kararı verdi. Medya mensubu bazı kişilerin kışkırtıcı ve yargıyı tehdit eden mesajlarından üç gün sonra heyetin tamamına ve savcıya görevden el çektirilerek açığa alındılar. Tahliye edilen sanıklar da aniden başka suçlar icat edilerek tahliye olmadan tekrar gözaltına alınıp tutuklandılar. Bu görülmemiş bir skandaldı.

Masumların hukuku
Hâkim bağımsızlığı önce iktidara ve parlamentoya karşı korunmakla birlikte medyaya karşı da korunmak zorunda. Bürokratik kurumların özellikle istihbarat örgütlerinin yargıyı yönlendirmesi, istihbarat bilgilerini delilmiş gibi sunması ve mahkemelerin bunları delilmiş gibi kabul etmesi, hukuk güvenliğini yok eder, yargıyı güvenilir olmaktan çıkarır. Özellikle siyasi suçlarda bu durum bütün eleştiri, protesto ve muhalefet etme hakkının yok edilmesi sonucunu doğurur. Ceza muhakemesi hukuku, suçlulardan çok masumların hukukudur. Çünkü tüm özgürlüklerimizin ve haklarımızın kısıtlanması bu kanunla mümkün oluyor.
Ceza muhakemesi hukukunun evrensel anlamda uygulanıp uygulanmadığı hususu insan hakları bakımından bir ülke için medeniyet, gelişmişlik ve hukuk güvenliği kriteridir.

İşlevsiz AYM
15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişimine iştirak edenlerin dışında kalan ve yukarıda durumları belirtilen kişiler için suçun manevi unsuru olan kastın tespiti bakımından suç tarihinin 15 Temmuz 2016 tarihinin kabul edilmesi hem hukuki hem de vicdani olacaktır.
Anayasa Mahkemesi’nin başvurular karşısında kendisini fiilen işlevsiz duruma getirmiş olması, kişilerin hukuk güvenliğini teminatsız bırakmış durumda. Hukuk camiasının da iyi bir sınav vermediği ortada. İktidarın telaş, korku ve öfkeyle yaptığı bazı uygulamaların toplumsal barışı ve hukuk güvenliğini tehlikeye soktuğu açık. Hukukçuların sorunlu alanlarda görüşlerini dile getirmeleri önemli. Tabii iktidarın bu görüşleri değerlendirmesi de.
Aileleri ve çevreleriyle birlikte bir milyonu aşkın insanı trajik sonuçlar yaratacak şekilde mağdur etmek insan haklarını, toplumsal barışı ve birlikte yaşama iradesini yok etmek demek

ÜMİT KARDAŞ
Emekli askeri yargıç



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları