Hikmet Çetinkaya

Bir hükümlünün düşsel yolculuğu...

05 Kasım 2017 Pazar

Yağmur mu yağıyor dışarıda yoksa kar mı, fırtına mı var, gökyüzü maviyi mi kuşanmış bilmiyorsun!..
Bembeyaz masallarda evrenin gökkuşağı rengine kin ve korkuyu salanlar senin düşsel yolculuğunu hiçbir zaman engelleyemediler!..
Sen o sırada deniz kıyısında yürüyordun, sen o sırada Lizbon’da siyah gözlü, siyah saçlı, uzun boylu bir kadınla kırmızı şarap içiyordun... İçinde taptaze bir sevimlilik vardı...
Gençlik günlerine döndün...
O soluk fotoğraflarda kış güneşinin ortasında kalan bir güzellik, solgun kamelyaların ve karanfillerin dokunulmazlığına benziyordu...
Kan tutmuş anıların içindeydin...
Eşsizdin sen; bütün çıplaklığına sarınmış; bir orman yangınındaki ağaçlar gibi onurlu ve korumasız...
Bir kadın düşünüyordun, aylardır tutuklu kaldığın koğuşun içinde...
Kadın kırlangıçlarla yer değiştirirken gecenin kanat çırptığı derin gözlerini arıyordun...
Kimi zaman Nâzım’ı, kimi zaman Kemal Türkler’i, kimi zaman Doğan Öz’ü anımsayarak geçiyordu yıllar...
Yirmi beş yıl öncesinin eli kanlı katilleri televizyon ekranlarındaydı ama sen seyredemiyordun olup bitenleri!..
Nâzım’ı anlatıyorlardı!..
Sen içeride ben dışarıdaydım...
Ben çok iyi bilirdim içerisini...
Cesare Pavese’nin dizelerinde, kıvrımlar yansıtan bir aynayı görüyor ve soruyordum:
Bir boş söz, bir kesik çığlık; bir sessizlik olacak gözlerin; bizler de öğreneceğiz senin yaşam olduğunu, hiçlik olduğunu...

***

Sen gökyüzünü göremiyorsun!..
Ben, Gediz Ovası’ndan geçiyorum...
Sis Yunt Dağı’nın eteklerinden bir bulut gibi kalkıp gidiyor...
Salihli’de Kurşunlu banyolarında, sabahın köründe Bozdağ’dan gelen suyun sesiyle uyandım...
Hava pek soğuk değildi!..
Şair sanki seni anlatıyordu:
Sana sonsuzluğu anlatıyorum
bütün dillerde
aynı anlama gelen sonsuzluğu
Sonsuzluğun içinde yürüyordun sen...
Yüzünde işkence izleri vardı...
Dedim ya şair seni anlatıyordu:
vakitli vakitsiz
zamana savurduğumuz söz
çoğu kez
dip notudur yalnızlığımızın
Henüz ranzadan inmemişsindir sen!..
Gardiyan gazetelerini getirmemiştir!..
Ellerim ceplerimde yeşil bir vadide dolaşıyorum...
Eski dostlarla sabaha yakın bir saatte eski mevsimler içinde umuda doğru yolculuğa çıktık...
Sordum kendi kendime:
“Yaşam nedir?”
Gece yarısı hüzünleri topladık Salihli’de dolaşırken o bitmeyen çocukluğumuzu yaşadık...
Uğur Mumcu için türküler söyledik, seni konuştuk uzun uzun, sevgiyi, insanca yaşamayı adın gibi duvarlara kazıdık...
Gülün tam ortasında ağladık Cemal Süreya gibi...

***

Bir pazar sabahı içinde büyüyen sıkıntıyı at bir kenara!..
Düşlerin ağırlaşmış dünyasında bilir misin aşk ve şiir her şeydir!..
Unutma kaybolan dalgalardaki suların çiçeğini, umudun boy verip sevinçle buluştuğunu!..
O gece seni anlattım onlara!..
Bir gün dışarıya çıktığında göğe bak, hem maviyi yakalayacaksın, hem de aşkı!..
Aşk yaşamdır, unutma!..
Bir hükümlü de olsan sen insansın ve insan gibi yaşayacaksın!.. Sana insanca yaşamayı çok görenlere kızsan, öfkelensen bile boşver, yaşamı çoğaltmaya çalış...
Unutma, yaşam küçük öykücüklerle doludur!..
Bir orman yangınındaki ağaçlar gibi, onurlu ve korumasız!..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları