Hikmet Çetinkaya

Elde var hüzün...

09 Kasım 2017 Perşembe

Ateşin sıçradığı yerde bir adam uyuyordu...
O saatlerde susmak rüzgâr çığlığı gibiydi ve sıkıntılı bir bulutun unutulmuş aşklar bahçesinde dolaştığı belliydi...
Haydarpaşa Garı’nda o sabah görmüştüm adamı...
Sonbahar önce ağaçlara vurmuştu ilk darbesini, sonra adama!..
Hani, Oktay Rifat’ın “Sonbaharda Buluşma”sı vardır ya, “bulut urbalar toprak galoşlar giydim”;
Sevdalı, deli; yapraklı yollar gibiydi adam...
Az sonra Eminönü vapuru kalkacaktı...
Adamın gözleri masmaviydi...
Ben, onu uzaktan seyrediyordum...
Eski bir güneşe doğru bakar bir hali vardı uyandığında; zamansız terk edilişlerden yorgun düşmüştü bakışları...
Dün sabah uyandığımda ateşin sıçradığı yerde uyuyan ve sonra uyanan adamı anımsadım...
Sonbahar geçmiş, kış gelmişti...
Yorgun kış bahçelerini anımsadım, tam bir yıl önce mavi gözlü başka bir adamın Tarabya’da siyah saçlı kadınla tartıştıklarına tanık olmuştum...
Hüzünlü bir yakarış vardı adamın gözlerinde...
Kadınsa hiç umursamıyordu!..
Adam, kadının elini tutmuştu tartışma sürerken...
“Sen beni terk etsen de ben senin peşini bırakmayacağım.”
Tam o sırada güneş ve gökyüzü sanki alev alev yanıyordu...
Bense bir sesle irkilmiştim:
Öyle sevdalar vardır, biter biter başlar;
Buruk tatlar vardır, ağızda sürüp giden;
Bir aşka vuran güneş kolay batmıyor.

***

Kör bir uykunun içinde ışıkları olmayan geceler siyahın ortasına damlamış bir yeşile benzer!..
Hüzün, coşku, acı, sevinç, umut ve umutsuzluk!..
Behçet Necatigil’in “Sevgilerde” yakaladığı gizli bahçelerde açan çiçekler mevsimlerin telaşlarında çabuk büyürdü eskiden...
Haydarpaşa Garı’nda gördüğüm adam, Tarabya’daki kadın ve erkek çekingen, tutuk aşkların, terk edilişlerin türküsünü söylüyorlardı bana sorarsanız...
Baharla uyanan ağaç nasıl dal dal açarsa, gizli tazeliğin türküsü, aşk denilen o sözü göz kamaştırıcı bir ışığa dönüştürür...
Aşk büyürse eğer tıpkı bulutları arasından gözüken aya benzer!..
Bit, dersin bitmez!..
Git, dersin gitmez!..
O zaman ister istemez Özdemir Asaf gelir aklınıza:
Sana gitme demeyeceğim
Üşüyorsan ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar
Yanımda kal.
Bir iç çekiş vardır insanın yüreğinde, kuru bir ayaz ya da fırtına!..
Kadın, “Son kez geliyorum buraya” der, kaçışın hazırlığı içindeyken. İçindeki acı bir düğüm olduğu halde hiç belli etmez...
Zaman acımasızdır.
Anlatılması güç dayatmalar o kaçışı hızlandırır...
Sanırım o sırada en güçlü yanıt Cemal Süreya’dan gelir:
Bende tarçın sende ıhlamur kokusu
Az mı dolaştık başkentin sokaklarında
Ama işte şölenin kaçınılmaz acısı
Bizim payımıza düştü sonunda
Aşkımız şimdi görklü bir hayatın
Yabancıya berbat çevirisi
Sen metinde üç beş satır atladın
Ben geçmiş zamanda doldurdum fiilleri

***

Ateşin sıçradığı yerde uyuyan adam, Tarabya’daki kadın ve erkek acaba şimdi neredeler?..
Işığın tutkusuyla kırılmış yaşam, hayatın içindeki küçük öykücükler, yalnız aşkta rastlanan o seçkin nokta geriye kalan tüm kelimeleri alıp götürür Cemal Süreya’nın dizelerinde...
Cemal Süreya, “Unutma ki” diyor ve ekliyor:
“İnsanlarımız gibi aşkımız da kazılarla bulacak kendi güneşini.”
Gökyüzü mavilere kuşanmış ve beni kış güneşiyle buluşturuyor!..
Diyorum ki:
“Ağzının şafağında volkan gülleri hiç solmasın, korkunç güzellik halkların havasına yayılsın ve aşk hiç bitmesin!”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları