Emrah Kolukısa

Doğu Ekspresi 43 yıl sonra geri geldi

14 Kasım 2017 Salı

Polisiye severler Sherlockçular ve Poirotcular olarak ikiye ayrılır desek çok da yanılmış olmayız. Her ikisi de sevilir aslında polisiye âleminde ama herkesin tek bir favorisi vardır ve o noktada tartışmalar da sabaha kadar sürer, arada kavgalar bile çıkar. Sonuçta iki kamptakiler de birbirini ikna edemez belki ama polisiye edebiyata olan tutkunun ateşi daha bir harlandığı için kimse kimseye küsmez, kimse bu yüzden elini kana bulamaz.

Yanılmıyoruzdur inşallah. Lafı uzatmayalım, hayatı boyunca 80’in üzerinde polisiye romana imza atan ve bunların 33’ünde vakaları Belçikalı tuhaf detektif Hercules Poirot’ya emanet eden Agatha Christie’nin belki de en popüler romanı olan (bu konuda da tartışmalar bitmez, kiminin favorisi “Roger Ackroyd Cinayeti”dir örneğin) “Murder On The Orient Express - Doğu Ekspresinde Cinayet” bu hafta ülkemizde de vizyona girdi. Film için Sirkeci Garı’nda düzenlenen özel gala şüphesiz zekice bir etkinlikti ama yönetmen ve başrol oyuncusu Kenneth Branagh’ın roman ve Poirot yorumu hakkında aynı şeyi söyleyemeyeceğiz.

Bundan 43 yıl önce Sydney Lumet tarafından çekilen ve yıldızlarla dolu bir kadroya sahip olan ilk uyarlama nispeten akıllarda daha iyi bir izlenim bırakmıştı ama doğruyu söylemek gerekirse Christie’nin bu eseri okunduğunda uyandırdığı güçlü etkiyi nedense sinemada bir türlü tekrarlayamıyor. Bunda Christie’nin müdahale kabul etmeyen muazzam kurgusu kadar küçük dokunuşlarla belirginleştiği tiplemelerinin etkisi de var elbette. Kağıt üzerinde hayli inandırıcı ve sempatik (ya da antipatik) gelen tiplemeler yanlış bir oyuncu tercihiyle ya da olmadık bir yorumla bir anda karikatürleşebiliyor.

Yine yıldız isimlerin ağırlıklı olduğu bu yeni versiyonda da örneğin Willem Dafoe (Gerhard Hardman), Sergei Polunin (Kont Andreyni) ve hatta kısacık rolüne rağmen Johnny Depp’in (Edward Ratchett) performansları bu dediğim tuzağa düşenlere örnek sayılabilir. Branagh’ın haşmetli bıyığı (Poirot’nun alameti farikalarındandır) bir yana, bir sahnede atik bir av köpeği gibi koşturup şüpheli şahsı kıskıvrak yakaladığı aksiyon soslu sahne muhafazakâr Christie okurlarının içini bir hayli acıttı tahmin edersiniz. Bu sahne gerçekten de “olmaz bu kadar” dedirterek (herkes bilir ki Poirot sadece küçük gri beyin hücrelerine güvenir, hızlı ve güçlü kaslarına değil) filmin dip noktalarından birine tekabül ederken, yer yer gerçeklik duygusunun sarsıldığı denli görkemli kar manzaraları içinde en çok akılda sahnenin Leonardo da Vinci’nin “Son Yemek” tablosunu çağrıştıran final bölümü olduğunu itiraf etmek gerek. Judi Dench, Penelope Cruz, Derek Jacobi gibi isimlerin öne çıktığı oyuncu kadrosunda özellikle Michelle Pfeiffer’ın parladığını ve fazlasıyla ön planda olan Hercules Poirot’nun ise gerektiği kadar ironik bir karakter olmadığını da belirtelim.

Bütün büyük detektifler gibi Poirot da trajiktir şüphesiz ama o (belki bir tek son macerası “Curtain” hariç) şaşmaz ironisiyle bu hüzünlü yanını her zaman maskeler, okurun ulaşamayacağı bir köşeye çekilir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘X-Men’i de tükettik 8 Haziran 2019

Günün Köşe Yazıları