Batı’nın faydası

02 Aralık 2017 Cumartesi

New York’taki bölge mahkemesinde, ABD ile Türkiye daha doğrusu Erdoğan iktidarı arasındaki bilek güreşi sürerken, Washington’da Wilson Enstitüsü’nde bir konuşma yapan ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, Ankara’ya yönelik çok ilginç bir çağrıyı dile getiriyordu.
- Türkiye’den NATO müttefiki olarak, ittifakın ortak savunmasına öncelik vermesini istiyoruz, diyen Tillerson ardından da ekliyordu.
- İran ve Rusya, Türk halkına Batı ülkeleri camiasına üye olmanın sağladığı ekonomik ve siyasi faydaları sunamaz.
Türkiye’nin ister ABD olsun, ister ABBatı ile ilişkilerinin en kötü dönemini yaşadığı şu sıralarda Tillerson’un böyle bir çağrıda bulunması doğrusu büyük cesaret.
İçinde bulunduğumuz dönemde, Türkiye’ye dönüp “Batı ile ilişki senin yararına” demek kadar, herhangi bir Batı ülkesi veya kuruluşuna dönüp, “Türkiye ile iyi ilişkileri sürdürmek ve ittifak bağlarımızı güçlendirmek bizim yararımıza” diyebilmek de doğrusu yürek ister.
Ama her şeye rağmen tartışılan ana ittifak ilişkileri ve dış politikadaki temel tercihler olduğu zaman, güncel gerginliklerin olumsuz etkisinden sıyrılarak, olaya yapısal açıdan yaklaşmakta yarar var.

***

Osmanlı’nın son yüzyılında, Türkiye Batı’nın etki alanında olmanın da ötesinde yarı sömürgesi konumundaydı. Hemen belirtmek gerekir ki, o zaman Batı denince anlaşılan Avrupa idi. Çarlık Rusya’sı karşısında varlığını ve bekasını yıllar boyu Avrupa ile ilişkilerinde dengelerdeki perendeler sayesinde koruyan Türkiye, Batı’ya karşı verdiği Kurtuluş Savaşı’nın ardından gelen Cumhuriyet’te de tercihini ve yönelişini Batı’dan yana kullandı.
Bu “Batıcı” olmaktan çok “Batılı” davranışın akılcı bir tercih olduğunu söylemek yanlış değildir.
2. Dünya Savaşı ertesinde ortaya çıkan Stalin’in Türkiye’ye yönelik emellerinin de etkisiyle Türkiye, Batı içindeki rotasını yeni oluşan ittifak NATO’ya çevirdi. “Sürüden ayrılanı kurt kapar aman dikkat” güdüsüyle sürdürülen ilişkiler ise Batılı değil, Batıcı bir davranış biçiminin ürünü olmuştu.
Bu tavır, yıllar boyu eleştirildi ve körü körüne NATO’nun ileri karakolu misyonuna saplanmak yerine ittifak içinde, daha ulusal çıkarları ön plana alan, daha akılcı bir tutumun benimsenmesi önerildi.
Tartışmalar, iki bloklu dünya düzeninin değişmesiyle son buldu.
NATO’nun misyonu yeniden tanımlandı.
Artık, “Ya bendensin ya da kaçınılmaz olarak ondansın” düzeni değişmişti. Aynı zamanda nükleer dehşet dengesine dayalı soğuk savaşın kendi lehine sona ermiş olmasından kazandığı güçle ABD dünyanın her yerinde, özellikle de Türkiye’nin de bulunduğu Ortadoğu bölgesinde daha pervasız daha saldırgan bir tavır içine girmişti.

***

Geçmişte “sürüden ayrılanı kurt kapar aman dikkat” korkusuyla hareket eden Türkiye de özellikle Washington’un Irak ve Suriye’deki girişimleri üzerine artık kendisi ve de bölgesi için en tehlikeli kurdun sürünün başındaki, ittifakın lideri ABD olduğunu görmek zorunda kalmıştır.
Siyah-beyaz zıt iki kutuplu dünyadan daha pastel tonlu, çok renkli, çok kutuplu bir dünyaya geçildiği dönemde ortaya çıkan yeni ihtiyaçlar, Türkiye’yi oradan oraya büyük savrulmalar yerine, her olayda onun gerektirdiği ittifaklar ve daha dengeli politikalara yöneltebildiği takdirde, hem kendi varlık ve bekamız, hem de bölgenin barış ve istikrarı açısından sağlam bir yere yerleşmiş olacağız.
Türkiye, içinde bulunduğu Ortadoğu için en büyük tehlikenin ABD’den kaynaklandığının ortaya çıktığı bir dönemde, kazanılmış mevzilerden vazgeçen savrulmalar yerine, her somut olayda, bölgesel ve ulusal çıkarlara uygun somut tercihler ve politikalar oluşturmak zorundadır.
İçeride ve dışarıda keskin çizgilerle ayrılmış, dost-düşman yaklaşımı gerginliğinin ötesine geçemeyen bu iktidar yeni durumun gerektirdiği politikanın gereklerini ne ölçüde yerine getirebilir dersiniz?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları