Yoksulluk Sınırının Altında

31 Aralık 2017 Pazar

Bol küfürlü, tehdit kokan iletilerin arasında size hak veren ya da yazınızdaki bir aksamaya dikkat çeken iletiler bulduğunuzda sizi yolunuzdan çevirecek korkuyu da hızla geride bırakırsınız. Korkunun kaynağı genellikle sabaha karşı kapınızı çalan, sizi sorgulayan, günün 24 saatine hâkim, haklılığından hiçbir zaman kuşku duymayan güçtür. Bilirsiniz ki, tarih boyunca boynunuzu kıldan ince kılan o güç, sizin sorun olarak gördüğünüz, mülkün, mülkiyetin “sahibidir.”

***

Sizin o “mutlak” güçle olan ilişkiniz, teorik olarak “yurttaş olmanızdan kaynaklanan birtakım haklara sahip olduğunuzu” da söyler. O gücün sık sık yinelenen “sınıflar arasında görece ortalarda bir yerde durduğu” algısı ise yanıltıcıdır. Yanıltıcı olmayan; bir sınıf, toplumsal bir tabaka olarak değil, bireyyurttaş olarak gerçekten geçici de olsa birtakım “rahatlatıcı -ya da uyutucu mu desek- haklara” sahip olduğunuzdur.

***

Burada duralım. Duralım çünkü, yurttaş- birey olarak geri kalmış “serbest piyasa”cı sistemde, zorun her türlü biçimiyle rejimi değiştirme çabasının hızlandığı günlerde hak aramak kolay değildir. Aralarında yer aldığım 7 yazar, çizer, hukukçu 9 ay sonra “özgür” olabildik. Sevgili Emre, 267 gün sonra Silivri Kapalısı’ndan çıkabildi. Akın, Murat, Ahmet ve daha pek çok gazeteci hâlâ içerideler. Özgürlüğü geri almak zordur; çünkü, haklılığın karşısına, her zaman devletin “beka sorunu”, yani ebedi haklılığı çıkartılır Türkiye’de.

***

Hiç kişisel olmayan, haydi bizim meslek grubuyla sınırlayalım; ifade ve basın özgürlüğü için direnişimizde karşılaştığımız zorlukların nedeni, Ahmet’in haklı, sert, öfkeli cümlelerine, mülkün temeli olan “adaletin” her ne kadar “kırık dökük bir aşk hikâyesi”ne benzetilse de hesaplı kitaplı yanıtında saklıdır. Yurttaş- birey olarak dayanışmanın gücüyle başarılar kazanabilirsiniz; ama toplumsal bir zaferin parçası değilse ikinci, üçüncü ya da bilmem kaçıncı dalgada, ilerlediğiniz yolun mek parmak olduğunu hüzünle göreceksiniz
Olsun, bu işler böyledir; o herkesin bildiği ezginin sözleri de o nedenle “kurtulmak yok tek başına” diye yazılmıştır.

***

Bu uzun, belki gereksiz iç dökmenin iki nedeni var: Birincisi; yoğun geçen İran gecesinde, ne ve nasıl olduğunu henüz bilemediğimiz isyanın ilk saatlerinde, örtüsünü “hicabını” çıkartarak özgürlük şarkısı söyleyen İranlı kadındır. İkincisi; asgari ücret konusunda Türkiye’nin en büyük işçi örgütünün başkanının hiçbir “hicap” duygusuna kapılmadan “elimizden bir şey gelmez” umursamazlığıdır. Birincisinde umut ışıkları parlar gibiydi, ikincisi utanç nedenidir. İran halkının, kadınların isyanı büyük olasılıkla ellerinden alınacak; hızla harekete geçen küresel güçler tarafından çalınacak.
Öteki utanmazlık ise bize aittir, uzun süre baş başa kalacağız o utançla.

***

Devrimler çalınır. İşçi liderleri korkar. Köşe yazarları egolarının tavan yaptığı yerlerde devleti göremezler; çünkü devlet onların içine girer. Bizler gerçeği söylemek zorunda olduğumuz için o gücü sık sık kızdırırız. Ahmet’i duruşma salonundan bu nedenle atarlar. Ama sonunda toplumsal bir hareket ortada olmasa da dayanışmanın gücüyle ikinci bir dalgaya kadar inatçı yurttaşlar olarak yarım özgürlüğümüzü kazanırız.

***

Gözüm kulağım İran’da. Yalnızca meraklı olduğumdan değil, bizi de yakından ilgilendirdiği için orada aklım; özgürlüğünü yıllarca gasp etmiş “hicabını”, başörtüsünü bir bayrak gibi sallayan İranlı kadında.
“Hicabını” evde unutmuş işçi lideri ise yüzümü kızartıyor yalnızca...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları