Bağış Erten

Umut ilkesi

03 Ocak 2018 Çarşamba

Saflık işte. Hayatımızda değişen sadece birkaç gün, oysa biz yeni yıl diye yeni umutlara kapılmaktan kendimizi alamıyoruz. Dilemeye engel yok, güzelliklerle beziyoruz etrafımızı. Genelde çıkmıyor, ama olsun. Gece 12’ye yaklaşırken herkesin suratında bir tebessüm, sırıtma…
Safter Elmas’ın “Bir Futbolcu Olursak...” kitabı da bir tür piyango peşinde koşmanın hikâyesi. Futbolcu olmak için çabalayan gençlerin beklentileri, umutları, yaşadıkları dünya var orada. Bir ‘kendinde sınıf’ olarak futbolcuların dünyası. Tabii ki en çok istedikleri şey sınıf atlamak. Kendi deyimleriyle “normal standartların, normal insanların üzerine çıkmak, yaşam tarzını değiştirmek”. Oysa görüyoruz ki ilk refleksleri güvenlik. Misal ev alıyorlar hemen. Üstelik iddia o ki dünyanın her yerinde ve futbolun her seviyesinde bu refleks aynı. Devamı gelirse ne âlâ. Ama önce bir ev! Oysa biz futbolcular denilince lüks hayat, gece alemleri, bol para, güzel dünyalar görüyoruz. Cenk Tosun Everton’a 25 milyon Avro’ya mı mal olacak? O para cebimize girmiş gibi hesap yapıyoruz. En havalı arabalara binen, en acayip evlerde oturan, genç yaşta paraya doyan bir ‘zümre’ onlar!
Oysa aktif çalışma süresi sınırlı, alınan paralar şişik ve kazandığı parayla tüm hayatını garantiye alabilecek oyuncu sayısı hiç de düşünüldüğü kadar çok değil.
Safter Elmas işte bu umudun peşinde helak/heba olan bir gençliğin/ çocukluğun kodlarını çıkarmaya çalışıyor kitabında. İbret öyküleriyle... Şu sözlerin bir genç için hem beklenti hem de umut olduğunu düşünsenize: “Bence her şeyin değişir. Mesela kıyafetinden başla arkadaşlarından tut, her şey değişebilir futbolcu olursak. Modern bir insan oluyorsun sonuçta profesyonel bir futbolcu olduğunda. Adın duyuluyor mesela, onlar mesela mahallede oturuyor sen gideceksin zenginlerin oturduğu bir yerde oturacaksın. İlla ki arkadaş çevren değişecektir.”
Tabii ki hiçbir sınıf dayanışmasının olmadığı, hiçbir güvencenin alınamadığı, onlara bir meta muamelesi yapanların her şeye hükmettiği bir düzen aynı zamanda. Sendikal örgütlenme yok. Etkili ve söz sahibi bir birlik yok. İkame edilemez bir emek olmasına rağmen bu gücün farkında olan yok. Dayanışma hiç yok!..
Aslında bu konuda çok yazmışlığım var. 10 yıl önceki yeni yılın ilk yazısında şu satırları buldum. Tekrara düşeyim: “Yetkileri arttıkça ihlalleri artan kolluk kuvvetlerinin futbol alanlarındaki ceberutluğu da, reyting uğruna futbol kültürümüzü iğdiş edenler de, bahis uğruna zevkimize limon sıkanlar da, futbolcu sendikasına dudak bükenler de, federasyonun genel kurul yapısını kendi lehlerine değiştirenler de bu problemin asli faili. Eğer hız tümsekleri oluşturmazsak, fizik mücadeleden kaçarsak, omuz omuza koşmazsak futbolun efendileri arkadan müdahalelerini daha da artıracak. Bu yüzden hepimiz birbirimizin kademesine girmeliyiz. Yoksa bu gidişle daha çok gol yeriz.”
E diyeceksiniz ki umut bu yazının neresinde? Safter Elmas kitabının gelirlerini Karaçay Gençlik Spor Kulübü’ne bağışlamış. Hani Osmaniye’nin bir mahallesinde gençleri, çocukları hayata bağlayan el emeği göz nuru takım var ya (umudun takımı diye arayın, ne olduğunu görürsünüz), onlara gidiyor kitabın geliri… İşte umut tam da orada filizleniyor. Karaçay gibi umudun bittiği yere çiçek ekenler sayesinde.
Umut İlkesi kitabında Ernst Bloch umudun bizzat kendisinin bir güç kaynağı olabileceğini söyler. İnsanın insan olmasını sağlayan bir refleks gibi görür. Bastırılsa da kaybolmayan bir insani eğilim. Bunu da kaybedecek halimiz yok herhalde!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları