Hikmet Çetinkaya

Bir kış akşamıdır...

16 Ocak 2018 Salı

Avuçların sımsıcak saatlerin içindeyken gözlerin gri sevişmelerden yorgun düşmüştür...
Sekiz gün önce denize bakıyor, sakız beyazı düşleri kuruyordun; mor akşamlarda şarkılar söylüyordun...
Belki Alsancak Garı’ndayım, belki de Moskova’da dolaşıyorum...
Cahit Külebi’den, Behçet Necatigil’den şiirler okuyorum...
Marsilya’dayım öğle saatlerinde...
Ateşböceği sokağında eflatun panjurları olan bir barda oturuyorum, uzun sarı saçlı bir kızla gevezelik yapıyorum...
Derin ve sessiz bir akşamın boşluğuna yürüyorum yavaş yavaş...
Hüzünleri ben topluyorum, sevinçleri de...
Sarhoş gemici çığlıkları geliyor az ileriden yani limandan...
Boş veriyorum...
Gökle denizin çırpındığı dağınık yelkenlilerde bir şeyler arıyorum...
Türkülü çiçekli dallarını seviyorum aşkın, tıpkı Lorca gibi, ihaneti, kaçışı değil!..
Gecenin esintilerinde yıldızları sayıyorum, bulutlarla dalga geçiyorum sabahları...
Işıksız tepelerin ağaçlarında titreşen arzularla kıvranıyorum...
Uzun bir gecenin ardında can çekişen aşklardan nefret ediyorum; kapkaranlık öpüşlerden, kıskançlıklardan kaçıyorum...
Sonra oturuyorum bir kayanın üzerine. Gökyüzüne bakıyorum. Sonra Rene Char ile buluşup birlikte bir şeyler yazıyoruz:
Seviyordum seni. Seviyordum fırtınanın karıştırdığı bir pınara benzeyen yüzünü, öpüşümü saran beyliğinin armalarını.
Yıllar geçti. Fırtınalar öldü. İnsanlar gitti. Yüreğinin artık beni görmediğini duyumsamak bana acı veriyordu. Seviyordum seni. Yokluğunda yüzümün ve mutluluk boşluğunda. Seviyorum seni, her şeyde değişen ve sana sadık...

***

Bu bir kış akşamıdır...
Yorgo Seferis’ten Robert Desnos’a dek uzanan şiirsel tutku sevdanın büyüsünü yakalamaya çalışır... Bak kasırgalar toz kaldırıyor, çatılarda döne döne ve ıssız.
Bak Eugenio Montale’in Porto Corsini’den açık denize uzanan ahşap iskelenin olduğu yerden. Üç beş adam, neredeyse kımıldamadan, ağ atıp topluyorlar...
Sen şimdi, çiçek açan mevsimleri, havuzlarıyla serin Corinzia’da eğilerek ürkekçe ısıran sazan balıklarını seyrediyorsun ya da ıhlamur ağaçlarının üstünden eski kuleler arasından akşamın ilk ışıklarını izliyorsun...
Senin bu tedirginliğin fırtınalı akşamlarda deniz fenerlerine çarpan göçebe kuşları anımsatıyor bana. Yumuşaklığın da bir fırtına senin, görünmeden dönen ve neredeyse dinmek bilmeyen...
Bak rıhtımdaki iskelelerin, pansiyonların saçakları yansıyor sulara...
Nemli körfezin üzerine uzanan akşam, motor hortumlarıyla, kazların çığlıklarını getiriyor yalnız...
Ve bembeyaz fayanslarla kaplı ev, senin değişmeni görmüş kirli bir aynaya, yaptığın yanlışları anlatıyor...
Ey yaşam, ne kesin yüz çizgileri, ne inandırıcı yüzler, ne de mal mülk istiyorum senden; tedirgin döndüğünde artık; balla acının tadıdır benim için...
Hani uçsuz bucaksız bir inciçiçeğinin orta yaprağı var ya Andre Breton’un 1934’ün güzel yarıgününde kalan bütün geceyi içinde saklamaya yeterli bir çiçek gibi...
Şimdi beni gördüğün yerdeyim, havada bir çan gibi duran kokuda...

***

Bu bir kış akşamıdır...
O eski fotoğrafta yorgun ikindileri yitip gidiyor Anna Ahmatova’nın gençliğini uğurladığı gibi...
Ellerimizde anı yüklü defterler...
Henri Michaux’nun uzak ülke notları bize neyi anımsatıyordu?
O ahşap iskeledeyim...
Yürüyordum gözlerim kapalı...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018
Hoşça kal hüzün... 6 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları