Annem savaş isterdi...

29 Ocak 2018 Pazartesi

Evet, annem savaş isterdi.
2. Dünya Savaşı bitmişti.
Amerika ile Sovyetler Birliği arasındaki görüşmeler uzuyordu.
Annemin sabrı yavaş yavaş azalıyordu.
Sovyetler’e çok kızıyordu.
Çünkü bizim gazeteler Sovyetler’in inat ettiğini yazıyorlardı.
Sonunda annem tavrını koydu:
Bu Ruslar çok oluyordu. Amerikalılar versindi bombayı, versindi bombayı, Rusların aklı başına gelsin, bitsin gitsindi.
Ben çocuktum ama bu kestirme sonuca aklım yatmıyordu.
“Ama anne...” diyecek oluyordum ama annem kestirip atmıştı.
Sonraları Amerikan başkanları Reagan ile Bush’un da böyle düşündüğünü öğrenecektim de o tarihlerde onlar yoktu.
Annemin nasıl bir stratejist olduğunu anlayamadan büyüdük.
Ben tuttum, barışı savundum.
Annem artık hayatta değildi.
Barışçı oldum, günümü gördüm.
Başıma gelmeyen kalmadı.
Hapse girdim, işimden oldum, kuşkulu kişi sayıldım.
Epey ceremesini çektik yani.
Ali bilir bu hikâyeyi (Sirmen), Gencay bilir, Ergun bilir.
Barışçılar bilir bu hikâyenin başını sonunu.
Ama şimdi benim “Savaşçı” olduğumu bilmezler.
Geçenlerde düşündüm.
Barış insanlara yaramıyor.
Barışçılık, pısırıklık, korkaklık, ürkeklik falan sayılıyor.
Şöyle aslan gibi ortalara çıkıp gerine gerine, meydan okumanın keyfi hiçbir şeyde yok.
İyi. Hoşuma gitti.
Savaşçı olmak, şöyle erkek gibi gerinmek, yakışıyor insana.
Savaşçı oldum artık.
Silahlanmadan yanayım.
Toptu, tüfekti, tabancaydı, bıçaktı, baltaydı, hepsine varım.
Üstüme geleni vururum.
Yan bakanı keserim.
Ezer geçerim.
Televizyondan da öyle duyuyorum.
Devlet büyükleri öyle söylüyor.
Halkın da pek hoşuna gidiyor.
Ben neden aykırı olayım?
Pısırık mıyım? Hayır, değilim.
Korkak mıyım? Sayılmaz.
Ürküyor muyum? Neden ürkeyim, tepeden tırnağa silahlıyım.
Ezer geçerim.
Böyle iyiymiş meğer.
Annem haklıymış.
Hayatta olsaydı, benimle gururlanırdı.
Belki, git askere yazıl, cepheye git falan da derdi.
Hoş, cepheye gitme yaşımız geçti, ama gönüllülük var.

***

Ama olmuyor işte.
Savaşçı ilkel dürtüsel yanım duralıyor.
“Apocalips Now” filminin jeneriğindeki söz aklıma geliyor:
“Savaşta ilk kaybedilen masumiyettir.”
Coppola söylemiş bu sözü.
İlk kaybedilen masumiyettir.
Sonra da her şey kaybediliyor.
Hayatlar kaybediliyor.
Gençlik kaybediliyor.
Kadınlar kaybediliyor.
Çocuklar kaybediliyor.
Güneş gene doğuyor.
Ağaç gene yaprak açıyor.
Ama artık bunları görecek gözler başka şeylere bakıyor.
Karşıda düşmanlar var, vurulacak.
Yanımda arkadaşım var, belki düşecek.
Yarının ne olacağını bilemiyorum.
Savaşla ilgili yazılanlar aklıma geliyor.
“Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok”.
Erich Maria Remarque yazmıştı.
Askerin vurulup öldüğü günün resmi bülteni öyle diyordu.
Norman Mailer’in yazdığı: Çıplak ve Ölü.
Aklımda kalıyor, çıplak ve ölü.
Birinci Dünya Savaşı’nın milyonlarca ölüsü, sakatı, yersiz yurtsuzu.
İkinci Dünya Savaşı’nın milyonlarca ölüsü, sakatı, göçmeni.
Hitler’in “yıldırım savaşı”. Blitzkrieg.
Ünlü Panzer tümenleri.
Ve trajik sonu.
Yıkılmış Berlin’deki sığınağında intihar edişi.
Savaşın galibi yoktur.
Savaşın kazananı yoktur.
İçimdeki dürtüsel vahşi geri çekiliyor.
Güçlü aklım beni uyarıyor:
“En kötü barış, en iyi savaştan daha iyidir”.
Winston Churchill söylemiş diye biliyorum.
Atatürk daha iyisini söylemiş;
“Haksız savaş cinayettir”.
Haklı savaş, vatan savunmasıdır.
Kurtuluş Savaşımız kutsal savaştır.
Ama Barış.
Barış her zaman daha kutsal.
Birbirine uzanan eller.
Birbirine gülen yüzler.
Dostluk.
Birlikte yaşamak.
İnsan hayatına saygı.
Evet, sevgili anneciğim.
Gene barışçıyım.
Beni anlayacağını biliyorum.
Ellerini sevgiyle öpüyorum...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çalınan gelecek!... 29 Nisan 2024
Istakozun intikamı! 22 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları