Gazetecilik Yargılanabilir mi?

05 Mart 2018 Pazartesi

Gazeteciler kuşkusuz yargılanabilir. Peki, gazetecilik yargılanabilir mi? İkisi arasındaki derin farkı özellikle karıştırarak, gazeteciliği yargılayıp, “Hayır onlar gazeteci değil” ya da “Hayır biz suç işleyen gazetecileri yargılıyoruz” klişeleriyle sisli bir hava yaratarak bildikleri düzeni (o düzenin nasıl bir düzen olduğunu, yolsuzlukların, siyasi skandalların, halktan gizli dümenlerin peşine düşen, her türlü baskı altında mesleklerini yürütmeye çalışan gazetecilere sormak gerekiyor) sürdürmek isteyenlerin ulusal ve uluslararası düzeyde açığa çıkartılmasının, deşifre edilmesinin zamanıdır. Demagojiye son verelim artık.
O zaman şu iki soruya yanıtlarımızı açık, net bir şekilde ortaya koyalım ve değerlendirelim.
Gazeteci suç işlemişse tüm diğer yurttaşlar gibi yargılanabilir.
Herhangi bir suç şüphesi ve şüpheyi destekleyecek, soruşturmayı gerektirecek yeterli kanıt varsa mesleği gazetecilik de olsa her yurttaş hakkında soruşturma açılabilir, soruşturma kovuşturmaya dönüşebilir ve nihayet hakkında dava açılabilir. Hiç kuşkusuz iddiaların hemen gerçek olarak kabul edilmesi gerekmez ve gazeteci de tıpkı diğer yurttaşlar gibi “masumiyet karinesi”nden yararlanır, yani suçluluğu mahkemece kanıtlanana, bu hüküm en üst mahkeme tarafından onaylanıp kesinleşene kadar masum sayılmalıdır. Tekrar vurgulayalım, tüm öteki yurttaşlar gibi.
Ama gazetecilik, yani halkın haber alma hakkı yargılanamaz.
Gazetecilik, yurttaşların haber alma haklarının yerine getirilmesi görevidir, gerçeklerin ortaya çıkartılması görevidir, fikir ve düşüncelerin herhangi bir kısıt olmaksızın okura iletilmesi görevidir ve burada suç oluşmaz. Gazetecilerin sık sık karşımıza çıkartılan, ne olduğu pek belirsiz, her yöne çekilebilen, savcılar tarafından genellikle bir tür kolay suçlama malzemesi olarak kullanılan, herhangi bir “suçu övme” suçunu işlediklerinin iddia edilmesi durumunda ise eğer yeterli kanıt varsa, yargılanan kuşkusuz yine gazetecilik olmayacak, eğer kanıtlanabilirse o suçu işlediği iddia edilen gazeteci olacaktır.
Ama burada da övüldüğü iddia edilen “suçun” temel bir hukuk ilkesi olan yasada karşılığı olmayan suç olmaz ilkesine göre suçun ne olduğu, yasanın hangi maddesini nasıl ihlal ettiği, hangi yargı kararına göre suç olarak kabul edildiği açık olmalıdır. Herhangi bir kişinin ya da siyasetçinin bir eylemi suç olarak ilan etmesi ve savcılardan da gazeteci hakkında “suç işledi” savıyla iddianame düzenlemesini istemesi ve dava açılması her zaman kuşkuyla karşılanması gereken durumlardandır.
Gazetecilerin yaptıkları haberlerden ya da yazılardan, çizgilerinden yargı önüne çıkartıldığını hepimiz biliyoruz. Örnekler çok. Şu günlerde çok sayıda gazeteci arkadaşımız bu türden iddialar nedeniyle, üstelik de tutuklu yargılanıyor. Bizler de haberlerden, manşetlerden başka “kanıt” sunulamayan Cumhuriyet Gazetesi davasının sanıkları arasındayız. Hâlâ üç arkadaşımız Akın Atalay, Murat Sabuncu, Ahmet Şık tutuklu. Tutuklu yargılanmaları için herhangi bir neden bulunmuyor. İleri sürülen gerekçelere sanıyoruz gerekçeyi yazan ve tutukluluk yönünde oy veren mahkeme üyeleri bile inanmıyor.
Geçen günlerde tutukluluklarla ilgili HSK tarafından mahkemelere gönderilen, belgesi ana muhalefet partisi lideri Kemal Kılıçdar-oğlu tarafından açıklanan “bize sormadan tutuksuz yargılama ya da tahliye kararı vermeyin” direktifi açık bir hukuksuzluk, bir hukuk ayıbı olarak hukuk tarihimize geçti. Bu direktifin mahkemelerin bağımsızlığına ve tarafsızlığına koyu bir gölge düşürdüğü ortada. Umuyoruz ki 9 Mart’taki duruşmada mahkeme heyeti, arkadaşlarımızın tahliyesi yönünde karar verecek.
Sonuç olarak yineleyelim; iki durumu açık, net bir şekilde birbirinden ayırıyoruz. Gazeteciler eğer yasalarda yazılı meslekleri ile ilgisiz bir suç işlemişlerse kuşkusuz tüm yurttaşlar gibi yargılanabilirler. Uluslararası hukuka göre de o normlara uyacağını kayda geçirmiş iç hukukumuza göre de gazetecilik mesleğinin gereklerini yerine getiren gazeteciler bu faaliyetleri nedeniyle yargılanamazlar. Diyeceksiniz ki, “ama yargılanıyorlar.”
Haklısınız ve dikkat çekmek istediğimiz de bu hukuksuzluktur zaten.

***

Avukatlar ve Savunmada Etik Sorunu
Geçen hafta Cumhuriyet’te çıkan bir haber nedeniyle “avukatlar savunmanlığını üstlendikleri kişileri her koşulda savunmak, bunun için ellerinden gelen her türlü olanağı, velev ki bu olanaklar hukukilikle, etik değerlerle, insan hakları ile bağdaşmasın kullanmak zorunda mıdırlar” diye sormuş, okurlarımızdan ve hukukçulardan görüş istemiştik.
Gelen yanıtlar Cumhuriyet’in haberini doğruluyor, temel meslek ilkelerinin ve etik kuralların dikkate alınması gerektiğinde birleşiyor. Avukatların kendi meslek ilkelerinin de bunu gerektirdiği vurgulanıyor.
Okurlarımız bununla birlikte herkesin hakkındaki suçlama ne olursa olsun kendini savunmaya, bir savunman desteği almaya hakları olduğunu belirtiyorlar. Olayların her zaman siyah-beyaz açıklığında olmadığına, olmayacağına, bu nedenle savunmanın önemine dikkat çekiyorlar. Hukukçu arkadaşlarımızın görüşlerine gelecek hafta yer vereceğiz.

KISA KISA
Türkçeye Özen Köşesi
Heyelan yerine toprak kayması, devam ediyor yerine sürüyor, şuursuzca yerine bilinçsizce, dair yerine ilişkin, vizyona girdi yerine gösterime girdi, hamaset yerine boş övünme, aktivist yerine eylemci, biliyorum vazgeçemezsiniz ama karizmatik yerine büyüleyici, etkileyici diye yazamaz mısınız?
Alelade yerine sıradan, isyan yerine başkaldırı, delil yerine kanıt yazsak daha iyi olmaz mı?
“Ekonomik bir alternatif hali” pek kötü bir Türkçe değil mi? Hiç değilse “ekonomik bir alternatif” demekle yetinilseydi.
“Menemen’de katledilen devrim şehitleri” de olmamış doğrusunu isterseniz. Katliam, ‘acımasızca, topluca öldürme’dir. Sivas’ta arkadaşlarımızın öldürülmesi öyleydi. Menemen’de ise, “gericiler bir subayımız ile iki bekçimizin canına kıydılar” demeliydiniz.
“Obezite salgın gibi”, “kriz derinleşiyor”, “istismar sanıkları” diye yazmış arkadaşlarımız. Latinceden alınma obezite sözcüğünün Türkçesi “doymak bilmez”dir. Onu beğenmediniz, hiç değilse “şişmanlık hastalığı” diye yanına ekleseydiniz. Fransızca “kriz” sözcüğünün Türkçe karşılığı “bunalım”dır. Bir de Arapça “istismar” sözcüğü var pek sevdiğiniz. Bu utanılası edim Türkçemizde “sarkıntılık” ya da yerine göre “kötüye kullanma”yla karşılanır. Gazetelerimiz aslında biraz da “istismar” diyerek hafifletmeyi yeğliyorlar o başka sözcüklerle anlatılması gerekeni doğrusunu isterseniz.
Türkçemize biraz daha özen göstermenizi istesek fazla mı olur? Uyarıları, yardımları için okurumuz Tarık Konal’a iyi dileklerimizi gönderiyoruz.

Özel adlar, çekim ekleri
28 Şubat 2018 Çarşamba günkü Cumhuriyet’in Kültür sayfasında bir başlık: “Antalyalı’dan kent insanının günlük koşuşturmalarına dair.” Bilindiği gibi özel adlar yapım eki aldıklarında daha sonra gelen çekim ekleri ayrılmaz. Yazım kuralı böyledir. Oysa başlıkta bu kurala dikkat edilmemiştir. “Antalyalıdan” biçiminde yazılmalıydı. Gazetemize, hele de Kültür sayfasına hiç yakışmıyor. Saygı ve sevgilerimle...Vedat Yazıcı      



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları