Gerçekçi Bir Rüya

07 Mart 2018 Çarşamba

Çaresiz bir kara bulut gezinip duruyor üstümüzde. Yağmur yağdı yağacak. Ne varsa boca edecek üstümüze, sokakları sel götürecek, kirli sular rögar kapaklarını patlatacak, sular evlerin bodrum katlarını basacak. Gecekondu sahipleri yoksul eşyalarını yüksek yerlere taşıyacak. Evleri yıkılmasın diye dişini tırnağına takmış teyzeler öfkeyle yumruklarını sallayacak. Elinden bir şey gelmeyen, çareyi çığlıkları ile tüm mahalleyi örgütleyen karılarında arayan kocalar, “Ne yaptık ki biz” diye ürkek cümleler kuracak, tespihlerini daha hızlı çekecekler.

***

Tam o sırada Yüksel Caddesi’nde yağmurluklarını giymiş, gaz fişeklerini hazırlamış polisler ellerinde pankartlarla yürüyen genç kızlara doğru hızlanacak. Tam o sırada yağmur deli bir sağanağa dönüşecek. Tam o sırada genç bir kızı saçlarından sürükleyen, tam da o genç kızın yaşındaki sivil, uzaklaşmaya, beladan kaçmaya çalışan, kusursuz vatandaşa “Göster döveyim haini” diyecek. Tam o sırada birdenbire kesilecek yağmur. Kara bulutların ortasında bir delik açılacak, güneşin saklı ışığı yeryüzünde parlayacak. Bir an duracak herkes.

***

Hepimiz duruyoruz, herkesin aklında fikrinde gezinip duran, birbirini izleyen, çelişen, çakışan çağrışımlar, gökyüzüne bakıyoruz. Ben de bakıyorum. Koğuşun kapısındayım, her nasılsa bendeymiş demir levye. Kanırtarak açıyorum metalik çığlıklarla ses veren kapısını koğuşun. Akın merdivenlerden iniyor, Ahmet beton bahçeden “Kim o?” diye öfkeyle bağırıyor, Murat, “Güray Abi geldi” diyor, kitapları sağa sola çekiştiriyor, kâğıtları düzeltiyor, kalkıyor üç kişiye dar gelen masadan, kucaklaşıyoruz.

***

“Neden buradasın, sen tahliye olmamış mıydın aylar önce” diye soruyor Ahmet. “Yağmur diyorum, Yüksel’de kızları dövüyorlar, Taksim’e saksılarla bodur ağaçlar getirdiler, Atatürk Kültür’ü yıkmaya başladılar, rüyada mıyım ben?” “Hayır değilsin. Levyeyi nerden buldun?” diyor Akın, “Kavga sırasında kızlardan birinin elindeydi bu pankart sopası” diyorum, gülüyor Ahmet. “Hasta mısın Abi, geç otur şuraya”, ayran çıkarıyor küçük buzdolabından.

***

“Biz bu dolabın buzlarını bir türlü eritemezdik” diye anlatmaya başlıyorum. Koruma memuru hışımla içeri giriyor, “Kim açtı bu kapıyı” diye üstüme yürüyor. “Hop”, diyor Ahmet, tahliyemiz geldi bizim.” Bahçe kapısından kuş sesleri doluyor içeri. Hepsi inmiş aşağıya, ekmek kırıntılarına. Ağır Ceza Başkanı’nın sesi geliyor, “Tutuklu bulundukları süre hesaba katılarak...” Murat “Bizim bir talebimiz yok” diye duruşma salonunun arka sıralarına sesleniyor, Ahmet “Ben daha sözümü söylemedim” diye bağırıyor.

***

Tam o sırada Fransız Konsolosluğu’na doğru yürümeye başlıyor 8 Mart’çı kadınlar. “Hadi gidelim” diyor Ahmet. Ben levyeyi vermek için aynı zamanda berber de olan koruma memurunu arıyorum. Karanlık basmış iyice. Dışarıda dostlar arkadaşlar toplanmışlar, o kalabalığın içinden bağırıyor eski bir arkadaş, “Yağmur durdu, yağmur durdu.”

***

Televizyon açık kalmış. Sıkıntıyla konuşan spiker, çatışmaların sürdüğünü, 100 teröristin etkisiz hale getirildiğini, 2 HDP’linin daha vekilliklerinin düştüğünü, sosyal medyada barış isteyen 14 kişinin göz altına alındığını, yasadışı gösteri yapan 7 kadının Emniyet’e götürüldüğünü haber veriyor. Peki, duruşma ne oldu? Çıktı mı çocuklar? “Ne çocuğu, diyor Ahmet’in sesi, kazık kadar olduk, yaşlandık çoktan.”

***

Çıkmışlar, kaçırmışım ben, hayatı kaçırmışım. “Bu kez bildin işte” diyor Ahmet. Akın gülüyor, Murat gazeteye gidelim telaşında. Bildim mi gerçekten, çıktınız mı, dışarıda mısınız, levyeyi verseydik bari berbere. Gülüyorlar, hep birlikte gülüyoruz, ağız dolusu gülüyoruz, çocuklar, dostlar, arkadaşlar, dışardakiler içerdekiler, gazeteciler...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları