Özgür Mumcu

Bozuk kantar

08 Mart 2018 Perşembe

Tutuklu gazetecilere mektup gönderilemiyordu. İçerideki gazetecilerin yeni yılını kutlamak üzere dışarıdaki gazeteciler bir araya gelip fotoğraf çektirdi. Hep beraber objektife el salladık. Fotoğraf, basmaya cesaret eden gazetelerde yayımlanacak, böylelikle hapishanedekilere yalnız olmadıkları hatırlatılacaktı. Ahmet Şık da fotoğraf çektirenler arasındaydı. Oradan evine döndü. Sabaha karşı gözaltına alındı.
İçerdeki gazeteciler, dışarıdaki gazetecilerin yeni yıllarını kutladığı fotoğrafı gazetelerde gördüklerinde Ahmet Şık da onlara el sallıyordu. Bilmem o da gözaltındayken gazeteyi görebilmiş miydi? O günden bu yana 433 gün geçti. Duruşmalarda çok kısa bir süre görebildiğim için soramadım. Ancak bu anekdotun Türkiye’deki basın özgürlüğünün halini anlamak isteyenler için en kısa özet olduğunu düşünüyorum.
Bu sene dışarıdaki gazeteciler içeridekilerin yeni yılını kutlamak amacıyla tekrar fotoğraf çektirdi. Sayımız daha azdı. Herkes gergin esprilerle morali yüksek tutmaya çalışsa da hissedilen tedirginliği fark etmemek mümkün değildi.
Ahmet Şık’ın tutukluluğu 450. güne ilerlerken, Akın Atalay ve Murat Sabuncu neredeyse 500 gündür içeride.
İddianamenin iddianame dahi sayılamayacak tuhaflıklarla dolu olduğu, tanık diye ilgisiz şahısların dinlendiği, ortalıkta ilaç için bir tane bile somut delilin bulunmadığı, davayı başlatan savcının “FETÖ” üyeliğinden yargılandığı bir garip dava.
Memleketimiz tutuklu gazeteci sayısında dünya lideri. Haliyle ifade özgürlüğü konusunda da, demokrasi sıralamasında da tüm listelerin diplerinde yer alıyor. Aynı durum hukuk devleti endeksleri için de geçerli.
İktidar-cemaat koalisyonu döneminde “askeri vesayetin” tasfiyesi, “demokrasi”nin tesisi gibi gerekçelerle hukuk teferruat sayılmıştı. Hukukun üstünlüğünü, yargının bağımsızlığını savunanlar “darbeci” ve “vesayetçi” ilan edilmişti.
Bugün de “devletin bekası” gerekçesiyle hukuk teferruat olarak değerlendiriliyor. Bugün hukukun üstünlüğünü ve yargının bağımsızlığını savunanlar ise “vatan haini” damgasını yemekten korkmakta.
İktidar-cemaat yargı operasyonu işbirliği, Sayın Erdoğan’ın kendini savcı diye niteleyeceği kadar yoğundu. Bu operasyonun sonucu sadece birçok insanın insan haklarının ihlal edilmesi olmadı. Aynı zamanda devletin kurumları ve özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri zayıflatılıp cemaat üyeleri tarafından ele geçirilmeye çalışıldı. Amaca ulaşmak için hukukun teferruat diye değerlendirilmesinin acı sonucunu hep beraber yaşadık.
Bugün de hukukun ne usul ne de esas kurallarına riayet ediliyor. Artık alt mahkemelerin üst mahkemelerin kararlarını umursamadığı, siyasi talimatın hukuki akıl yürütmenin yerini aldığı bir hukuki kaos dönemindeyiz.
Böyle dönemler insanlara ve devletin kurumlarına ağır hasar verir. Sanki daha önceki teferruat döneminin nelere yol açtığı bilinmiyor gibi yine aynı yöntemlerin uygulanmasının sonucu sadece iktidarın hoşuna gitmeyen insanlara eziyet edilip muhalif görüşlerin bastırılması değildir.
Kantarın ayarı bozulunca, bozuk kantar esas ölçü aracı olur. O eski deyişte söylendiği üzere “ayarını bozduğun kantar, bir gün seni de tartar”. Devletin bekası için de insan onuru için de tek çözüm kantarın ayarının düzeltilmesi.
Akın Atalay’ın, Murat Sabuncu’nun ve Ahmet Şık’ın bir an önce aramıza dönmesi dileğiyle.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Tutuklu yargı 5 Eylül 2018
Kimiz biz? 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları