Afrin’den sonra

20 Mart 2018 Salı

Cumhuriyet’in eski yazıişleri müdürlerinden, büyüğüm Sami Karaören’in oğlu artık dostluğumuz köklü aile ilişkisine dönüşmüş olan Mimar Mehmet Karaören ile Afrin operasyonunun amacına ulaştığının açıklanması arifesinde sohbet ederken, uzun süredir zihnimi işgal eden bir olayı çok düşündürücü biçimde dile getirdi:
- Bu işler olurken, sanki hep bizi bulunduğumuz yerden alıp, başka bir yere koydular duygusuna kapılıyorum, dedi.
Ben de son zamanlarda, Mehmet dostum gibi düşündüğümden çok heyecanlandım.
Uluslararası siyasette çok yaygın olan, bir devletin coğrafi yerinin değiştirilemeyeceği saptamasının yalnızca bir dereceye kadar doğru olduğunun en çarpıcı örneği, Türkiye’nin yüz yıllık bir süre içinde iki kez değişen konumudur.

***

1914’te Birinci Paylaşım Savaşı başladığında bölgenin tam göbeğinde yer alan Türkiye, İmparatorluğun hâkim olamadığı sınırları dolayısıyla Ortadoğu’nun ta kendisiydi. Ortadoğu sorunu “Şark Meselesi” çerçevesinde ele alınırdı, “Şark Meselesi” de “Hasta Adam” Osmanlı’nın topraklarının nasıl bölüşüleceği sorunuydu.
Türkiye varlık, kimlik ve bağımsızlık savaşından sonra Misakı Milli sınırlarıyla Ortadoğu’daki coğrafi konumunu değiştirdi.
O artık Ortadoğu’nun göbeğinde değil, kıyısında yaşayan, bölgenin iç çekişmelerinden uzak duran, yalnızca bölgede Ankara’nın da yaşamsal çıkarı olan barış ortamının oluşmasına katkıda bulunmakla yetinen bir ülke konumundaydı. Türkiye’nin yeri değişmemişti ama tavrı, dolayısıyla konumu büyük ölçüde değişmişti.
Yurtta barış, dünyada barış sloganıyla özetlenen dış politikanın temel taşı olmuştu yeni tavır.
Cumhuriyet’in bu ana politikası, Bağdat Paktı ve CENTO ile bir ölçüde zedelenmenin de ötesinde 1958 Irak darbesinin ardından Menderes iktidarının bu ülkeye silahla müdahale girişimiyle tümden ortadan kalkmak üzereyken neyse ki ABD tarafından engellendi de, iş daha tehlikeli boyutlara varmadan orada kaldı.
TSK Cumhuriyet tarihi boyunca sınır ötesine bayrak dikmedi.

***

Türkiye’nin bir defa daha konum değiştirerek, Ortadoğu’nun göbeğinde yer alarak batağına saplanması, ABD’nin Baba Bush dönemindeki Birinci Körfez Operasyonu’na denk gelir.
Körfez bunalımı günlerinde sürekli Baba Bush ile doğrudan temas halinde olan Özal’ın pragmatist mi, oportünist mi, nasıl adlandırılabileceğini kestirmenin güç olduğu siyasal tutumunun ürünü olan “bir koyup üç alma” tutkusuyla Irak’a müdahaleye karar verdiği 1990’da bu girişimi “girmek kolay, ama çıkmak zor” diyerek eleştiren Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’ın istifası ve o zaman yürütmenin başı olan Başbakan Yıldırım Akbulut’un da Özal’a karşı çıkması üzerine Türkiye’yi daha o günlerde Ortadoğu batağının ortasına atma girişimleri, bir kez akim kalmıştı.
Daha sonra son Körfez bunalımı operasyonunda, 1 Mart 2003 tezkeresinin CHP’nin muhalefeti ve AKP’nin de nitelikli coğunluğu sağlamakta yetersiz desteği yüzünden reddedilmesi üzerine Türkiye bir kez daha tehlikenin eşiğinden döndü.
1 Mart tezkeresinin reddedilmesinin sonuçları ne yazık ki uzun ömürlü olmadı ve Türkiye daha sonra bugün işbaşında olan iktidarın yanlış politikalarıyla Ortadoğu batağına girdi.
TSK, tarihinde ilk kez herhangi bir uluslararası anlaşmaya dayanmadan Afrin’de bir zafer sonunda göndere bayrak çekiyordu.
Ankara’nın bu operasyonu kendi sınır güvenliği için yapması, harekât ile bölgedeki konumunun değişmiş olduğu gerçeğini etkilemiyordu.
Zorunlu bir operasyonun sonucu olarak gelen Afrin zaferinden sonra Türkiye artık bir Ortadoğu ülkesidir ve bu açıdan, her gün adım adım izlediğimiz Afrin harekâtı belki de bizim sandığımızdan da daha önemli sonuçlar doğurabilecektir.
Bilmem Mehmet Karaören dostumun sözleri sizde de aynı çağırışımları yaptı mı?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları