Çanakkaleli, Şair, Avukat Arkadaşım

20 Temmuz 2014 Pazar

Sevgili,
Leyla-Tevfik Uran ve Mine Sirmen ile ben, 1999 yazında Cebelütarık’tan karşıyı seyrederken şaşkınlıkla bağırdım:
- Ne olağanüstü, Avrupa’dan Afrika’yı seyrediyoruz!
Noktayı koymadan, şapşallığıma kahkahayı patlattım.
Öyle ya ben İstanbul’da Cihangir’den her gün Avrupa’dan Asya’ya bakıyordum. Tevfik ile Leyla da Washington’a taşınmadan önce, Etiler’den aynı şeyi yapıyorlardı.
Her gün bir kıtadan öbürünü seyredince şaşırmayıp da başka yerde bunu yapınca şaşırmaktan büyük şapşallık mı olurdu?
Ne tuhaf, Çanakkale Boğazı’ndan bakarken bu duyguyu hiç hissetmedim.
Orada, bir mekândan başka bir mekâna bakmaktan çok, bir zamandan başka bir zamana göz atmak duygusuna kapılırım hep.
Bilmem ki oradan mı kaynaklanır, bendeki Çanakkale sevgisi.
Belki de uzun bir iskele ve gri askeri at arabasından başka belleğimde hiçbir izi kalmamış, çocukluk anılarımın bilinç altındaki tortusundandır. Ama sanırım daha çok, Çanakkale’nin uygar insanları ve dokusundan kaynaklanıyor, içimdeki sevgi.
Bana sanki ömrümün bundan sonrasını orada geçirebilirmişim gibi gelir hep.
Sakın en güzel deniz ürünleri restoranlarından biri olan Yalova Restoran’ın da bunda etkisi olmasın!

***

Işık ve eşi Esen İşgüden, Mine ile benim, İstanbul Hukuk Fakültesi’nden sınıf arkadaşlarımız.
Hayatlarına benim bulunduğum yerden bakınca, sürekli cenneti yaşıyorlarmış gibi görünüyor. Tutulmuş, sevilen, saygı gören bir avukat ol, yarım yüzyılı aşan bir beraberliği sürdür, zaman toplumsal bilincini ve ışığını soldurmasın, mizahın parlaklığını yitirmesin, hem de Çanakkale’de yaşa, şarabın keyfini ve manasını Ömer Hayyam gibi almaya devam et!
Daha ne ister insan?
Olsa olsa, arada oturup şiir yazmak. İşte Işık da onu yapıyor.
Şiir kitabı geçen gün geldi. Kitaba adını veren “Ellerim Üşür Benim” ile başlayalım:

“Ben garip şehir çocuğu
Ellerim, ellerim üşür benim.
Gerek kış çağı, gerek yaz çağı
Ellerim, ellerim üşür benim.

Bilmem ellerimin suçu ne?
Bırak değsin dağınık saçına
Sakın alma avucunun içine
Ellerim, ellerim üşür benim.

Ellerim ellerine değse de
Sakın korkma buz gibiyse de
Eyyam ağustos ikiyse de
Ellerim, ellerim üşür benim.

Sarmayın, ne olur sarmayın aman
Beni sıkar bu kalın kefen
Koyun tabutuma bir çift eldiven
Ellerim, ellerim üşür benim”

***

Devam edelim:
“NOT: Süleyman oğlu Hasan Başaran
Okuması olsaydı bile
Arkadan binip önden inecekti
Ve gene 1900 bilmem kaçta,
Nüfusa öldü kaydı düşülmeseydi
Hâlâ dilenecekti.

HARP MALULLERİ ÖN KAPIDAN BİNERLER.

En arkadan başladı hayata,
Anasının karnından en son o çıktı.
Pıtır elli Süleyman’ın altıncı çocuğu,
Hasan çocuktu.
Küçük karanlığında uzanan eller
Buruş buruş bir çift meme tuttu.
Lakin Zühre doğurmaktan yorulmuştu
Bu sebepten efendim
Sütü bir ay idare etti.

Ve Süleyman oğlu Hasan
Ağlamasını
O sıralar unuttu.
Ve ne onbaşının dayağı,
Ne bitten ötürü kesilen bıyığı
Ne de Dardanos’ta bıraktığı ayağı
Hatırlatmadı ona ağlamasını

Gelgelelim ömründe ilk defa
Şubede ayağına taktığı
Postalına yandı durdu.
Ve böylece efendim,
1900 bilmem kaç senesinde,
Trenleri tramvayları olan bir şehirde
Süleyman oğlu Hasan Başaran
Arkadan biniyordu, önden iniyordu.
Sağlam yalın ayağına bakıp

Çanakkale’de bıraktığı postalına
Hâlâ yanıyordu.”
Ben de buradan Işık’ın dizeleriyle sesleneyim:
“Meyhanelerde buluşalım.
Yoksa cenazelerde buluşuyoruz.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İyi insan 19 Mart 2024
Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları