Hakemin Düdüğü

02 Mayıs 2018 Çarşamba

Böyle bir yazı yazmak istemezdim, ama siz ne yaptınız arkadaşlar? “Zaferin kıyısındaydık, ansızın kayboldu gül kokusu” diye anlattığınız hikâyeler gerçek değil. Acıklı aşk hikâyelerinin mutsuz sonlarına özenen muhafazakârlığınız, yitiriyor olmaktan “gizli bir sevinç” duyan harfleriniz, kelimeleriniz, cümleleriniz her satırda uzaklaşıyor gerçeklerden. “Bak işte haklı çıktık” diyebilmek için bu kadar zahmete gerek yok sevgili kardeşlerim.

***

Bakın ben size nesnel gerçeğin insanın kendisine, öznesine, subjesine, niyetine, savaşına, mücadelesine ne kadar bağlı olduğunu anlatayım da, siz yine alacakaranlığa övgüler düzmeye devam edin. Acı mı konuşuyorum? Ama siz de olmadık limanlardan medet ummaya, kokusuz gülleri koklamaya, mücadele ederek kazanmak yerine “olursa olur, olmazsa bizi hep haklı çıkaracak korunaklı determinist sığınaklarımız var” demeye, insanın içini boşaltmaya başlamadınız mı?

***

Işık hızıyla var olan zamanda şu bizim dünyamızın meselelerini anlatmayı başarmış kaç kişi var? Size birinden aktarayım da gerçeğin nereden gelip nereye, nasıl, neden gittiğini, gideceğini bilin artık. “Ben bir nesneye sahip olur olmaz nesne de bana nesne olarak sahip olur” diyor ustam. Amatör bir kuantum okuyucusu olarak size pek tanıdık gelecek, yabancılaşmanın ve diyalektik süreçlerin en soyut ifadesi olan bu cümlenin eleştirdiği “nesnel olmayan varlık” nasıl bir şeydir peki? O “gerçek olmayan, yalnızca düşünülmüş, yani yalnızca imgelenmiş bir varlıktır” Kısası; bize hayalin gerçeğini değil, gerçeğin sahtesini satan düzenbazın malıdır.

***

Uzatmayalım, hep haklı çıkmaya alışık arkadaş, “ne alaka” demeden ilişkiyi kuralım; “duyularla donatılmış olmak demek, gerçek olmak, duyulur nesne olmak, kendi dışında duyuların nesnelerine sahip olmak demektir.” Birkaç cümle daha. “Bu nedenle insan, acı çeken, acısını duyan tutkulu bir varlıktır. Tutku ise kendi nesnesine doğru yılmadan yönelen insanın özsel gücüdür.”
Bu sözlerin hiç eskimeden zamanımıza ulaştığını, tutkulu mücadeleleri ateşlediğini anladınızsa sığ gerçeklere de itibar etmeyin artık.

***

Paris Devrimleri dergisinin (1789) başlık altı sloganı şöyleydi: “Biz diz çöktük diye büyükler / bize böyle büyük görünürler / ayağa kalkalım” Bu yazıda bolca ve severek ilham aldığım Marx bu dizeleri aktardıktan sonra diyordu ki, “düşüncede ayağa kalkmak yetmez...” Yine Marx’ın meşhur sözüdür; “insanlar tarihlerini kendileri yaparlar ama kendi keyiflerine göre değil; kendi seçtikleri koşullar içinde değil, doğrudan karşı karşıya kaldıkları belirlenmiş ve geçmişten gelen koşullar içinde yaparlar.”

***

İşte nicelikleri de nitelikleri de zamanla, yani dağdağalı geçen tarihle birlikte değişen “tutkulu insanlar” yüzyıllardan beri o tarihe el koymak için çabalıyorlar. Bugün de kıvılcımlardan ansızın parlayan ışığı kaçırmamak, her zaman karşılarına çıkan küçük adamlardan sakınmak için pür dikkat kesildiler. Pencereyi açıp sokağa bakın, meydanlardan homurtular geliyor. Nesnel birer varlık olarak acı çeken, tutkuyla kendi nesnesine, hedefine doğru ilerleyen insanları görmediniz mi? Önce onları görmek gerekmez mi? Siz, üç beş sahte şöhretin kaderine, kederine, aczine, afrasına, tafrasına niye bağlandınız ki bu kadar?

***

Tarihin içinde küçük bir zaman diliminde, gittikçe zenginleşen bir kavganın içindeyiz. “Filozoflara” özenmeyi bırakın artık, Zafer belki bu kadar yakın ya da bu kadar uzak. Ama siz topu taca atıyor, rüşvet almış hakemin düdüğünü bekliyorsunuz.
Tutkulu bir insan olarak uzanıp hakemin elinden o düdüğü almak niye hiç aklınıza gelmiyor ki?..



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları