Erinç Yeldan

Krizin dönüm noktaları

30 Mayıs 2018 Çarşamba

Derinleşmekte olan 2018 ekonomik krizi birdenbire ortaya çıkmadı. Türkiye’nin yeni uluslararası işbölümünde yüklendiği “yükselen piyasa ekonomisi” modeline sadık kılınarak atılan adımların doğal ve beklenen sonucu olarak gerçekleşmekte. Bu yazıda bu süreci satır başlarıyla vurgulamak arzusundayım.
2001 krizi sonunda AKP ekonomi idaresinin “çıraklık dönemine” ait ilk uygulamalar mevcut IMF programının harfiyen uygulaması oldu. AKP sermayenin en gözde partisi konumundaydı. Ancak bununla da yetinilmeyecek ve öncelikle finans burjuvazisinin çıkarları korunacaktı. AKP, bu doğrultuda öncelikle uluslararası ve yerel finans sermayesine yüksek reel faizler sunarak, sıcak para akımlarını Türkiye’ye çekme uğraşına girdi. Dövizin reel olarak ucuzlamasına dayalı büyüme anlayışı Türkiye’yi bir ithalat cennetine çevirirken, ulusal ekonominin ara malı bağlantıları çökertiliyor ve sanayide dışa bağımlılık yapısal olarak artırılırken, işsizlik de kalıcı olarak yüzde 10-12 patikasına yerleşiyordu.
Dış borçlanma, özellikle finans-dışı (reel kesim) şirketlerce yoğun olarak sürdürülüyor; Türkiye dışarıdan sermaye girişlerine bağımlı bir ithalat cennetine dönüştürülüyordu. 2009 krizi temel olarak “fiyat istikrarının tek başına makro istikrarı sağlamaya yetmeyeceğini” vurgularken, Türkiye bu dersleri görmezden gelerek sıcak para akımlarına dayalı spekülatif büyüme döngüsünü yeniden uyarma çabasına giriyordu. 2010 – 2012 arası dönemde dış açığımız (cari işlemler açığı) milli gelirin yüzde 10’unu aşacak; Türkiye gelişmekte olan ekonomiler arasında en kırılgan ülkelerden birisi olarak anılacaktı.

***

AKP ekonomi idaresi 2003 sonrasında sermaye girişlerini iyi yönetmekte başarısız kaldı. Sunulan reel faizin cazibesine kapılan küresel sıcak para akımlarının Türkiye mali piyasalarına yönelik spekülatif saldırıları görmezden gelindi. Cari işlemler açığı kronikleşti; ithalat bağımlılığı arttı; Türkiye’nin uluslararası net yatırım pozisyon açığı 450 milyar dolara değin yükseldi. 2003 başında 129 milyar dolar olan dış borç stoku, 2009 krizi öncesinde 288 milyara, 2017 sonunda ise 437 milyar dolara çıktı. Bu sürece koşut olarak sanayi istihdamının toplam içindeki payı gerileme sürecine girerken, 2006’dan başlayarak ulusal ekonomide üretkenlik kayıpları yaşanmaya başladı.
Bu arada elde edilen dış kaynaklar çoğunlukla ithalata yönelik tüketim harcamalarında ve inşaat başta olmak üzere, döviz kazandırıcı olmayan yatırım harcamalarına yönlendiriliyordu. Dönem boyunca sabit sermaye yatırımları içerisinde konut inşaatı yatırımlarının payı yüzde 15’ler düzeyinde sürdürülürken, eğitim ve sağlık sektörleri gibi toplam sosyal altyapı harcamalarının payı yüzde 6 düzeyine ancak ulaşıyordu.
Para politikalarında “faizi düşürün” saplantısı bu ortamda yapılan yanlışlar zincirinin sonuncusuydu. Para piyasalarında yaratılan kargaşa ve istikrarsızlık, döviz ve menkul kıymet fiyatlarında da ciddi dalgalanmalara yol açarak, Türkiye’nin kırılganlıklarının derinleşmesine yol açmaktaydı.
Geçen haftaki yazımızdan yineleme pahasına yeniden vurgulayalım: AKP ekonomi idaresinin izlemekte olduğu bilim-dışı enflasyon politikası ve yürütmekte olduğu dışa bağımlı, inşaat betonuna dayalı büyüme stratejisi ulusal ekonomimizi istikrarsızlığa sürükleyerek tahrip etmektedir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları