Tuğrul Keskin’den ‘Ürperti’

Usta şair Tuğrul Keskin, 40 yılı aşan şiir serüvenine 16. kitabı Ürperti (Everest Yayınları) ile devam ediyor. Zamanın acıları, kadına ve doğaya yönelmiş şiddetin sarsıcı kederinin yanı sıra geleceğe, doğaya, umuda ve aşka ilişkin sıcacık şiirlerinden oluşan yeni kitabında Keskin, “ürpertili” bir zaman diliminden geçtiğimiz şu günlerde yine de umutla yapabileceklerimizin varlığına ve günümüzde gittikçe azalan her türden sevginin değerine dikkat çekiyor.

Yayınlanma: 20.04.2023 - 00:01
Tuğrul Keskin’den ‘Ürperti’
Abone Ol google-news

Fotoğraf: MURAT ÖZCAN

1981’den bu yana edebiyat dergilerinde yazı ve şiirleri yayımlanan, başta Yunus Nadi, Behçet Aysan ve Attilâ İlhan Şiir Ödülleri olmak üzere, pek çok şiir ödülünün sahibi usta şair Tuğrul Keskin, 40 yılı aşan şiir serüvenine, 4 bölüm ve 44 şiirden oluşan 16. kitabı Ürperti (Everest Yayınları) ile devam ediyor.

Zamanın acıları, kadına ve doğaya yönelmiş şiddetin sarsıcı kederinin yanı sıra geleceğe, doğaya, umuda ve aşka ilişkin sıcacık şiirlerinden oluşan kitabında Keskin, “ürpertili” bir zaman diliminden geçtiğimiz şu günlerde yine de umutla yapabileceklerimizin varlığına ve günümüzde gittikçe azalan her türden sevginin değerine dikkat çekiyor.

“Ben kötüden ya da insandaki eksiklikten daha çok tamamlanmışı ve iyi olanı görerek yazmaya çabalıyorum” diyen Keskin’le; Ürperti’yi, şiir yaşantısını, şiire bakışını, şairin gelenek ile ilişkisini konuştuk.

“ŞİİRİM GENEL OLARAK ACININ, İSYANIN, DİRENİŞİN, AŞKLARIN ŞİİRİDİR”

- Günceliğin getirdiği sayısız sorun karşısında duyarlılığını ve umudunu yitirmeyen bir şair olarak toplumcu gerçekçi şiiri Ürperti’yle yaşatmaya devam ediyorsunuz. Ürperti’nin şiir yolculuğunuzdaki yeri nedir?

Öncelikle son beş yılın şiirleri olduğu için önemli. Daha da önemlisi; bir beş yıl daha çekmişiz, demektir bu dünyanın kahrını…

Benim şiirim genel olarak acının, isyanın, direnişin, aşkların şiiridir. Ben kötüden ya da insandaki eksiklikten daha çok tamamlanmışı ve iyi olanı görerek yazmaya çabalıyorum. Sözgelimi şiirini yazdığım insanın teslimiyetini görmek yerine onun mücadele isteğini, isyanı görürüm.

Benim şiirim insanı geleceğe hazırlar. Ürperti’nin şiir yolculuğumdaki asıl önemi ise şurada: 43 yıllık şiir yayınlama yaşantımın yirmi üç yılını büyük bir “ürperti”yle geçirdim.

Bütün kahırlı zamanların bitişi gibi, ürpertiyle geçirdiğim zamanın bitişini bu kitapla göreceğim.

“BİR GERÇEĞİN ALTINI ÇİZMEK İÇİN KARANLIK METAFORUNU SIKLIKLA YİNELİYORUM”

- Şiirlerinizde karanlık sözcüğü sıklıkla yineleniyor. Bu karanlık, Ahmet Haşim’de de görülür ve realiteden kaçışın göstergesidir. Hâlbuki şiirlerinizdeki karanlık, Haşim’in aksine, realitenin en güçlü göstergesi durumunda… Duyumsadığınız ürpertiyi bu karanlıkla nasıl ilişkilendirmeliyiz?

Evet, Haşim’in dünyanın çirkinliklerini örtmek istediği karanlıkla bu geçtiğimiz ve benim sıklıkla yinelediğim karanlık çok farklı. Ben, bir gerçeğin altını kalınca çizmek için karanlık metaforunu sıklıkla yineliyorum. Çünkü açıklıkla görüyorum ki üstümüze Ortaçağ’ın karanlığı devriliyor.

Üstümüze devrilen bu yapışkan karanlıktan çıkmak için kendi bedenimi bir mum gibi yakmayı ve insan soyunu bu girdaptan çıkarmayı hayal ediyorum. Kuşkusuz elimde bunun siyasi araçları yok ama hayal kurmama yetecek kadar sözün gücü var, işte o güçle yapmak istiyorum bunu.

Ürperti’nin özellikle “Ülkem Benim” adlı üçüncü bölüm şiirleri ve “Kuşlara İnandımdı Bir Vakit” adlı dördüncü bölüm şiirleri; tam da üstümüze devrilen bu karanlığın ürperttiği insanı, doğayı sırtlanarak Ortaçağ’ın ve kapitalizmin karanlığına karşı bireyi “ürpermeye” ve mücadeleye çağırıyor.

Çünkü inanıyorum: “Her karanlık biter bir gün, bu karanlık da bitecek!”

“HİÇBİRİMİZİN UMUTSUZ OLMAYA HAKKI YOKTUR”

- Karanlığa karşın umudunu yitirmemiş bir şair, iyimser dizeler… Bu iyimserlik, 40 Kuşağı’nda baskın olmasa da evrensel toplumcu gerçekçi anlayışın bir ilkesi. Ürperti’den hareketle iyimserlik ve umut açısından poetikanızı değerlendirir misiniz?

Ben; eşit, kardeş ve sınırların olmadığı bir dünyada yaşama özlemi olan bir şiir emekçisiyim. İnsanı varlığının bütün eksik ve fazla yönleriyle kabul ederim, “insana özgü hiçbir şeyi yabancı görmem”. İşte, bu diyalektik bakış açısı ve yaşam tarzı kişiyi iyimser ve kötülükler karşısında umutlu, dirençli yapabiliyor.

Bizim öncülümüz kuşağın insanları (şairleri, yazarları, komünistleri) büyük acılar çektiler, yaşadılar ama en umutsuz anlarında bile umutla düşlediler ve yazdılar; geleceğe (bizlere) umutlu düşünceler, şiirler, metinler bıraktılar. Bunun için hiçbirimizin umutsuz olmaya hakkı yoktur.

Çünkü umutsuzluk bir yanıyla yenilgidir. Yenilgiyi asla kabul etmem, edemem!

İnsan bilinçli ve bağlı bir varlıktır. O bilinç, bizleri geçmişimize bağlar ve oradan da geleceğe kuşkusuz…

ŞAİRİN GELENEKLE İLİŞKİSİ

- Şiiri amaç değil, araç olarak kabul ediyorsunuz. Ancak bu biçimi ve estetiği önemsizleştirmiyor; sözgelimi klasik şiirin ve halk şiirinin biçimsel ve estetik etkilerini şiirlerinizde görmek olanaklı. Gelenekten kopmak yerine onun içinde modern üretimler yapmayı amaçladığınız söylenebilir mi?

Şairin gelenekten kopması diye bir şey söz konusu olmamalı, çünkü şiir yaratım gücünü biraz da oradan alır. Şiirin tek okulu kendinden önce yazılmış şiirleri ve yaşanmış hayatları doğru anlamaktır, şairi besleyen önemli kaynaklardan biri de budur. Bundan ötürü elbette, geleneği devrimci bir tarza dönüştürmek de şairin işidir.

Sözgelimi geçmişteki eylemlerin, durumların veya şiirlerin içindeki devrimci özü bulmak şairin işidir. Geleneği doğru noktadan anlayıp dönüştürmek de şairin işidir ama bütün bunları yapmak kolay mıdır? Hayır. Şair, bunları geleneğin kendisine karşın yapmak zorundadır.

Bugünlerde Mazdek’ten başlayarak (yani 450’ler olmalı) 1600’lü yıllara kadar olan on civarında halk hareketini inceliyor, şiirlerini yazıyor ve isyanları içindeki devrimci özü arıyorum. Bunu yapmak zorundayız, değilse bütün tarihimiz gericilerin akıl almaz yalanlarıyla büsbütün karanlığa gömülüyor. Nâzım, Şeyh Bedreddin’i yazmasa Bedreddin, Fetret Dönemi’nde yaşamış on üç fıkıh kitabı (İslam Hukuku) olan bir zat olarak tarihin karanlığında kalacaktı. Ama öyle bir iş yaptı ki Nâzım, bütün tarihimizin en muhteşem destan yapıtlarından biri ortaya çıktı ve oradaki devrimci öz; hepimizi umuda, geleceğe daha kararlı bakmaya yöneltti. Ondan öğrendiklerimizle şimdi bambaşka çalışmalar yapıyoruz.

Sıklıkla söylüyorum: Kuşkusuz insan her şeyi gelecek için yapar ama geriye dönüp bakmayı unutursa geleceği de kuramaz, bu kadar açık!

 

Fotoğraf: MURAT ÖZCAN

“FOLKLORUN ŞİİRDEN KOVULMASI, ŞİİRİMİZİ KURAKLAŞTIRIR, YALNIZLAŞTIRIRDI”

- Cemal Süreya “Folklor Şiire Düşman” diyor. Tuğrul Keskin’in şiirlerinde bu düşmanlık bitiyor, belki de folklorun şiirle dostluğunu ilan ediyorsunuz. Ürperti’de bunun yansımalarını görebiliyoruz. Folklorun şiirinizdeki işleviyle ilgili neler söylersiniz?

Cemal Süreya 1956'da yazdığı bir makalede “Folklor Şiire Düşman” demişti, doğru. Cemal Süreya'nın baktığı yerden, evet, folklor şiire düşman…

O makalede geleneğin kalıpları içerisinde kalarak hatta bunda ısrar ederek üretimsiz hâle gelmeyi kastediyordu; geleneğin sınırlarını belirliyordu bir bakıma. Halk edebiyatının bütün bütüne şiiri belirleyemeyeceğine vurgu yapıyordu. Kuşkusuz, bu tespit her yeni gelen şaire, geleneği dönüştürme görevi de yüklüyordu. Böyle bakılınca geleneksel şiirin kalıplarının kırılması gerekirdi, değilse söylenecek söz biterdi herhâlde.

Ustanın kendi şiirini kurduğu zamanlarda yazılan şiirlere bakar mısınız? Sözgelimi Garip ve takipçilerinin birbirinin neredeyse aynısı olan, birbirini yineleyen şiirlerine… Yahut bunların dışında halk şiir geleneğinden besleniyorum diyerek Yunus, Pir Sultan, Karacaoğlan şiirlerinin benzerlerinin çoğaltıldığı metinlere...

Geleneğin kalıplarıyla bir nevi zanaat da diyebileceğimiz şiir üretimi içerisinde kullanılmadık bir sözün, metaforun kaldığını düşünmüyorum ve sanırım, Cemal Süreya tam da buradan bakarak kurmuştu o makaleyi; değilse folklorun şiirden kovulması, şiirimizi kuraklaştırır, yalnızlaştırırdı.

“BUNCA ACIDAN UMUTLA BİR ESENLİK, İYİLİK ÇIKARMAYA ÇABALIYORUM”

- Ürperti’nin uzam ve zamanla olan yönüne değinmek isterim. “Dünyanın her yerinden odamıza sızan acılarımız…” gibi dizelerinizden de çıkarımlanacağı üzere dünyayı esenliksiz bir uzam olarak görüyorsunuz. Bu nedenle esenlik arayışına çıkarak aradığınızı memleketinizde, çocukluğunuzda ve İzmir’imizde buluyorsunuz. “Anneli evimizdeki gibi huzurlandım” ve benzeri dizeleriniz, psikolojik açıdan bize bunları sunuyor. Bu konuda neler söylersiniz?

Dünyamızı, yaşamlarımızı kuşatan yeniçağın acıları çok sarsıcı. Yalnızca şiir yazan birisi açısından değil en sıradan insan için de, doğa için de, diğer canlılar için de böyle.

Yine de bunca acıdan umutla bir esenlik, iyilik çıkarmaya çabalıyorum…

“İnsanın tek yurdu çocukluğudur” diyordu birisi. Evet, böyledir. Belki bunun için durmaksızın çocukluğuma, annemin yaşadığı günlere ve Iğdır’daki karlı fakat sıcak evimize dönüyorum. Evet, sıcaklığı, şefkati, merhameti, umudu yeniden yeşertmeyi çocukluğumun labirentinde arıyorum bazen ama hangimiz yapmıyor ki!

Ürperti / Tuğrul Keskin / Everest Yayınları / 134 s. / 2023.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler