Yirmi yazar... Adnan Binyazar'ın yazısı...

Fotoğraf denince Yaşar Kemal’in İnce Memed romanının alınlığına yerleştirdiği bir halk ozanın deyişinden alıntıladığı izlenimi yaratan “Duvarın dibinde resmim aldılar,/ Ak kâğıt üstünde tanıyın beni“ dizelerini anımsarım. Yazar, fotoğrafçı Lütfi Özgünaydın, İstanbul’da Tüyap Kitap Fuarı’nda sergilenen Yirmi Yazar adlı kitabındaki fotoğraflarla yazarları “ak kâğıt” üzerinde tanıtıyor bize. Onlara yönelttiği soruların yanıtlarıyla da okuru yazarın düşünce dünyasında yaşatıyor. Kitapta kendimi yazarlar arasında görünce, onların kitaptaki yanıtlarını okur gözüyle değerlendirmek istedim.

Yayınlanma: 17.02.2023 - 00:04
Yirmi yazar... Adnan Binyazar'ın yazısı...
Abone Ol google-news

ÖZGÜNAYDIN KİM?

Lütfİ Özgünaydın’ın yapıtlarında, doğup büyüdüğü, önce Malatya’nın ilçesi olan, Cumhuriyet döneminin Bakanlar Kurulu kararıyla 1922’de Atatürk’ün adını anıştıran “Kemaliye” adı verilerek 1926’da Erzincan’a bağlanan, halılarıyla ünlü, benim dedemin de yaşadığı Eğin’i görmüş gibi oldum. Bunda, Özgünaydın’ın Kemaliye’nin doğasını, insan varlığını anlatan Taş Yolu-Eğin Türküleri adlı öykümsü anlatısı ile Gurbet Zamanı adlı romanının etkisi de oldu.

Özgünaydın, eşiyle birlikte Eğin’den İstanbul gurbetine göçenlerden. Hürriyet gazetesinde muhabirlikle girmiş yazın dünyasına. Milliyet Sanat dergisinin Abdi İpekçi Röportaj Yarışması’nda ödül almış. Birçok dergide, gazetede fotoğraflarını yayımlama olanağı yaratmış. Cumhuriyet gazetesinin “Fotoğrafın Dili” köşesinde denemeler yazmış. Birçok ilde sergiler açmış.

Göçtükleri yer İstanbul da olsa, doğup büyüdüğü yerlerden kopmak aile parçalanmasına yol açıyor. Ayrılık acılarını da kadınlar, kimsesizliği yaşayan çocuklar çekiyor. Bu bağlamda Eğin’e özgü türküler, eşlerinin gurbete çıkmasıyla vurguna uğrayan kadınların özlemlerini, çaresizliklerini yansıtan birer ağıttır.

Eğin söz konusu olsun da, akla özellikle kadınların yaktığı gurbet duygularını yansıtan türküler öne çıkmasın! Özgünaydın’ın çok kısa özgeçmişinde bile o türkülerden örnekler var:

“Fırat kenarında kayık değilim/ Senden ayrılalı ayık değilim/ Bir çift selamına layık değilim/ Ya ben ağlamayım kimler ağlasın”

“Eğin’in altında akan Fırat’tır/ Ağam sılaya gel o da murattır/ Tez gel ağam tez gel olma yabancı/ Benim ahım eder seni dilenci”

FOTOĞRAF-ANLATI

Fotoğraf, insanın yaşamını görüntüleyen tarihidir. Basımla ilgili her alanda eksikliğimiz olduğundan, fotoğraflara daha çok kimliklerde, pasaportlarda, yasal konulardaki belgelerde rastlanıyor.

Lütfi Özgünaydın, Çukurova’yı bir yıl süreyle adım adım dolaşıp fotoğraflar çekiyor, bu fotoğrafları Yaşar Kemal fotoğraflarıyla birlikte sergiye dönüştürüyor. İzlenimlerini şöyle dile getirerek açıklıyor:

“Sanki Yaşar Ağabey yanımda. Adana’dan Hemite’ye gidiyoruz; oralardan mutlu olduğunu fısıldıyor kulağıma. Adana’ya bir kez daha geldim, senin sevdalı olduğun topraklardayım. Hemşerilerinle fotoğraflarını buluşturuyorum. Bu bana huzur veriyor. Çukurova-Yaşar Kemal kitabını da yayımlayınca da huzur bulmuştum. Onu saygıyla rahmetle bir kez daha anıyorum.”

Fotoğraftaki görüntüler bakanda çağrışımlara yol açsa da yaratıcılık ürünü anlatının yerini tutmaz. Bu, Yaşar Kemal’in, onun iç dünyasında yarattığı etkiyi dile getirdiği anlatımından da anlaşılıyor.

Özgünaydın bu gerçeği kavramış olmalı ki, Yirmi Yazar’da fotoğrafını çektiği yazarlara sorduğu sorulara onlardan gelen yanıtları da eklemiş. Böylece okuru fotoğraf sanatıyla, anlatıyı bütünleştirerek Ayşe Kulin, Adnan Özyalçıner, Adnan Binyazar, Ayşe Kulin, Doğan Hızlan, Füruzan, Cevat Çapan, Feridun Andaç, Zülfü Livaneli, Zeynep Oral, Buket Uzuner, Özdemir İnce, Yalvaç Ural, Haydar Ergülen, Nedim Gürsel, İnci Aral, Lâtife Tekin, Müge İplikçi, Nursel Duruel, Murat Yalçın, Gültekin Çizgen gibi yazarların yaratıcı dünyasında yaşatıyor.

Fotoğraf: Uğur Demir

BİR ALINTI

Yazar, sanatçı, düşünür tek yönlü değildir, düşünsel-duyumsal- üslup açısından kendilerine özgü kimlikleri vardır. Özgünaydın, yazarların bu yönlerinin belirginleşmesi amacıyla, onlara soru yöneltirken alışılmış biçimlerle yetinmiyor, her birinin kendilerine özgü yönlerini yansıtan bilgilerle giriş yaparak soruya geçiyor.

Kimilerine sorduğu soruların giriş bölümü neredeyse yazarların söyleyeceklerinin bir özeti. O geniş oylumlu girişlerle yazarın yaşamı, yazarlığı, dünya görüşü, yazınsal kimliği konusunda okuru hazırlıyor.

Verilen yanıtların yanında, yalnızca yazarın söyledikleriyle değil, soranın verdiği bilgilerle de aydınlatılmış oluyor. Böylece o ayrıntılı açıklamalarla, soruların içeriğiyle, yazarların verdiği kendilerine özgü değerledirmelerle, özellikle yazarlığa özenen gençlere yazınsal dünyanın, onları daha temelden geliştirici kapılarını açıyor.

Özgünaydın, örneğin Cevat Çapan’ın, herkesin içinden kolayca çıkamayacağı birtakım evreleri aşarak geldiği ülkemizin ünlü bir şairi olmasını anlattığı döneme yönelik son bir soru yöneltiyor: “Edebiyat ve şiir sanatları hayatımızı ne oranda etkiler?”

Gençlerin yazınsal alana bilinçli bilgilenerek girmesinde sanırım Çapan’ın şu sözleri onları daha verimli alanlara yöneltecektir:

“Şiir, insanlığımızı hissetmemizi sağlar. Bize duyarlık kazandırır. Düşümeyi öğretmeye çalışıyor okullar bize. Ama insan sadece düşünerek yaşamaz ki. Duyarlık diye bir şey var. Duyguları var insanların. Duygular ile düşünceler ne kadar bütünleşirse, ne kadar birbirini tamamlarsa, insan insanlığını o kadar zengin bir biçimde yaşayabilir. Bunu da edebiyat sağlar bize. Yani edebiyat bize nasıl hangi durumda nelerle karşılaşılabilineceğini, neleri görebileceğini, görülmeyenin nasıl görüleceğini gösterir.”


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler