Zeynep Oral’dan ‘Anadolu’da Bir Devrimci Prenses’

Devrimci, feminist, bağımsızlık savaşçısı, direniş lideri, anne, gazeteci, yazar, prenses... Cristina Trivulzio di Belgiojoso (1808-1871)... Anadolu’da Bir Devrimci Prenses (İnkılâp Kitabevi), usta gazeteci ve yazar Zeynep Oral7ın kaleminden bu olağanüstü kadının ülkesi İtalya’da öncülük ettiği, mücadelesini verdiği ve uğrunda bedeller ödediği devrimin burçlarından Anadolu’nun bağrına dolu dolu yaşamının müthiş hikâyesi.

Yayınlanma: 23.11.2023 - 00:03
Zeynep Oral’dan ‘Anadolu’da Bir Devrimci Prenses’
Abone Ol google-news

Prenses Cristina Trivulzio di Belgiojoso heykeli, Milano. Heykel: Giuseppe Bergomi

‘SAFRANBOLU’YA SIĞINAN MÜTHİŞ BİR İTALYAN KADIN’

- Her şey nasıl başladı? Kitabınızın yazılış serüvenini anlatır mısınız?

Bu kitap hiç aklımda yoktu. Üzerinde çalıştığım, boğuşmakta olduğum iki başka kitabım vardı elimin altında… Ben öyle çabuk yazamıyorum… Leyla Gencer filminin gösterimi için belgeselci arkadaşım Selçuk Metin’e birlikte Safranbolu’ya davetliydik.

Safranbolu’nun genç, güzel, çalışkan Belediye Başkanı Elif Köse Leyla Gencer belgesel filmin gösteriminden sonra, heyecanla bize “Safranbolu’ya sığınan müthiş bir İtalyan kadından” söz ediyordu… Selçuk Metin’den bu kadının Anadolu’da ki yaşamıyla ilgili bir belgesel yapmasını istiyordu. Selçuk da senaryoyu benim yazmamı istedi.

Doğrusu ikimiz de bu adı daha önce hiç duymamıştık. Hele bir araştırayım dedim. İlk bulduğum kaynaklar Fransızca ve İngilizceydi… Ancak bunlarda Anadolu faslı çok kısa geçiyordu. Okudukça bu kadına hayran oldum. 3 yıl boyunca Prenses Cristina’yla ilgili her şeyi okudum. Gerçekten, “müthiş kadın”dı. Ama bu arada önemli bir şey oldu.

İki uzman Murat Babuçoğlu ve Orhan Özdil Osmanlı arşivlerine girerek Prenses Cristina’nın yazdığı mektuplara ulaşmışlar ve bunları Safranbolu Belediyesi yayımlamıştı. O belgeleri okuduktan sonra artık işin geri dönüşü yoktu. Ancak finansman bulunamadı ve filmi yapmaktan vazgeçtiler! Bütün öğrendiklerim boşa gitmesin, araştırırken aldığım mutluluğu herkesle paylaşayım deyip, oturup bu kitabı yazdım.

Prenses Cristina Trivulzio di Belgiojoso / Resim: Francesco Hayez /1832

‘DEĞİŞİM OLACAKSA, TABANDAN GELMESİ GEREKTİĞİNE İNANIYOR!’

- Ülkesindeki öncülük ettiği, mücadelesini verdiği ve uğrunda bedeller ödediği devrimin burçlarından Anadolu’nun bağrına nasıl bir yolculuk, nasıl bir emsaldir Cristina Trivulzio di Belgiojoso?

Devrimci, feminist, bağımsızlık savaşçısı, direniş lideri, anne, prenses! Kimliğinde ve savaşımında somutlaşan, özgür kadın iradesinin gücüne işaret eden olağanüstü bir bileşim. Yarattığı farka/farklara ilişkin düşüncelerinizi burada da dile getirirseniz neler söylersiniz?

Yarattığı en büyük fark, çok erken zamanda kadınları örgütlemeye çalışması… Herhangi bir değişim olacaksa, bunun tepeden değil, tabandan gelmesi gerektiğine inanıyor. Taban demek, kadınlar demek…

Servetine ve evlendikten sonra edindiği “Prenses” unvanına karşın, İtalya’da olsun, sürgünde yaşadığı yörelerde olsun hep ama hem yöneticilerin, iktidarın yanında değil, halkın arasında yer alıyor.

Açıkçası, sokaktaki sıradan bir direnişçiyle, anlı şanlı yazarlar, şairler, müzisyenler arasında ayırım yapmıyor. Kapısı hepsine açık. Kaçakları, sürgünleri, ünlü sanatçıları, yararlanabileceği asilleri ayni mekanda buluşturmayı seviyor.

‘BU KİTABI 120 DEĞİL, 420 SAYFADA DA YAZABİLİRDİM. AMA..’

- Prenses Cristina Trivulzio di Belgiojoso ile karşılıklı diyaloglar şeklinde de kaleme alıyorsunuz kitabınızı. Neler söylüyor size genellikle, nasıl sesleniyor?

Onun hakkında birçok kaynaktan çok şey öğrendikçe, bir de baktım kendi kendime ah keşke hayatta olsaydı da, ona şunu ya da bunu sorsaydım diye geçirmeye başlamışım. İşin tuhafı o da bana yanıt vermeye başladı. farkında olmadan onunla konuşur olmuşum… O zaman hadi Zeynep dedim, sorularımı sordum, o da bana açık seçik yanıt vermeye başladı. Birbirimize siz diyorduk…

Şunu da itiraf edeyim: Bu kitabı 120 sayfada değil, 420 sayfada da yazabilirdim. Ama kitap fiyatları AKP’nin dahiyane ekonomi politikasıyla öyle bir fırladı ki,, kağıttan, mürekkepten tasarruf edeyim diye minimum, en kısa biçimde yazdım. Okumayı, kitap almayı seven gençleri düşünerek, hükümet itibardan tasarruf etmese de, ben edebilirim dedim…

‘TARİHİ BİLGİLERİ, ÜZERİNE ÇOK VURGU YAPMADAN VERMEYE ÇALIŞTIM!’

- Kitabınızda Prenses Cristina’nın yaşamındaki kırılma noktalarının kimliğini nasıl şekillendirdiğini ve mücadelesini olgunlaştırdığını adım adım ortaya koyuyorsunuz. Onu çevreleyen ortamın ve yetişirken değişen Avrupa ve dünyanın, çağının hızının üzerindeki kelebek etkilerini burada da değerlendirir misiniz?

Bu, gerçek bir öykü. Yaşanmış bir öykü. Yaşadığımız hiçbir şey gökten zembille inmiyor. Her şey, içinde yaşadığımız politik ekonomik, toplumsal ve kültürel gerçekliğin, olguların, birikimlerin bir sonucu.

Prenses Cristina’nın yaşadığı dönemde (1808-1871) yani 19. yüzyılda Avrupa’nın özellikle İtalya’nın tarihi İtalya’nın krallıklara bölündüğü, kah Avusturya kah Fransa’nın çıkar ilişkileri ve egemenliği altında olduğunu; en ufak bir direnişe izin verilmediği ve bağımsızlık mücadelesi bilinmezse, Prensesimizin, hiçbir düşüncesine, hiçbir eylemine akıl erdiremeyiz.

O tarihi bilgileri, üzerine çok vurgu yapmadan vermeye çalıştım. Gerçekler, tepkiler, etkileşimler; hepsi toplumsal, ailesel ve bireysel yaşamları biçimlendirecekti.

AŞK, ANNELİK VE DEVRİM!

- Eşi Prens Belgiojoso ile yaşadığı nasıl bir aşktı? Öyle ki ömrünce yüreğinde kök salacak sızıya çok daha güçlü bir aşk eşlik ediyor; İtalya’nın özgürlüğü, bağımsızlığı ve bütünlüğü yolunda devrim!

Cristina 16 yaşında aşık oluyor Prens Belgiojoso’ya. Prens çok yakışıklı, çok ünlü, muhteşem bir sesi var. Müzik, opera tutkunu. Çok çapkın. Kelebek misali çiçekten çiçeğe konmakta.. Cristina ona aşık oluyor. Aile karşı çıkıyor, ama söz geçiremiyor. Bunda biraz da aile baskısından kurtulma, daha özgür olma isteği de var. Örneğin, anılarında, ancak prensle evlendikten sonra istediği romanları okuyabildiğini daha önce annesinin izin vermediğini söylüyor…

Kocasına çok aşık ama evlendikten sonra, prensin ilk çapkınlığında onu terk ediyor, boşanmak istiyor ancak prens her seferinde ayrılmaması için yalvarıyor. prensin Cristina’ya hep geri gelmesi ise bence daha çok ekonomik kaygılardan (elbet bunu Prenses Cristina’ya söylemedim, onu üzmemek için). Prensin ünvanı var ama, asıl varlıklı olan Cristina’nın ailesi.

Cristina, güncelerinde son güne dek onu sevdiğini söylüyor. Kapısı ona hep açık ama müşterek hayatları olmuyor. Aynı sadakatsizliğe uğramasın diye de ilgi duyduğu, sevdiği başka erkeklerle de hayatını birleştirmiyor. “Ben özgür bir kadınım” diyerek, kızını yalnız anne olarak doğuruyor ve büyütüyor. Ve tüm yaşamını başka bir tutkuyla dolduruyor. Tutkusu, bağımsız ve bütünleşmiş bir İtalya devleti. Tüm aşkını tutkusunu bu yolda devrim yapmaya yöneltiyor!

Prenses Cristina Trivulzio di Belgiojoso heykeli, Milano. Heykel: Giuseppe Bergomi

PRENSESİN 2021’DE MİLANO’DA DİKİLEN HEYKELİNİN ANLAMI!

- Eril dünyanın bugünü aratmayan hele ki Papa’nın kitabınızda da imlediğiniz gibi saldırılarına, sürgünlükler karşın yılmaması… Sağladığı kazanımlar ile günümüz kadınına sunduğu yüreklendiren mesajlarını nasıl özetlersiniz?

Prenses Cristina yaptıklarının hiçbirini, kimseye herhangi bir mesaj vermek için yapmıyor. Başka türlü davranamadığı için yapıyor… Hayatı bir mesaj: Kendinizi yetiştirin, okuyun, öğrenin, yardım edin, özgür, bağımsız bir hayat düşleyin, kadınların gücüne inanın diyor. İnandığınız doğrular yoluna mücadele etmekten korkmayın diyor.

Yazılı bir mesaja 2021 yılında Milano’da dikilen heykelinde rastlıyoruz: Heykeltraş Giuseppe Bergomi onu, kaidenin üzerinde yükselen bir divana oturtmuş. Bir elinde kitaplar bir elinde günlükleri … Kaidenin arka yüzünde onun kaleminden çıkmış şu sözler yazılı:

“Geleceğin onurlu kadınları, geçmişte kadınların yaşadıkları acıları, aşağılanmaları, mücadeleyi düşünsünler ve onların asla tatmadıkları, olsa olsa ancak düşleyebildikleri güzel günlerin yollarını onlar için açanları, minnetle, şükranla ansınlar.” Cristina Trivulzio di Belgiojoso, 1866

“PARİS’İN YÜKSEK SOSYETESİ İKİYE AYRILIYOR: PRENSES CRISTINA’YA HAYRAN OLANLAR VE NEFRET EDENLER…”

- İlk sürgün hayatı Paris’te, ondan sonra İstanbul ve Anadolu… Bu tercihleri, neden nasıl yapıyor?

Sürgüne yollanmıyor, Tutuklanacağını öğrendiği an ülkesinden kaçıyor. İlk kaçışı Paris’e... Avusturya İmparatorluğu tüm mal varlığına el koyuyor. Hayatında ilk kez çalışmak zorunda kalıyor. İlk yıllar çok zor sabahlara kadar çeviri yapıp, dikiş dikip, ders verip geçinmeye çalışıyor; son yıllarında ise yüksek sosyeteye ve sanat çevrelerine giriyor.

Fransız şair Alfred de Musset, Alman şair Henri Heine ona aşıklar… Franz Liszt, Chopin, George Sand, Rossini ve Vincenso Bellini dostları… Balzac, Chateaubriand ve Madame Récamier gibi ünlüler çevresinde... Bir gazeteciye göre o sıralar Paris’in yüksek sosyetesi ikiye ayrılıyor: “Prenses Cristina’ya hayran olanlar ve ondan nefret edenler…”

İSTANBUL VE SAFRANBOLU, KARABÜK VE ÇAKMAKOĞLU ÇİFTLİĞİ...

Af çıkınca ülkesine dönüyor. Ancak uslu durmuyor. Direniş hareketine, sokak isyanlarına katılıyor. Ve üstelik artık annedir… Tam yeniden tutuklanacağını öğrenince kızını ve kızının mürebbiyesini kaptığı gibi önüne çıkan ilk gemiye binip kaçıyor. Gemi Malta’ya kadar gidiyormuş.. Elbet Paris salonları ve Roma sokak savaşlarından sonra küçük Malta adası, Cristina’ya çok sıkıcı geliyor.

Bu arada Osmanlı İmparatorluğu tüm göçmenlere kucak açmış durumda… Malta’dan bindiği ikinci bir gemi onu İstanbul’a getiriyor. Ancak, Saray çevresini hiç ama hiç benimsemiyor. Toprağa yakın, ona Lombardia’yı anımsatacak kırsal alanda bir çiftlik kurmak üzere arayışa giriyor… Ve… Safranbolu, Karabük… Çakmakoğlu Çiftliği’ni alıyor… Amacı kızına ve kendine hem üretken hem huzurlu bir hayat sağlamak…

“KÖYLÜLER ONU ‘BİZDEN BİRİ’ YA DA ‘HEPİMİZİN ANNESİ’ DİYE BENİMSİYOR’

- Yöre halkının annemiz diyerek nitelediği, hele ki prensesin uğradığı bıçaklı saldırı karşısında gösterdiği duyarlı tepkiyle prensese karşı gönül bağını anlatmanızı özellikle rica etmeli.

Ve kitabınızda da önemle vurguladığınız gibi Prenses Cristina’dan sonra Çakmakoğlu Çiftliği’ne ne olduğunu da sormalıyım?

Yöre halkı ilk andan onu bağrına basıyor. Çünkü kapısı herkese açık. Çünkü Roma’da hastaneler kurmuş hemşirelik yapmış, hemşireleri Florence Nightingale’den önce örgütlemiş, tıp bilgisi olan bir kadın.

İlk zamanlar “Osmanlıya sığınan Frenk kadın” diye görüyorlar köylüler onu ama kısa zamanda tüm yörenin “iyileştiricisi” oluyor. Bütün hastalara bakıyor, her gün evinin önünde hasta kuyrukları oluşuyor. Kimseyi geri çevirmiyor. Ona gelemeyen hastaların evine o gidiyor. Çocuklara okuma yazma öğretiyor, hijyen dersi veriyor. Bütün kadınların dert ortağı, neredeyse suç ortağı oluyor… Ve köylüler onu “bizden biri” ya da “hepimizin annesi” diye benimsiyor.

 

‘KİTAPLARINDA BATILI ORYANTALİST BAKIŞIN TAM TERSİ BİR YOL İZLİYOR’

- Yazdığı kitaplara ilişkin neler söylersiniz?

Batılı Oryantalist bakışın tam tersi bir yol izliyor. Bence röntgencilikten farksız olan o bakışı yerle bir ediyor… Sarayın değil halkın gerçeklerini anlatıyor. “Şark büyüsü” diye yalan söyleyen Batılı gezginleri yerden yere vuruyor. Dillere çok yeteneği var. Türkçeyi öğreniyor, halkın arasına karışıyor. Özellikle kadınlarla dostluk kuruyor.

O da haremi, hamamı anlatıyor ama saraydaki değil halkın gittiği, pislikten, havasızlıktan geçilmeyen temizlikle ilgisi olmayan hamamları; kadınların adeta köleden farksız olduğu haremleri, leş sefil yerleri, yolu olmayan, çamur deryası köyleri anlatıyor. Hani şimdi Osmanlı sevdalısı yöneticilerin anllattıklarından çok farklı şeyler anlatıyor.

Prenses Cristina’nın Asie Mineur et Syrie-Souvenirs de Voyages kitabı 1858’de, Fransa’da ilk kez yayımlanmış, sonra birçok baskı yapmış. Ben Fransızcasını okudum. Tam kitabı bitirmek üzereyken bu kitabın 2023 yılında Meval Award’ın çevirisiyle Selenge Yayınları tarafından Küçük Asya ve Suriye Seyahatnamesi adıyla Türkçe yayınlandığını öğrendim. Bir çırpıda okudum. Çok, çok ilginç anılar... Meraklı okuyuculara mutlaka öneririm.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler