Alfabe bahane, cehalet şahane!

04 Kasım 2018 Pazar

1 Kasım 2018’e denk gelen “hayırlı cuma”; laik Cumhuriyete hayırsızların “bir gecede cahil kaldık” yalanıyla karaladıkları en uğurlu günümüz Harf Devrimi’nin 90. yıldönümüydü.
Tüm çok eski diller gibi özgün alfabesi Göktürk ya da Orhun diye bilinen (runeiform) alfabeye sadık kalamayan Türkçeyi Latin harflerle okuyup yazmak, bugün Türkiye’ye evrensel açılım ve görünürlük, halkına da bilimde öncü Batı dillerini daha kolay öğrenmek artısını kazandırdı.
Düşünün ki Büyük Britanya İmparatorluğu’nun eski sömürgeleri bugün İngilizce konuşurken, Osmanlı devleti 500 yıl egemen olduğu diyarlarda bile Arap alfabesiyle yazılan Osmanlıcayı yayamamış; 1517’den öteye Hilafet Başkenti ilan ettiği İstanbul’un adını “İslambol” diye değiştirmek istemiş, ama İslam âlemine bile kabul ettirememiştir!
Bu başarısızlık, 1681 doğumlu Şair Nedim’in: “Bu şehr-i Stanbul ki bi-mislü bahadır / Bir sengine yekpâre acem mülkü fedadır” mısralarıyla taçlanır...
Demem o ki Osmanlı’nın 1453’ten 1923’e, yani 470 yıl boyunca beceremediğini, dil devrimini 1928’de başlatan Atatürk’ün önderliğindeki Cumhuriyet rejimi iki yılda başarmış ve 1930’dan öteye tüm dünyanın Türk kentlerini Türkçe adlarıyla anmalarını sağlamıştır.

***

Bu başarıda büyük ölçüde Harf Devrimi’nin, dilimizin Latin alfabesiyle yazılmasının payı vardır.
Türkiye Cumhuriyeti, kentlerimizin Türkçe adlarını tebliğ ve kullanımını resmen talep ettiği 28 Mart 1930’dan sonra Ankara’ya Angora, İstanbul’a Constantinople, İzmir’e Smyrna’ydı Smyrne’ydi, Bursa’ya yok Pruse’ydi yok Brousse’du vb. diye gönderilen mektupları adreslerine ulaştırmadı. Türk kent ve yer adlarının Türkçe yazılmadığı resmi yazışmaları işleme koymadı!
Oysa günümüzdeki aymazların özendiği Osmanlı sultanları, adı boyundan uzun ululukta, TV dizisi hakanı Abdülhamit Han dahil; saltanatları boyunca güya titrettikleri “cihan-ı âlem”e mülkünün hiçbir köşesinin adını Türkçe söyletememişti!
1930’a kadar Trakya ve Anadolu’nun tüm kentleri, hatta bölgeleri antik ya da klasik eski isimleriyle anılıyor, Osmanlı bu toprakların 600 yıllık sahibi değilmiş gibi Türkçeleşmiş adları hiçe sayılıyordu.

***

Türkçeleşmiş diyorum, çünkü tarihi pek de takmayan Türkler hiç olmazsa bu anlamda etimolojiye sadık kalmış, antik yerleşim merkezlerinin adlarını geniş genelde değiştirmemiş, eskilerini içinde taşıyan doğal devinimleriyle yetinmiştir. Örneğin “Natolia”nın bir süre “Anatolia” diye anıldıktan sonra analar dolup taşıyormuş gibi bir güzellemeyle “Anadolu”laşması da böyleydi; Konstantinopolis’in Stin Poli (iç kent) kısaltmasından yola çıkarak önce İstinpol, sonra İstanbul’laşması da...
Osmanlı’nın dilini yerleştirme ve yayma başarısızlığında elbette ki Arap harfleriyle yazılıyor olmasının yanı sıra, Osmanlıcanın üç dört dilin karışımından ibaret ağdalı kimliksizliğinin de payı vardır. Zaten devleti ve mülkünü çağdışı bırakarak sonunu hazırlayan süreç de bu kimliksizlikten beslenmiş; Osmanlıcanın çağdaş kültüre ulaşmakta yetersiz kalıp tıptan mühendisliğe başta Fransızca ve Almanca, yabancı dillere ihtiyaç duyulmasıyla başlamıştır.

***

Cumhuriyetin en kutlu başarısı Harf Devrimi’ne “bir gecede cahil kaldık” diye lanet okuyan cühelaya en veciz yanıtı, bir sosyal medya kullanıcısı verdi: “Haydi deden alfabe değişti diye bir gecede cahil kaldı. Ya sen? 90 yıldır değişmeyen bir alfabe var, sen niye cahilsin?”
Harf Devrimi’ne dil uzatanlar ne dün Arap alfabesiyle Osmanlıca okurlardı, ne de bugün Latin alfabesiyle yazılmış Türkçe tarih, bilim ya da ebediyat okurlar...
Ağızdan dolma tüfek gibi kulaktan dolma avam dilleriyle Türkiye’ye Osmanlıcılık dayatan bu cahiller Arapça selamlaşır; Nedim’in Acem mülkünü bir taşına feda ettiği İstanbul’u hâlâ İslambol’laştırmaya çalışırlar. Ama boşuna.
Kimliksizleşmekte gerçekten başarıya ulaştılar, sanırım sonları da Osmanlı’yı aratmayacaktır.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kızgın Boğa 21 Nisan 2024
Kıyamete hazırlık 14 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları