Enver Aysever

Utanmaz adamlar çağında Demir Özlü’ye sığınmak

02 Aralık 2018 Pazar

1- Ufuk Uras: “Türkiye’nin en cahil kesiminin Kemalistler olduğunu düşünüyorum. Kendilerinden çok eminler ve kendilerini hiç geliştirmiyorlar. İşin ilginç yanı Kemalistler Mustafa Kemal’i de hiç bilmiyor” diye buyurdu sosyal medyada. Doğrusu akla gelenin özensiz biçimde savrulduğu o ortamı (sosyal medya) pek ciddiye aldığımı söyleyemem. Ancak bir dönem sosyalistlerin umudu olan, akademisyen / siyasetçi kimsenin süzgeçten geçirmeden fikir beyan edeceğine de ihtimal vermem...

 

Sol liberal salgın ülkeyi öyle zehirledi ki, neresinden tutsan, düzelmiyor. Bu nasıl kibir, şımarıklık, saygısızlık böyle! Nasıl RTE’yi hamaset Atatürkçüleri iktidarda güçlendiriyorsa, bu türden saldırılar da o hamaseti yapanları eleştirilmez kılıyor. Birbirini besleyen acayip denge! Sevimsiz tahterevalli...

2- “Onursuz bir adamın portresi” diye öykü yazsam, şöyle kurgulardım; Adam yazarlığa heveslidir, yoksul bir ailenin çocuğudur, bunu malzeme yapar ilkesizliğine! Kültür, sanat çevrelerine girmek için her yolu meşru saymaktadır. Ustaların yanına sığınır önce, sonra onlarla kavga eder, arkalarından konuşur, bundan sıkıntı duymaz, hedefi vardır, ün istemektedir. Burnu iyi koku alır, devir cemaatçilerin devridir, oraya sızmak ister. Zaman’da görünür, fırsat bulsa köşe yazacaktır. Taraf’ın sivil kavganın kalesi (!) olduğunu hararetle savunur. Sol liberallerin yancısıdır...

Kahramanımızın eli kalem tutar, yeteneği de vardır, kalbi ve ahlakı kötüdür. Bakar ki orada ekmek yok, sosyalistlerle kol kola girmek için yol arar, sızmayı da başarır, bakarız BirGün’de kalem oynatmaktadır! Aklının başına geldiği umudunu taşırız ne mümkün! Kılıktan kılığa girmeyi başardığı için gizlenir. Sosyalist kamuflajı kısa süre sonra dökülür üstünden...

Yeni liman Odatv olur, orada en koyusundan Atatürkçülüğe soyunur. Yakın çevresi adına utanır da, onda herhangi yüz kızarıklığına rastlanmaz. Artık milliyetçiliğin baş kalemşorudur o. Kürtlerden nefret eder, sosyalistlere düşmandır! İktidara dişe dokunur tek cümlesini bulamazsınız ama... Nihayetinde soluğu Aydınlık’ta alır...

Dedik ya edebiyattan anlar diye, benden iyi tarif edenler var onu. Hüseyin Rahmi’nin “Utanmaz Adam”ıyla, Aziz Nesin’in “Zübük” karışımı bir mahlûk işte!

3- Müjgan Yıldırım’ın Doğan Kuban’la yaptığı nehir söyleşiyi okuyorum: “Bir Rönesansın Adamı”. Doğrusu bu tür kitapları sevmiyorum. Anılara, biyografilere bayılırım, ancak söyleşi sanki izlemek, dinlemek ya da gazetede okumak için uygun gelir bana. Yıldırım’la Kuban söyleşisinden keyif aldım, çok öğrendim. Doğan Kuban ‘dil’ üstüne konuşurken yaşam deneyimini, düşüncesinin geldiği berrak noktayla birleştiriyor. Öteden beri biliriz: “Dil yazarın yurdudur” Eğer doğru dürüst ulus tarifi yapılacaksa, ırkçı anlayışı reddeden, bu bakış anlamlı mutlaka.

Hepimizi öfkelendiren İngiltere’deki ırkçı saldırı üstüne düşündüm yeniden. Genç İngiliz, bir diğer gence, Suriyeliye saldırıyor, vuruyor, nefret kusuyor. Suriyeli çaresiz, yabancı olduğunu bilerek, karşılık vermeden, yoluna devam ediyor. Kimi kameraya alıyor olanları, kimi izliyor, gülüyor. Müdahale eden yok elbette! Irkçılık salgın, tedavisi olanaksız hastalık!

4- “Önünde Boş Bir Uzam”, “İşte Senin Hayatın” şahane Demir Özlü kitapları, sevgiyle okudum. Kısacık anlatılar, güçlü imgelerle bezenmiş, kişiyi kendi iç hesaplaşmasına götüren, sıcacık metinler. Bir de “Paris Günleri” eklendi ardından okumalarıma. Bunca çerçöp içinden nasıl duyuracağız Özlü’yü yeni kuşaklara. Heyecanlandım, ayrı kuşak yazarlar olmamıza karşın, benzer izlek üzerinde yürümemiz, neredeyse aynı kaygıları taşımamız etkiledi doğrusu.

Siyasal saptamaları özenli, kırılgan Özlü’nün, yurdundan uzağa düşmek, göçmenlik halleri metninin her yanında, belli o sancı derinlerde yer tutmuş. Şöyle diyor Özlü;

“Bütün bütüne “yaralı bir toplumdu bu”. Askeri diktatörler, ardından gelen hesaplı cıvık sivil rejimler bütün toplumu yaralı bir toplum yapmıştı. Sadece salgın yayılan, sokaklarda sürünen ölüm değil, cinayetler, işkenceler, cezaevlerine tıkılmalar, yaralamalar, sakat bırakmalar... Hepsi, hepsi yarattı bunu. Hemen hemen her aile yaralıydı, hepsinin verdiği bir kurban vardı.”

5- Yazarların günce tutmasını, anılarını kaleme almasını görev saymaları gerek. Kuru tarih anlatıları, siyasal metinlerden çok daha güçlü, etkili oluyor bu kitaplar. Özlü’nün güncesi, yazık ki bölük pörçük. Çalkantılı dönemlerden, hasar almadan sıyrılmak ne mümkün! İnadına yaşamak istiyor insan. “Paris Günleri”nden;

“Ne de güzel serinlemişti hava. Belki birazdan yağmur da gelir Paris üstüne. Daha doyamadım Avrupa’ya, yok sanıyorum ki ben, yaşamaya da doyamayacağım. Bende yaşama isteği, zaman zaman yaşamayı da aşıyor.”

6- RTE bilerek, isteyerek toplumu kutuplaştırmaya devam ediyor. Kadıköylülerin de içinde olduğu kimi semtlere hakaret etti ve dedi ki: “Pastanın kaymağını onlar yiyor.” Seçime gidiyoruz ya, yine tabanını kenetlemek için bu yolu tutuyor. Ucuz, devlet adamına yakışmayan taktik, ama tutuyor işte.

Siyasal İslamcılar ne sevmeyi, ne sevişmeyi biliyor. Ham, sığ... Kadıköy’de insanlar kadınlı erkekli, özgür yaşıyor. Şarkılar söyleniyor, dans ediliyor. Yaşam sevincini kıskanıyor RTE. Kimsenin sarayı yok, ama herkes yaşamına sahip çıkıyor. Ayrıca pastada kaymak olmaz, ona krema denir!

7- Sabah yedi buçukta kızımı okula göndermek için, kör karanlıkta aşağı iniyorum. Buz gibi havada, hayalet gibi salınıyor çocuklar. Okulda ne öğreniyor? Koca hiç! Siyasal İslam savunusu dolu kitaplarda! Hâlâ bakandan medet umanlar var. Ziya Selçuk büyük eğitimciymiş! Öğretmenler günü öncesi tüm okullarda hatim indirildi, üstelik genelgeyle, kimin imzasıyla acaba? Her sabah çocuklarımızı karanlığa yolcu ediyoruz ellerimizle...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İflas 25 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları