Çevirmenin adı yok

16 Aralık 2015 Çarşamba

İKSV’nin düzenlediği, bu yıl ilk kez verilen Talat Sait Halman Çeviri Ödülü’nü Georges Perec’in “Karanlık Dükkân: 124 Rüya” adlı çevirisiyle Siren İdemen kazandı. Seçici kurul başkanı Doğan Hızlan ödülü açıklarken kurulun bir notunu da bildirdi. Seçici kurul kitabın yayıncısı Metis Yayınları’na bir uyarıda bulunuyordu. Bir ödül töreninde böyle bir uyarı yapılması belki bir ilkti ama çoğunluğu çevirmenlerden oluşan bir seçici kuruldan da beklenebilecek bir şeydi bu. Değerli çevirmenler Sevin Okyay, Ahmet Cemal, Yiğit Bener ve Kaya Genç’ten oluşuyordu seçici kurul.
Çevirmenin de eser sahibi olduğuna dikkat çeken Hızlan, yayınladığı nitelikli kitaplar ve çeviriler nedeniyle kutladığı Metis Yayınları’nı, çevirmenin adını kitabın kapağına yazılmadığı ve kitabın içinde kısa yaşam öyküsüne yer vermediği için uyardı ve yayınevlerini bu konuda daha duyarlı olmaya davet etti.
Bir kitabın kapağında çevirmeninin adının kullanılıp kullanılmaması yayınevlerinin tercihine, çevirmenin ısrarına bağlı. Bu konuda dünyada da Türkiye’de de bir kural yok. Çevirmen tıpkı editör, grafiker ya da diğer yayınevi çalışanları gibi bir kitabı oluşturan, var eden gizli kahramanlardan. Bir çeviri kitapta çevirmenin yazar kadar önemli olduğunun, eğer bir eser iyi çevrilmemişse yayınlandığı dilde hiçbir şansının olmadığının anlaşılması pek eski değil. Oysa Türkiye gibi dünyada yayımlanan hemen her önemli kitabın çevrildiği, çeviri kitap oranının yüzde 40 gibi büyük bir orana vardığı bir ülkede çevirmenin önemi daha büyük olmalı.
Defne Halman ödül törenindeki konuşmasında babası Talat Sait Halman’dan söz ederken çevirinin bir eser, çevirmenin eser sahibi sayılması konusunda yaptığı çalışmalardan söz etti. Çeviriler birer işlenme olarak kabul edilip Fikir ve Sanat Eserleri Yasası’nın (FSEK) korumasına alınmış ama çevirmenlerin eser sahibi olarak kabul edilmesi pek eski değil. Bu ancak 1995’te yapılan düzenleme ile mümkün olmuş. Bu düzenleme ile çevirmen “işlenme eser sahibi” olarak sayılıyor ama yasanın hiçbir yerinde adı anılmıyor, “çevirmen” sözcüğü geçmiyor.
Çevirmen “işlenme eser sahibi” olarak tanımlandığı andan itibaren eser sahibi ile aynı haklara sahip oluyor. FSEK’in 15. maddesi şöyle diyor: “Eseri, sahibinin adı veya müstear adı ile yahut adsız olarak, umuma arzetme veya yayımlama hususunda karar vermek salahiyeti munhasıran eser sahibine aittir.” Çeviri de bir işlenme olarak “eser” olduğuna göre çevirmen 15. maddedeki hakkını kullanarak adının eserinin üzerinde kullanılmasını isteyebilir.
İşin yasal yanının ötesinde bir kitabı kimin çevirdiği önemlidir. Georges Perec’in kitabını Siren İdemen gibi usta bir çevirmenin çevirmiş olması okurun o kitabı almasını, okumasını olumlu yönde etkileyecektir. Dünya klasiklerinin yayınında onca rezalet yaşandıktan sonra okurların daha duyarlı hale geldiğini ve klasikleri satın alırken kimin çevirdiğine baktığını biliyoruz. Birçok önemli eser tanıtılırken çevirmeni de özellikle vurgulanıyor.
Çevirmenin kitabın kapağında adı yok ama iş yargılamaya gelince çevirmen eser sahibi olarak sanık sandalyesinde. Çevirmenin eser sahipliği öyle önemseniyor ki çeviri bir kitap hakkında dava açıldığında
o eserin yazarı değil çevirmeni yargılanıyor. Örneğin Chuck Palahniuk’un kitabına müstehcenlikten dava açıldığında yargılamak üzere Palahniuk’u değil kitabın yayıncısını ve çevirmenini sanık sandalyesine oturttu hâkim. Oysa çeviri bir işlenme eser ve çevirmenin sorumluluğu da o eseri doğru ve güzel olarak çevirmek. Eserin niteliği de içindeki görüş de eser sahibine, yazara ait. Basın Kanunu yorumlanarak çevirmenler ve yayıncılar yazar yerine yargılanıyor. Çevirmenler ve yayıncılar yeni Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünsal’dan bu konuda bir yasal düzenleme yapmasını ve çevirmenlerin, yayıncıların yazar yerine yargılanmasını önlemesini bekliyor. Tabii ki daha da iyisi hiçbir kitabın yasaklanmadığı, sansürlenmediği, hiçbir yazarın, çevirmenin, yayıncının yargılanmadığı bir hukuka sahip olmamız.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Ara Güler Müzesi 5 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları