‘Bir buçuk’uncu kuşak anıları

Acısıyla tatlısıyla ama tatlı bir dille yazılmış anı kitabını elime alır almaz bitirdim. Belçikalı Türklerin aydınlarından ve ilk girişimcilerinden Rüstem Çekiç, “COVID-19 sayesinde” sosyal medyayla tanışır ve eski günlerden anımsadıklarını Facebook’ta paylaşmaya başlar. Çekiç, yalın, akıcı ve samimi bir dille paylaştıklarını, çevrenin isteği üzerine “Emirdağ Belçika Türkiye Anıları” adıyla kitaplaştırdı.

Yayınlanma: 17.12.2023 - 03:00
‘Bir buçuk’uncu kuşak anıları
Abone Ol google-news

60. yıla yaklaştığımız Belçika göç serüveninde, 1950 yılı doğumlu Çekiç, birinci ve ikinci kuşak arasında. Kendisini “Bir buçuk”uncu kuşak olarak tanımlıyor. Bir tür “Emirdağ güveci” olmuş kitap. Farklı tatlar var içinde. Liseyi bitirir bitirmez, 1972 yılında, bir yolunu bulup sekiz gün süren zorlu bir karayolu yolculuğundan sonra “kapağı attığı” Belçika anılarından birkaçını sizlerle paylaşmak istiyorum. 

Çekiç, anılarıyla zaman tünelinde bir yolculuğa çıkarıyor okuyucuları. Konuşma dilinde kaleme aldığı ve bolca “Emirdağca” yöresel sözcük kullanılan anılar çok tutuldu. Çünkü mutlaka herkesin tanıdığı bir isim kahramanlar arasında ya da bildikleri bir yerde geçiyor. Anılarda kimler yok ki! Neredeyse tüm Türklere yardım etmiş meşhur “Komünist Hüseyin”den (sendikacı Hüseyin Çelik) tutun da son 50 yılın belli başlı simaları geçit töreni yapıyor.

YEŞİL SERMAYE ANLATISI

Renkli kişiliği, olduğu gibi yansımış kitaba. Bir bakıyorsunuz 1974 yılında Mahsuni Şerif konseri düzenliyor, bir bakıyorsunuz elbise mağazası işleten ve aynı zamanda semt pazarlarında elbise satan bir pazarcı olarak karşınıza çıkıyor ya da iki arkadaşıyla birlikte şirket kurup Türkiye’den toptan meyve getiriyor. Bir bakıyorsunuz “İhtiyaç var” diye kasaplıktan hiç anlamadığı ve “kasap diploması ve bonservisi olmadığı halde” 1976 yılında Brüksel’in ilk Türk kasabını açıyor, hatta “Yayla” adıyla ilk sucuklarını bile çıkarıyor. Ama macera kısa sürüyor. “At eti ile dana etini ayırt edemeyen”, “koç yumurtası”nın bile anlamını bilmeyen, işten anlamayan kasap, kepenkleri kapatıyor. Kasaplık serüvenini anlattığı sayfalardaki bir anı dikkat çekici. Sattığı etleri Müslüman olmayanların kesmesi, Çekiç’i rahatsız eder, o zamanki Tercüman gazetesi Belçika temsilcisi Ömer Şen’le birlikte Din İşleri Müşaviri Mehmet Serdaroğlu’na sorarlar. Alınan yanıt, helal kesim konusunda günümüze de ışık tutacak türden: “Evladım dinimiz insanlara zorluk çıkarmak için gelmedi. Dört hak dinden birine inananın kestiği yenir.”

“Allah’ın cebinden peygamberi çalanlar ve İslami holdingler” anısında “Yeşil Sermaye” talanını anlatan Çekiç, özellikle Atatürk’e olumsuz laf söyleyenlere artık tahammül edemiyor. Kitaba Türkiye iç politikası da karışmış, Belçika’da olduğu halde AKP’yi destekleyenleri bir türlü anlayamıyor.

‘GURBETTEKİLER İKİ KEZ ÖLÜR’

Bir taraftan Türkiye’ye gidince “Dünyanın en güzel domatesi Belçika domatesi, seni özledim” diye yazıp “Kardeşim pide yapamıyorsunuz, yağı yağ değil, hamuru berbat, porsiyonu küçük, aynı kedi maması kadar, kulağı kuyruğu yanık, yanında verilen salata tam bir gede (cimri) işi” diyerek Türkiye’deki pideleri beğenmeyen Çekiç, “Siz gelin Brüksel ve Gent’e pide nasıl yapılıyor görün, burada tek kişilik bir pide dört kişiyi doyuruyor” diye sitem ediyor ama eşinin isteği üzerine Emirdağ’dan Brüksel’e “haşhaş taşı” getirmek zorunda kalıyor. Hatta üç kilo da “haşhaş cacığı” ekliyor bagaja. 

Çekiç vefalı biri. Düğünde, nişanda, ölümde, dostlarını hiç yalnız bırakmıyor. Ölümlerinden sonra mezarlarını da ziyaret ediyor. Belçika’da her cenaze namazı kılınanın ardından “Toprağında ölmeyen iki defa ölür” dediğini hatırlıyor. 1995 yılında Brüksel’in Mahmutpaşası dediğim Rue de Brabant caddesinde market işletirken bir Belçikalı müşterisi, “Uzun yıllardır buradasın, ölünce nereye gömülmek istersin” diye sorunca Çekiç, “Biz şanssız kimseleriz, herkes bir defa ölüyor, biz gurbette duranlar iki defa ölüyoruz” yanıtını verir. Meğer müşteri, Belçika devlet televizyonundanmış. İlgisini çeker, sonra röportaj yaparlar: “Nasıl mı? Çok basit. Bizler burada cenazeyi yıkıyoruz, namazını kılıyoruz. Bir de memlekete varınca cenaze namazı kılınıyor. Ne oluyor o zaman? İşte iki defa ölmek buna derler.”

KRALIN TÜRK KOMŞUSU

Pazarcılık yaptığında ünlü simalara da gömlek satar Çekiç. Hatta Belçika başbakanına: “1987 yılından itibaren hiç aralıksız, buna cumartesi, pazar dahil 33 yıl gömlek sattım. Bir gün Molenbeek pazarında tam metronun ağzında tezgâhım var. Metroya giren çıkan mecbur önümden geçiyor. Ben de tezgâha döktüm mü en az 3 bin gömlek birden dökerim. Tam izin zamanı. Her ülkenin gurbetçi insanları aldılar mı 25 gömlek birden alırlardı. Bir ara kardeşim Bekir, kalabalığın içindeki birini gösterip ‘Abi şu adamı tanıyor musun’ diye sorunca bir baktım Belçika Başbakanı Wilfried Martens, o da kalabalığa girmiş gömlek seçiyor. Dört tane seçti, parasını ödedi ve gitti. Ne bir sokak kapatma ne trafiği durdurma var ne makam arabası ne de koruma.”

24 Nisan 1982’de, beş katlı bina ve 14 Emirdağlının yanmasını da hatırlatıyor anılar bize. Olayı haber alır almaz gelen ve göçmenlerin acısını paylaşan o zamanki Belçika Kralı Baudouin’e hayranlıkla bakıyor Çekiç. Çünkü “Türkler için ağlayan kral”dır o! Yıllar sonra Belçika kralının yazlık sarayının yanında bir daire satın alıyor ve krala komşu oluyor. “Bizde apartmanda oturma ve kurallara uyma kültürü olmayınca beş yıl oturduk, ayrıldık oradan. Çünkü komşular, bizim gece misafir uğurlarken asansör kapısı ve merdiven başı sohbetlerimizden bıktılar. Gecenin yarısı olmuş, giden misafir bağırıyor ‘Allah aşkına siz de bize buyurun’ diye”.

Rüstem Çekiç her ne kadar “Yazılarımda ne yaşadıysam, gördüysem onu yazdım. Hiçbir abartı yapmadım. Değilse ben ne yazarım ne de çizer. 50 yılı çalışmakla geçmiş bir tüccarım” dese de keskin gözlemleri ve yerinde saptamaları ile Belçikalı Türklerin bir dönemine ışık tutuyor, 320 sayfalık anılarla tarihe belge niteliğinde bir not düşüyor.

[email protected]


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler