Nerede o eski Paris!

Sabah kahvaltısını Bastille’de yaparız, çıtır çıtır kruvasanlar bizi bekler, sütlü kahve ve biraz comte ile rokfor da olsa yanında...

Yayınlanma: 05.06.2022 - 05:00
Nerede o eski Paris!
Abone Ol google-news

Sonra ver elini Sen Nehri, oradan Louvre Müzesi, bir metro ile Şanzelize. Tabana kuvvet Eyfel Kulesi’ne mi çıksak, yoksa üzerinde halk kahramanlarının adlarının bulunduğu Zafer Takı’na mı tırmansak? Moulen Rouege ve Montmartre’yi unutmayın ama.

Ya da “Bu kadar çok gezmeye ne gerek var, şöyle bembeyaz masa örtülerinin üzerinde buz gibi beyaz şaraplarımızla, kahvelerimizi yudumlamak en iyisi” der miyiz! Yolu daha önce Fransa’nın başkenti Paris’e düşenlerin kafasında bu rota vardır genelde. Hiç gitmeyenlerin de küçücük bir Google taraması ile yapacaklarının listesi aslında bundan ibaret, eğer illa da Versay Sarayı’na, Lüksemburg bahçelerine gitmeyi planlamadıysanız!

Çünkü her gezginin “Öncelikli görülecek yerler” listesindedir Paris, sırf bu kilometre taşlarıyla.

DÖNÜŞÜ OLMAYAN HASAR

Gerçi şu sıralar bir Türk yurttaşı için bırakın Fransa’yı Paris’i, evinin önüne çıkmak bile lüks ama, eğer bir şekilde yolunuz oralara düşerse, sizleri büyük bir düş kırıklığı bekliyor demektir. Hele hele, önceki yıllarda en az 2-3 kez oralara gitmişseniz, “Yok, yok bu kadar kısa sürede bu denli değişemez Paris; ki o Paris, sadece Fransa’nın değil, bir Avrupa kültürünün başkentiyken...” dersiniz içiniz acıya acıya.

Evet, pandemi süreci ve sonrasındaki göçmen politikalarıyla dünyanın değişen yapısı Paris’te bir daha dönüşü olmayan hasarlara yol açmış. Yeme içme kültüründen gezi alışkanlıklarına, alışveriş tercihlerinden bozulan “dil birliği”ne pek çok değişmiş Fransa’nın başkentinde. Örneğin Paris’in sembolü şu meşhur Eyfel Kulesi’nin sadece görkemi kalmış. Dev yapıtın hemen önündeki yeşil alan, İstanbul’un Caddebostan’ı gibi “sığınmacı” istilasına uğramış. Eskiden, hem de çok eskiden olmayan tarihlerde banklarda oturan kesim, çayır çimen serilmiş. Kimi nargilesini tüttürüyor kimi kovada satılan buzlu çay, termosta satılan kahve, üç tekerlekli arabada alıcısını bekleyen nutellalı krep ile geçiriyor gününü.

Bir de kuleye çıkmak için neredeyse kilometreyi bulan kuyruklarda bekleyen turistler. Gerçi Roland Garros, Şampiyonlar Ligi finali ve etkinlik haftası nedeniyle Paris aşırı kalabalıktı mayıs sonunda ama farklılaşmanın kalabalıkla da çok ilgisi yok aslında.

Bir şeyler değişmiş başkentte ve bu değişim Eyfel’le de sınırlı değil. O ünlü Şanzelize’ye geldiğinizde, eskiyi anımsıyorsanız düş kırıklığınız iyice artıyor. Çünkü bu cadde yeme içme kültürünün başkentidir dünyada; öyle bilinir. Soslu balıklarıyla ünlü D’Alsace’ı, kaz ciğeriyle anılan Leon’u ve her damağa uygun Le Sens Unique’i saymazsanız, “Ye kalk, yeni müşteri gelsin...” zihniyeti ele geçirmiş güzelim mekânları. O eski çift kat beyaz örtüler, üzerlerinde 8-9 kadehli masalar, buz kovasında duran beyaz-rose şaraplar sanki tarihte kalmış. Varsa hamburger, yoksa pizza, çokça da bira...

YÜREKTE BİR SIZI

Peki müze kültüründe değişiklik var mı derseniz? O da zamana uymuş. Louvre Müzesi’ne girenler eskiden ayrıcalıklı sayılırdı, örneğin David’in savaş tablosunun önünde saatlerce oturur, ressamın fırçasının izini takip edip 200-300 yıl öncesine giderdiniz, keza Mona Lisa salonunda, Da Vinci ustanın eserinin gözlerini izlerdiniz bir sağdan, bir soldan. Şimdi müzeye girmek bir dert, çıkmak başka dert; Mona Lisa salonu önünde beklemek ise ömür törpüsü. Yanan ve yapımı büyük bir dikkatle gerçekleşen Notre Dame Katedrali ise yürekte bir sızı.

Paris, spor ayakkabı ve spor giysi ile yürünüp gezilecek bir kent gibi dursa da metro, otobüs, big bus denen çift katlı otobüsle mutlaka yolunuz kesişiyor. Ne var ki pandemi kent ulaşımının da dengesini bozmuş olsa gerek eğer haftalık, aylık kartınız yoksa tek geçişlik biletlere erişim dünyanın en zor işi. Taksi bulmak şans, uber şoförüne güzergâhınızı beğendirmek ayrı bir dert. Sen Nehri’nde bir tekne turu yapalım derseniz de birkaç saat kuyruk ve tıklım tıklım gemileri göze almak zorundasınız. Eğer kişi başı 150-200 Avro’yu gözden çıkarıp içkili, yemekli bir rezervasyon yaptırdıysanız şanslısınız, ki oralarda da hemen isteyince yer yok. Keza, dünya dans literatüründe ilk üçe giren Moulen Rouge’de bir gösteri izlemek isterseniz de Fransa’ya gelmeden aylarca önce almalısınız belitinizi kişi başı 70-100 Avro ödeyip. Belki kırmızı değirmenin sanat tarafı bozulmamış ama o semt, artık Fransız mahallesinden ziyade göçmen kurallarının geçerli olduğu bir nokta; Fransa gibi değil!

Yine de Bastille’de, gurme arkadaşım Oğuz Yenihayat’ın tavsiye ettiği bir fırında yenen kruvasan, yanında francala içinde peynir ve açgözlülük pahasına, “Ya bu bizim ekler değil mi” diyerek sipariş verdiğimiz “Eclair” pastasıyla, baskın vanilyalı milföy eğer yanında güzel bir kahve varsa 3 saat 10 dakikalık uçak yolculuğuna değiyor.


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler