Depremden doğan tüm zararlardan devleti temsil eden idarelerin sorumluluğu var! - Av. Doğan ERKAN

Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından başta yakınlarını kaybedenler olmak üzere kamuoyu ortaya çıkan ağır tablonun sorumlulularının adalet önünde çıkarılmasını istiyor. Avukat Doğan Erkan, 40 binden fazla yurttaşın ölümüne ve on binlerce binanın yıkımına yol açan afette devleti temsil eden idari kuruluşların sorumluluğunu irdeledi.

Yayınlanma: 21.02.2023 - 12:57
Depremden doğan tüm zararlardan devleti temsil eden idarelerin sorumluluğu var! - Av. Doğan ERKAN
Abone Ol google-news

6 Şubat 2023 depreminin büyük yıkımı ve bunun ekonomik, siyasal, sosyal, hukuksal sonuçları var. Elbette toplum olarak üzgün, kaygılı ve hatta öfkeliyiz.

İncelememizin konusu ise, depremde devlet ve onu temsil eden yasal görevli idari kuruluşların sorumluluğu noktasındadır.

Temel sorun, sosyal bir hukuk devletinde idarenin kendi yurttaşına dair sorumluluklarının, deprem sonucundaki yıkımlar özelinde ortaya çıkan zararların karşılanmasına dönük İDARİ SORUMLULUĞUN ya da İDARENİN SORUMLULUĞUNUN incelenmesidir.

SORUMLULUK TÜRLERİ:

İdare hukukunun, idarenin kendi eylem ve işlemleri ile bunun dışında toplumsal yaşamdan kaynaklanan olaylarda sorumluluk alması gereğini ortaya koyan iki sorumluluk türü mevcut: 

Kusur Sorumluluğu

Kusursuz Sorumluluk

Ayrıca idareyi temsil eden gerçek kişilerin kendi eylem veya eylemsizliklerine/ihmallerine atfedilebilecek cezai sorumluluk yoluyla, ceza adalet sisteminin sağlanması da bu makalenin konusu dışında kalmaktadır. Elbette inşaata, zemine, imar ve iskan planlarına uygun olmadığı halde ruhsat veren yetki makamlarını temsil edenler ile (öncül işlemdeki suç), inşaattan sonraki denetlemeleri yapmayarak gerekli onarım, düzeltim, dönüşüm ve gerekirse tahliye işlemlerini yaptırmayan yetki kullanıcıların bu denetim görevi ihmalleri (ikincil suç) Türk Ceza Kanunu bağlamında cezalandırılmalı ve ceza muhakemesi hukuku ile adli soruşturma makamları harekete geçmelidir. Keza üst düzey yürütme temsilcisi yetki ve görev sahibi gerçek kişiler de hem önlem, hem dönüşüm, hem de denetim noktalarındaki ihmalleri sebebiyle şahsen de ceza hukuku ile karşılaşmalıdır.

Biz bu çalışmamızda ise, tüzel kişi olarak, organik bütün olarak devlet idaresinin idare hukuku bağlamında TAZMİN SORUMLULUĞUNU ele alıyoruz.

KUSURLU SORUMLULUK

İdarenin kusurlu sorumluluğu “Hizmet kusuru” kavramına dayanılarak açıklanmaktadır. Hizmet kusuru “idarenin kuruluşunda, düzenlenmesinde ve işleyişinde ortaya çıkan bir ‘bozukluk’, ‘aksaklık’ veya ‘boşluk’ olarak tarif edilmektedir. Hukukumuzda hizmetin “hiç işlememesi”, “geç işlemesi” veya “kötü işlemesi” hizmet kusuru olarak değerlendirilmekte idarenin ortaya çıkan zararı tazmin etmesi gerekmektedir.

Anayasanın 125. maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. 

Hizmetin hiç işlememesi ise idarenin yapmakla yükümlü olduğu faaliyetleri yapmaması, hareketsiz kalması hallerinde söz konusu olur. Hizmetin hiç işlememesinden dolayı idareyi sorumlu tutabilmek için idarenin o hizmeti yapmakla yetkili ve yükümlü olması şarttır. İdare hareketsiz kalmak suretiyle kamu hizmetini yerine getirmemişse hizmet kusuru söz konusu olur. Hizmetin geç işlemesi ise, kamu hizmetinin gereklerine göre idarenin olağan karşılanmayacak bir şekilde yavaş davranması ve bunun sonucunda da bir zarar doğması durumunda söz konusu olan hizmet kusurunu ifade eder.

Danıştay da buna paralel biçimde bir tarif yapmaktadır: “Kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında bireylerin uğradığı özel ve olağandışı zararların tazmini gerekmekte olup, bu ilke idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu yönündeki Anayasa hükmünde ifadesini bulmaktadır. İdarenin yürütmekte olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. İdare personelinin kusurunun da idarenin hizmet kusuru kapsamında kaldığı tartışmasızdır.” (D. 10. D., Karar tarihi: 20.11.2007, E. 2005/7545, K. 2007/5333).

DEPREM TEHLİKESİ İDARE BAKIMINDAN BİR MÜCBİR SEBEP DEĞİL, BEKLENEN DURUMDUR.

Belirtmek gerekir ki, "TÜRKİYE DEPREM TEHLİKE HARİTASI" 18 Mart 2018 tarihinde 30364 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmış olup 01.01.2019 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu düzenlemenin Bakanlar Kurulu kararı şeklinde ihdas edildiği, Bakanlar Kurulunun 2018/11275 sayılı kararnamesine ek karar olarak tanzim edilerek Cumhurbaşkanı sıfatıyla Recep Tayyip Erdoğan tarafından imzalandığı görülmektedir:

İlgili kararın yayımlandığı resmi gazete, resmi internet sitesi olan şu linkten görülebilir:

www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2018/03/20180318M1-1.pdf

Kararın ekinde Türkiye deprem tehlike haritasının fiziki harita biçiminde yayımlandığı, fay hatlarının koyu renklerle gösterildiği, devamında fay hattındaki deprem bölgelerinin tek tek koordinatlarıyla verildiği ve deprem olasılıklarının hesaplanarak tablolaştırıldığı görülmektedir. 

Harita ve koordinat sistemi içinde 6 Şubat 2023 tarihinde deprem gerçekleşen tüm bölgelerin verili olduğu da görülmektedir.

Dolayısıyla bu depremin geleceği, Yürütme ve onu temsil eden yetkililer tarafından hukuksal forma kavuşturulacak kadar bilinmektedir.

Bir olayın mücbir sebep olarak nitelendirilebilmesi için ilk şart olarak, olayın gerçekleşmesinin temelinde bir idari davranışın bulunmaması zorunludur. Bir başka ifadeyle olayın idarenin faaliyet ve eylemleri dışında meydana gelmiş olması şarttır. Zarar ile idarenin yürüttüğü hizmetler arasında illiyet bağı olduğu zaman idarenin zararı tazmin etmesi gerekir. Mücbir sebebin ikinci şartı öngörülemezlik ya da sezilemezliktir. Bir olayın mücbir sebep sayılabilmesi için önceden tahmin edilmesinin imkansız olması şarttır. Öngörülemez olaylar olağanüstü ya da olağandışı olaylardır. Sıklıkla yaşanan olayların öngörülemez olay olarak nitelendirilmesi imkansızdır. Deprem kuşağında yer alan, devamlı depremlerin olduğu bir bölgede deprem mücbir sebep olarak nitelendirilmemelidir. Bir yerde yaşanmış olan olağandışı bir olayın daha sonra aynı yerde aynı şekilde tekrar yaşanması halinde artık o olayın öngörülemez bir olay olduğu söylenemez.

Danıştay bu konuda aynı yöndeki kararlarından birinde şöyle demektedir: “Bir idari işlem veya bir idari sözleşmenin uygulanması durumunda olmayan, idarenin her türlü faaliyetlerinden veya hareketsiz kalmasından, araçlarının kullanımından, taşınır ve taşınmaz mallarının veya tesislerinin yönetiminden dolayı oluşan zararları idari eylem sonucu oluşan zarar ve buna yolaçan eylemi de sonuç olarak idari eylem kavramı içerisinde düşünmek gerekmektedir. Deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan bu davada, yapının üzerinde bulunduğu zeminin özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının kontrolü, yapı kullanma izni bulunup bulunmadığı, imar planları ve inşaat ruhsatlarının hangi idarelerce yapıldığı ve verildiği, yapıların imar açısından denetlenmesi, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için yasaklanmış afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini, projelendirme esaslarını, ülkenin deprem haritalarını hazırlamak konusunda idarelerin üzerlerine düşen görev ve yetkileri yerine getirip getirmediği, denetim ve kontrol görevlerini yapıp yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarece gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre; idarenin belli bir hareket tarzı izleyip izlemediği veya hareketsiz kalıp kalmadığı ortaya konulmalıdır. Olaya bu açıdan bakınca yukarıda yapılan belirleme sonucu olayda idarelerin hareketsizliği söz konusu olmakla öğretide de kabul edildiği gibi idarenin bu hareketsizliğinin ‘olumsuz eylem’ olarak kabulü gerekmektedir.” (Danıştay 11.D., Karar Tarihi:29.06.2007, E. 2005/1353, K. 2007/6248)

Şubat 2023 depreminde, Danıştay’ın tam olarak yukarıda ifade ettiği idari kusurlar, “hizmetin geç işlemesi” ya da “hizmetin hiç işlememesi” şeklinde vuku bulmuştur.

Ayrıca bu depremin yakın zamanlı olarak beklenen durum olduğuna dair ilgili bilim insanlarının ve bilimsel kuruluşların pek çok uyarısı olduğu da bilinmektedir. Bunlarda birine çarpıcı olması yanı sıra, idarenin nedensellik bağı oranında sorumluluğuna tekabül ettiği için örnek olarak yer vermek istiyoruz:

Alanında bilimsel otorite sayılan jeolog Prof. Dr. Naci Görür, "Malatya-Adıyaman-Maraş için  bir proje hazırladık, Devlet Planlama Teşkilatına (DPT), TÜBİTAK'a da sunduk, reddedildi” şeklinde açıklama yapmıştır (www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/naci-gorur-fox-tv-canli-yayininda-boyle-isyan-etti-fay-hatti-icin-projemiz-reddedildi-2048935).

Tüm bunlar, depremle ilgili yetki ve görev sahibi idarelerinin bizzat eylemli/eylemsiz nedensellik bağı içinde, kusurlarıyla sorumlu olduğuna delalet etmektedir.

Ek olarak, “imar affı” düzenleme ve uygulamaları da, hasarlı, yıkımı ya da revizyonu gereken binaların depreme uygun hale getirilmesi şart ve yaptırımlarının bizzat idare eliyle kaldırılması niteliğinde olduğundan, bu da idarenin kusurlu sorumluluğunun bir diğer nedenini oluşturmaktadır.

7269 SAYILI “UMUMİ HAYATA MÜESSİR AFETLER DOLAYISİYLE ALINACAK TEDBİRLERLE YAPILACAK YARDIMLARA DAİR KANUN” YÜRÜRLÜKTEDİR. İDAREYE YASAL GÖREV VE SORUMLULUKLAR VERMEKTEDİR.

7269 sayılı kanunun 1. maddesi "Deprem (Yer sarsıntısı), yangın, su baskını, yer kayması, kaya düşmesi, çığ, tasman ve benzeri afetlerde; yapıları ve kamu tesisleri genel hayata etkili olacak derecede zarar gören veya görmesi muhtemel olan yerlerde alınacak tedbirlerle yapılacak yardımlar hakkında bu kanun hükümleri uygulanır" düzenlemesiyle, yalnızca afet sonrası yapılacak işleri ve yardımları değil, "ZARAR GÖRMESİ MUHTEMEL YERLERDE" önsel tedbir alma yükümünü de devlete ve onu temsil eden idarelere yüklemektedir. Bu muhtemel yerlerin Bakanlar Kurulu Kararıyla belirlendiğini ve ilan edildiğini yukarıda ifade etmiştik.

Keza aynı kanunun 2. Maddesi "yer sarsıntısı, yer kayması, kaya düşmesi ve çığ gibi afetlere uğramış veya uğrayabilir bölgeler ise, İmar ve İskan Bakanlığınca tespit ve bunlardan şehir ve kasabalarda meydana gelen ve gelebileceklerin sınırları imar planına, imar planı bulunmıyan kasaba ve köylerde de belli edildikçe harita veya krokilere işlenmek suretiyle, afete maruz bölge olarak Cumhurbaşkanınca kararlaştırılır ve bu suretle tespit olunan sınırlar, ilgili valiliklerce mahallinde ilan olunur" hükmünü düzenlemiştir.

Görüleceği üzere 2. Madde de "yer sarsıntısı... meydana gelen ve GELEBİLECEK" yerlerden bahsederek, idarelerin önden yapacaklarını da düzenlemektedir.

Bu bakımdan idareler Bakanlar Kurulu kararına matuf bilme ve yasal olarak önleme pozisyonundadırlar. Buna rağmen ifa mecburiyetinde oldukları işlem ve eylemleri yerine getirmedikleri için sorumludurlar.

SORUMLU İDARELER HANGİLERİDİR

Sorumlu idarelerin kimler olduğu ise Anayasa ve 7269 sayılı kanundan ortaya koyulabilir.

Anayasanın 104. Maddesine göre “Cumhurbaşkanı Devletin başıdır. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına aittir. Cumhurbaşkanı, Devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder; Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını temin eder.”

En temel ve üst norm olan bu anayasal düzenleme sebebiyle, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildikten sonra, Cumhurbaşkanlığı bu deprem sebebiyle alınmayan tedbirlerden doğrudan sorumludur. Tüm yürütme yetkisini tekelinde toplayan Cumhurbaşkanının yetki sahip olup sorumluluk sahibi olmaması düşünülemez. Anayasanın emredici hükmü bu yöndedir. İdarenin tüm yetkilerinin bu şekilde tek bir makam elinde toplanması esasen felaketin boyutlarının anayasal ve ana sebeplerinden birini de oluşturmaktadır. Ancak idarenin hukuksal sorumluluğunu yürürlükteki anayasa çerçevesinde ele almak akademik bir zarurettir. Yine de cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine ilişkin anayasa değişikliğinin, çağın gerektirdiği teknik ve bilimsel işbölümlerini karşılaması gereken uzmanlaşmış idari işbölümü organlarının özgün inisiyatiflerini ivedi biçimde kullanmaları önündeki temel engel olduğu kanaatimize yer vermek zorunluluğu hissediyoruz.

Buna paralel ve ek olarak, Cumhurbaşkanı sıfatıyla Recep Tayyip Erdoğan’ın 5 Şubat 2022 Cumartesi gün ve 31741 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 5175 sayılı Cumhurbaşkanı kararıyla, Hatay ili İskenderun ilçesinde bulunan deprem riskli bölgelerin Bakanlar Kurulunun 2013/5382 sayılı karar ile riskli alan ilan edilmesine dair kararını TEK BAŞIN YÜRÜRLÜKTEN KALDIRDIĞI görülmektedir.

(www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/02/20220205-7.pdf).

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin idare hukuku bağlamında sebep olduğu sorun tam olarak budur. Ve keza eleştirel tespitimizin dışında Recep Tayyip Erdoğan’ın tek başına yaptığı bu işlem, Cumhurbaşkanlığının deprem zararlarından tazmin sorumluluğunu ortaya koymaktadır.

7269 sayılı Kanun ile diğer görev yüklenen kurumlar şöyle bulunabilir. Kanunun 1. Maddesi “Afete uğrayan meskün yerlerin büyüklüğü o yerin tamamında veya bir kesiminde yıkılan, oturulmaz hale gelen bina sayısı, zarar gören yapı ve tesislerin genel hayata etki derecesi, mahallin ekonomik ve sosyal özellikleri, zararın kamu oyundaki tepkisi, normal hayat düzenindeki aksamalar ve benzeri hususlar göz önünde tutulmak suretiyle afetlerin genel hayata etkililiğine ilişkin temel kurallar, İçişleri ve Maliye Bakanlıklarının mütalaaları da alınarak İmar ve İskan Bakanlığınca hazırlanacak bir yönetmelikle belirtilir.”

Maddenin yorumlanmasıyla sorumluluk sahibi idareler: İçişleri Bakanlığı, Maliye Bakanlığı, ve yeni adıyla Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı diğer sorumlu idarelerdir.

Keza maddenin devamı “Şu kadar ki, afetin maydana gelmesi halinda bu kanun gereğince alınması lazım gelen acil tedbirlerin ittihazına afetin meydana geldiği bölgenin valisi yetkilidir” hükmüne havi olduğundan valilikler, 3. Maddedeki “belediye hudutları ve varsa mücavir sahalar dahilinde ilgili belediyeler, bunun dışında kalan yerlerde vali ve kaymakamlar bu yönetmelik esaslarının uygulanmasını sağlamakla yükümlüdürler” düzenlemesi sebebiyle varsa eylemli/eylemsiz kusurları sebebiyle belediyeler ve kaymakamlıklar da diğer idari sorumlulardır.

Müteahhitlerin özel hukuk sorumluluğu Borçlar Kanunu bağlamında bir başka sorumluluk türü olup, idari sorumluluk incelememizin dışındadır. Keza sigorta şirketlerinin sorumluluğu da aynı bağlamdadır.

İdarelerin sorumlu oldukları işlem/eylem ve denetimleri ise şöyle özetleyebiliriz:

“Ülkemizin deprem kuşağında yer aldığı herkesin bildiği bir gerçektir. Bundan dolayı meydana gelecek depremlerde olası zararları minimuma indirmek için idareye önemli görevler düşmektedir. Anılan görevlerin bazılarına değinmekte fayda vardır. Yerleşme yerleri ile bu yerlerdeki yapılaşmaların; plan, fen, sağlık ve çevre şartlarına uygun teşekkülünü sağlamak amacıyla çıkarılan 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 21. maddesine göre bu Kanun kapsamına giren yapılar, kamuya ait yapı ve tesisler ile sanayi tesisleri hariç, mücavir alan içinde kalan yerlerde belediyeden, mücavir alan sınırla dışında ise valiliklerden yapı ruhsatının alınması mecburidir. İmar Kanunu’nun 32. maddesine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığının ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma vakıf olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilip, yapı mühürlenerek inşaatın derhal durdurulması gereklidir. Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, kararı veren makama göre belediye veya valilik tarafından kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir. Yine İmar Kanunu’nda belediye ve valiliklere yıkılma tehlikesi olan binaları yıktırma görevi verilmiştir. Anılan Kanun’un 39. maddesine göre bir kısmı veya tamamı yıkılacak derecede tehlikeli olduğu belediye veya valilik tarafından tespit edilen yapıların sahiplerine bu tehlikenin ortadan kaldırılması için belediye veya valilikçe tebligat yapılır. Bu tebligattan sonra süresi içinde yapı, sahibi tarafından yıktırılarak ya da tamir edilerek tehlike ortadan kaldırılmazsa bu işlerin belediye veya valilik tarafından yapılması gereklidir.” (a.g.y.).

Ayrıca, 7269 s. Kanunun 2. maddesine göre tespit ve ilan olunan deprem bölgelerinde yeniden yapılacak, değiştirilecek, büyütülecek resmi ve özel tüm binaların ve bina türü yapıların tamamının veya bölümlerinin depreme dayanıklı tasarımı ve yapımı ile mevcut binaların deprem öncesi veya sonrasında performanslarının değerlendirilmesi ve güçlendirilmesi için gerekli kuralları ve minimum koşulları Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik ile belirlenmiştir. Deprem bölgelerinde yapılacak binalar hakkında ayrıntılı teknik esaslar bu Yönetmeliğin ekinde yer almaktadır. Bu Yönetmelik hükümleri, deprem bölgelerinde yeni yapılacak binalar ile daha önce yapılmış mevcut binalara uygulanacaktır.

“Yönetmeliğe göre yeni yapılacak binaların depreme dayanıklı tasarımının ana ilkesi; hafif şiddetteki depremlerde binalardaki yapısal ve yapısal olmayan sistem elemanlarının herhangi bir hasar görmemesi, orta şiddetteki depremlerde yapısal ve yapısal olmayan elemanlarda oluşabilecek hasarın sınırlı ve onarılabilir düzeyde kalması, şiddetli depremlerde ise can güvenliğinin sağlanması amacı ile kalıcı yapısal hasar oluşumunun sınırlanmasıdır. Bu Yönetmeliğe göre deprem bölgelerinde yapılacak binalar, malzeme ve işçilik koşulları bakımından Türk Standartları’na ve Bayındırlık ve İskan Bakanlığı “Genel Teknik Şartnamesi” kurallarına uygun olmak zorundadır.” (a.g.y.).

“Görüldüğü üzere Belediye, mülki idare amirleri ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığına afet bölgelerindeki yapıları denetleme görev ve yetkisi verilmiştir. Anılan makamlar sorumlu oldukları alanlarda yapıların mevzuata uygun olup olmadığı konusunda gerekli denetimi yapmakla yükümlüdürler. Bu anlamda mevzuata aykırı olarak yapılmış binaların yıktırılması, yeni yapılacak binaların ise mevzuatın öngördüğü kurallara uygun bir şekilde yaptırılması sağlanmalıdır. İdarenin denetleme görevini hiç yerine getirmemesi ya da eksik yerine getirmesi hizmet kusuru teşkil eder. Dolayısıyla bir depremden nedeniyle zarara uğrayan kişi binanın mevzuata aykırı yapıldığını ispatladığı takdirde idarenin zararı tazmin etmesi gerekecektir.” (a.g.y.).

BİNALARIN DEPREM SİGORTASI OLUP OLMAMASI İDARENİN SORUMLULUĞUNU ORTADAN KALDIRMAZ

Sigorta şirketleri, poliçeleri kapsamında ve ne yazık ki sınırlı olarak sorumludurlar. Özel hukuk çerçevesinde, satın aldıkları risk ve karşılığına elde ettikleri sigorta prim gelirleri temelinde, sözleşmesel bir sorumluluk üstlenmektedirler. Ne yazık ki DASK poliçeleri kapsamında arsa değeri olmadığından, sadece binanın çıplak değeri ödenmekte, bu da gayrımenkulün rayiç alım-satım değerinin yaklaşık 1/5’üne tekabül etmekte, zarar görenler gerçek zararlarını karşılayamamaktadırlar.

Ayrıca idarenin sorumluluğu, salt binalarda meydana gelen fiziki/maddi sorumlulukla sınırlı değildir. Kayıpları olan yurttaşların destekten yoksun kalma tazminatlarını, yaralanan yurttaşların işgücü kayıplarını, ve dahi manevi zararlarını da karşılamalıdır idare.

Aynı şekilde idare sözleşmesel değil, kamusal sorumludur. Sorumluluğunun dayanağı Anayasa ve kamu hukuku yasalarıdır.

Bu nedenlerle sınırlı ve maddi zarar karşılamanın sözleşmesel sorumlusu sigorta şirketleri ve dahi binanın sigorta ile korunmuş olup olmaması, idarenin kendi eylemli/eylemsiz kusurlarından sorumluluğunu ortadan kaldırmaz.

SOSYAL RİSK İLKESİ GEREĞİ İDARENİN KUSURSUZ SORUMLULUĞU

İdari sorumluluğun bir diğer türü “kusursuz sorumluluk”tur. Zaman içinde sosyal, bilimsel, kültürel vb. dönüşümler nedeniyle, zararı karşılamada kusur ilkesinin yetersiz kaldığı ortaya çıkmıştır. Sosyal, ekonomik, kültürel ve bilimsel gelişmelere paralel olarak toplumun devletten beklentilerinin artması ve sosyal devlet ilkesinin kabul edilmesi devletin yerine getirdiği görevlerin sayısını arttırmıştır. İdarenin sorumluluğu için her zaman hizmet kusurunun aranması da bazı durumlarda zararın karşılanmasını imkansız hale getirebilecektir. Bu sebeplerden dolayı, kişilerin haklarının zayi olmaması adına, zararın karşılanması için idarenin bir kusuru olmasa bile idari faaliyet (ya da faaliyetsizlik -y.n.) ile zarar arasında illiyet bağının varlığının idarenin sorumlu tutulması için yeterli olduğu ilkesi kabul edilmiştir.

İdarenin kusursuz sorumluluğunun iki temel normatif dayanağı mevcuttur. Birincisi Anayasadır.

Anayasanın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti Devleti “toplumun huzurunu, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde” sağlamakla yükümlü sosyal ve demokratik bir devlettir. Bu sosyal ve demokratik toplum olmanın gereğiyle, keza Anayasanın 5. maddesinde devlete yüklenen “kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlama” ve “insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlama” görevleri birleştiğinde, Devletin kusursuz sorumluluğunun anayasal dayanağı anlamlanmaktadır.

Diğer temel dayanak ise, sosyal risk ilkesidir.

Öğretide risk sorumluluğu ya da hasar kuramı da denilen risk ilkesine göre idare, bünyesinde tehlike barındıran faaliyetleri ya da araçlarından dolayı kişiler zarar gördüğünde hiçbir kusur olmasa bile meydana gelen zararı karşılamakla yükümlüdür.

Gerek binaların yapımı, bunların iskan, ruhsat ve tadilat süreçlerinin tabi olduğu kamusal kurallar ile denetim görevinde tabi olunan kamusal kurallar, yani bir anlamda deprem bölgesinde binaların kendisi ve tabi olduğu hukuk bu sosyal tehlike potansiyelinin doğasına özgülenmiştir. Bu özgülenmenin hukuksal gereğinin yapılmaması, sosyal risk ilkesini ortadan kaldırmayıp bilakis ilkenin önemini ve doğasını ortaya koymaktadır.

Bu nedenle bazı binaların yıkılmasında idarenin kusurlarının - deliller ve ispat araçlarının kaybolması sebepleriyle – yeterince ortaya konamaması halinde idarenin kusursuz sorumluluğu cihetine gidilmelidir.

SONUÇ OLARAK, gerek izin-ruhsat, gerek denetim, gerek tadilat, gerekse yardım aşamalarında onlarca ihmalini gördüğümüz idarelerin, depremzede vatandaşların maddi-manevi zararlarından sorumlu olduğu anayasal demokratik sosyal hukuk devleti bağlamında tartışmasıdır. Ancak bu anayasal sosyal devletin kendisini fiilen tartışmalı hale getiren siyasal iktidar karşısında, idari yargı yoluna başvurma zorunlulukları doğacağı da açıktır. 

Kaynakça

- Bucaktepe, Adil, Depremden Dolayı İdarenin Sorumluluğu, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 17-18, Sayı: 26-27-28-29, Yıl: 2012-2013

-Çağlayan, Ramazan, İdare Hukuku Dersleri, 2. Baskı, Adalet Yayınları, Ankara 2014.

-Çağlayan, Ramazan, Tarihsel Teorik ve Pratik Yönleriyle İdarenin Kusursuz Sorumluluğu, Asil Yayınları, Ankara 2007.

-Düren, Akın, İdare Hukuku Dersleri, Sevinç Matbaası, Ankara 1979. 

-Gözler, Kemal/Kaplan, Gürsel, İdare Hukuku Dersleri, 15. Baskı, Ekin Yayınları, Bursa 2014.

-Gözübüyük, Abdullah Pulat, Mücbir Sebepler ve Beklenmeyen Haller, İkinci Bası, Ankara 1957.

-Gözübüyük, A. Şeref/Tan, Turgut, İdare Hukuku, Cilt I, Gözden Geçirilmiş 3. Bası, Turhan Kitabevi, Ankara 2004.

-Günday, Metin, İdare Hukuku, Güncellenmiş ve Gözden Geçirilmiş 10. Baskı, İmaj Yayınları,

-Özay, İl Han, Günışığında Yönetim, Filiz Kitabevi, İstanbul 2004.

-Yayla, Yıldızhan, İdare Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul 2009.

-www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/naci-gorur-fox-tv-canli-yayininda-boyle-isyan-etti-fay-hatti-icin-projemiz-reddedildi-2048935

-www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2018/03/20180318M1-1.pdf

-www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/02/20220205-7.pdf

 


İlgili Haberler

Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler