Hep 'Cumhuriyet gazetecilik okulu' derler, oysa Cumhuriyet 'hayat okulu'dur... 30 yılın tanıklığı

“Bir pazar sabahıydı, Ankara kar altında Zemheri ayazıydı, yaz güneşi koynunda.”

Yayınlanma: 07.05.2024 - 09:57
Hep 'Cumhuriyet gazetecilik okulu' derler, oysa Cumhuriyet 'hayat okulu'dur... 30 yılın tanıklığı
Abone Ol google-news

Ailecek gittiğimiz misafirlikte öğrendik Uğur Mumcu’nun öldürüldüğünü. Aileler neşeyle sohbet ederken televizyondaki haberle bir anda ortalık buz kesmişti. Hemen eve döndük, ardından da gazetenin Cağaloğlu’ndaki binasına gittik.

Bizim gibi yüzlerce kişi gazeteye koşmuştu. Gazetenin girişinde yer alan Uğur Mumcu anı defterine “Özgürlüğü, cumhuriyeti ve demokrasiyi ilelebet yaşatacağız” diye yazmıştım.

Milyonlarca insan kızgın, üzgün ve endişeliydi. Bir gazeteci milyonları kenetlemişti. 1980’lerde büyük yaralar alan ailelerin, siyasetten uzak yetiştirdiği kuşağım için artık Uğur Mumcu vardı. Uzun bir yürüyüş başlamıştı. Gazeteci olacaktım. O yılın eylül ayında Cumhuriyet okulunun spor servisindeydim.

Hep “Cumhuriyet gazetecilik okulu” derler, oysa Cumhuriyet “hayat okulu”dur...

YÜCELMAN’IN ÖĞÜTLERİ

Cumhuriyet’te meslek büyüklerimizin bir dediğini iki etmez, uyarılarını yerine getirmeye çalışırdık. Mesleğe başladığım Spor Servisi’nin şefi Abdülkadir Yücelman, o dönem gazetenin en eskilerindendi.

Yetiştirdiği onlarca gazeteci, ilerleyen yıllarda hem Cumhuriyet’in hem de diğer gazetelerin yazıişleri müdürleri, genel yayın yönetmenleri oldu. Çok disiplinliydi. Futbol maçlarını izlemeye giden muhabirlere ankesörlü telefon için jeton kontrolü yapar, “Gazetecinin fotoğraf makinesi ve jetonu hep yanında olmalı. Tarihi bir haber yakalama şansı insanın başına sadece bir kere gelir, bunu kaçırmayın” derdi.

Yücelman, futbol kulüplerine muhabir seçerken Galatasaraylıyı Fenerbahçe, Beşiktaşlıyı Galatasaray, Fenerbahçeliyi Beşiktaş muhabiri yapardı. Bu sayede şimdiki gibi fanatik spor muhabirlerine rastlanmazdı. Yücelman’ın son öğrencisi olmak benim için bir şanstı.

EN ZEVKLİSİ SPOR MUHABİRLİĞİ

Maçları tribünden izlemek, yazmak, fotoğraf çekmek, sık sık yurtdışına çıkıp maçları takip etmek oldukça keyiflidir. Spor servislerinin mutfağında çalışmak isteyen de az olur. Sadece karda-kışta habere gitmeyi tercih etmeyenler, konforuna düşkünler mutfakta kalmayı seçerdi. Teknoloji şimdiki kadar gelişmemişti. Cep telefonu olmadığı için yanımızda götürdüğümüz masaüstü telefonlarını stat ve salonlardaki hatlara bağlardık. O da yoksa şefimizin öğütlediği gibi jetonlarımızla gazeteyi arar, arkadaşlarımıza haberleri yazdırırdık. Foto muhabiri ise dijital makineler olmadığı için 15. dakikada stat kapısında bekleyen motosikletli kuryemize çektiği makaraları teslim ederdi.

Dijital fotoğraf makinelerinde olduğu gibi çektiğini göremez, “Acaba fotoğraflar taşra baskısını kurtaracak mı?” endişesiyle işinin başına dönerdi. Mutfaktakilerin derdi ise sayfaları maç biter bitmez baskıya göndermek olur. Stattan gelen ve aceleyle karanlık odada “tab” edilen fotoğraflar seçilirdi. Bazen de işler yolunda gitmez, maçta pozisyon az olunca, istenen kare yakalanamazdı. Bu durumlarda “Abdül abi”nin öğütlediği gibi maç öncesinde takımların forma çeşitlerine göre alternatifli şekilde arşiv zarflarında bulunan tampon fotoğraf kullanılırdı. 2005 yılındaki yeniden yapılanma sürecinde iktisat mezunu olduğum için artık ekonomi servisindeydim. İtiraf ediyorum, benim için çok sıkıcı zamanlardı. Spor Servisi’nin hareketli ortamı bitmişti ama gazetecilik için öğrenecek yeni bir kapı açılmıştı.

Kısa bir süre sonra da Hasan Eriş Ekonomi Servisi şefi olmuştu. Abdülkadir Yücelman gibi Hasan Eriş de mesleki bilgisini paylaşan, disiplinli, çok iyi bir gazeteci ve çok iyi bir servis şefiydi. O dönem yaptığımız ekler, gazeteye yeni bir değer katmıştı. Kanserden yitirdiğimiz Mehmet Sucu’nun isteğiyle 2008’de yazıişleri yılları başladı. Mesleğin ilk zamanlarında ayaklarım titreyerek girdiğim o servisteydim. Gazetemizin 100. yılında ise yazıişleri müdürlüğü yapmanın gururunu yaşıyorum.

‘SEN YAŞLISIN BEN GENÇ’

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başarı Ödülleri, her gazetecinin rüyalarını süsler. Onu almak Oscar’ı kazanmak gibidir. 2002 yılında 11 dalda ödül verilenler arasında Cumhuriyet gazetesi adına usta karikatürist Turhan Selçuk ve ben vardım. Ödül alanlar arasındaki en yaşlı ve en genç isim olmuştuk. Fotoğraf çektirirken büyük ustanın “Buranın en yaşlısı sen, en genci benim ona göre” sözlerine uzun süre gülmüştük.

CUMHURİYET’İN ÇOCUKLARI

Oğlum Orçun Dora gibi gazete çalışanlarının çocukları haber masalarında büyür. Kimi okuldan erken çıktığında evde kimse olmadığı için anne babasının yanına gelir, kimi de gideceği kurs saatini gazetede bekler. Aynı gün gazetede denk gelenler, servisler arasında koşturur, çoğu zaman da sessiz kalsınlar diye resim yaptırılırdı. Hepsinin ablası, Derin Oskay’ın ise “ikinci annem” dediği, onlarla yakından ilgilenen eğitim şefimiz Figen Atalay’dır. Eğitimleriyle ilgili konuları danışırız, gazeteye gelip yaramazlık yaptıklarında da ona bırakırız. Bazılarımızın da yolu hayat arkadaşıyla Cumhuriyet’te kesişti. Ben ve eşim Meltem gibi yaşamını birleştiren çok sayıda gazeteci oldu.

OKURLARIMIZIN VERDİĞİ GÜÇ

Cumhuriyet, okurlarımızın da dediği gibi “Vazgeçilemeyen bir tutku.” Okurlarımız ülkenin sorunlarını dert edinen, yaşamları boyunca Atatürk’ün izinden yürüyen, çağdaş ve demokrat insanlar. Gazeteyle ilgili görüşlerini de sık sık yazıişlerini arayarak dile getirirler. Bazen bir yazara kızarlar, bazen bir habere. Çok kızanlardan biri “Eskiden Birinci sigarası vardı o bırakılamazdı. Ben de Cumhuriyet’i bırakamıyorum” demişti.

Duygusal konuşmalar da geçer aramızda. Sık sık “Aferin evladım. Atatürk’ün gazetesine de bu başlık yakışırdı” övgüsüyle karşılaşırız. Okurlarımızın en çok istediği şeyler ise puntoların büyütülmesi, tramlı alan kullanmamamız. Gazete fiyatına zam yapıldığı gün çok telefon gelir. “Siz hiç merak etmeyin. Gerekirse biz 5 tane, 10 tane alırız. Bu gazeteyi yaşatırız” der okurlarımız. Gazetemize bir tehdit oluştuğunda, binlercesi yardıma koşar, “Cumhuriyet susturulamaz” diyerek yanımızda olur.

KORKU TÜNELİ: PİKAJ SERVİSİ

Gazetenin en stresli, gerilimi yüksek yeri pikaj servisiydi. Büyüklerimizin anlattığına göre daha önce de kurşun kalıpların dizildiği mürettiphaneymiş. Daktilo ya da yeni yeni kullanılmaya başlanan bilgisayarlarda yazılan yazılara özel kodlama yapılırdı. Bu sayede yazıların puntosu, satır aralığı ve sütun genişliği gibi özellikleri belirtilirdi. Bu iş ise sadece tecrübeyle yapılırdı. İşi şansa bırakmak istemeyenler matematik hesaplamalarına dahi başvururdu. Kodlama yapıldıktan sonra Basri ustanın yanındaki makineye gönderilen yazılar için yapışkanlı kâğıttan çıkış alınırdı.

Pikaj servisinde hafif dik masaların üzerindeki şablona yapışkanlı kâğıtlar yapıştırılır, böylece sayfalar yapılırdı. Yanlış hesaplanıp yerine oturmayan başlık ve yazılar, bazen kretuar bıçağıyla, başlıklarda harf harf, yazılarda hece hece kesilerek yerine yerleştirilirdi pikajörler tarafından. Hazırlanan sayfa kamera servisine gider, çekilen filmden kalıp çekilir, makineye takıldıktan sonra gazete basılırdı. Sonra teknoloji gelişti, bilgisayar yaygınlaştı, dijital fotoğraf makineleri, internet yaşamımıza girdi. Şimdilerde işimiz çok kolaylaştı. 

GAZETENİN KALBİ YAZIİŞLERİ

Cumhuriyet’in yazıişleri, gazetenin kalbi olarak nitelendirebileceğimiz, son noktanın konulduğu yerdir. Yazıişlerinde 16 yıl boyunca, başta AKP iktidarının uyguladığı yanlış politikalar, laikliğe açılan savaş, Ergenekon ve Balyoz kumpası, Gezi Direnişi, yolsuzluklar, ekonomik krizler, çevre katliamları, çocuk istismarı olayları, darbe girişimleri, deprem felaketleri, terör saldırıları, yerel ve genel seçimler, rüşvetler, liyakatsiz atamalar ve pandemi olmak üzere çok sayıda haberi aktardık.

CUMHURİYET ÇALIŞANININ MİSYONU

7 Mayıs 1924’te Atatürk’ün ismini verdiği ve Cumhuriyeti korumakla görevlendirdiği, Yunus Nadi tarafından kurulan gazetemiz 100 yaşında. Başyazarımız İlhan Selçuk, 85. yılda şunları yazmıştı:

“Cumhuriyet gazetesinin tarihçesinde Ulusal Kurtuluş Savaşı direnişiyle Kemalist devrimin harcı karılmıştır...

Bugün Cumhuriyet gazetesinde çalışanlar, hangi tarihte ve hangi mekânda çalıştıklarını çok iyi biliyorlar...

Bilmek yetmez...

Bilginin bilincini hem beyinlerinde hem yüreklerinde taşıyorlar...

...

Okuruyla, yazarıyla, çalışanıyla kurumlaşan Cumhuriyet, kendi varlığının Atatürk Cumhuriyetiyle özdeş olduğunu çok iyi biliyor... Atatürk Cumhuriyeti bittiği gün Cumhuriyet de biter...”

Cumhuriyet gazetesi devrim-karşıdevrim çatışmasında yıkılmaz bir kale olarak savaşımını sürdürecek. Bize düşen de genç gazetecilere bu misyonu aktarmak.

Baskılara, saldırılara, tutuklamalara, suikastlere boyun eğmeyen Cumhuriyet çok yaşa... Daha nice 100 yıllara...


Cumhuriyet Tatil Otel Rezervasyon

En Çok Okunan Haberler