Nâzım Hikmet Akademisi’nde Bir Yıl (1)

12 Mayıs 2014 Pazartesi

Bir akademik yılın daha sonuna yaklaşıyoruz. Kadıköy’deki Nâzım Hikmet Akademisi’nde geçirdiğim ve üniversite hocalığımın ellinci yılına rastlayan bu bir yıl, yepyeni deneyimler edindiğim bir süre oldu. Geçen ilkbaharın sonlarına doğru bir sabah vakti TKP’den ve soL Gazetesi Yayın Kurulu üyelerinden sevgili dostum Doğan Ergün ile kültür merkezinin bahçesinde çay içerken, Doğan söze: “Bizim bir de akademimiz var…” diyerek başladı.
Ders vermemi önereceğini anlamıştım. Ama böyle bir şeye zaten dünden hazır olduğumdan, işi sağlama bağlamak için ondan önce davranmak istedim ve damdan düşercesine: “Ben orada ders vermek istiyorum…” deyiverdim. Ve sonuçta damdan düşmedim, ama kendimi Nâzım Hikmet Akademisi’nin sınıflarında buluverdim. Gerçekten çok istekliydim, çünkü TKP’nin, yani bir siyasi partinin kurduğu bir yüksek eğitim kurumu ile karşı karşıyaydım. Bu eğitim kurumu, kurucusunun ilkeleri doğrultusunda, bu ülkede yarının eşitlikten, özgürlükten ve aydınlanmadan yana kuşaklarını yetiştirmeyi hedefleyen bir oluşumdu. Akademi’nin kitapçığının giriş yazısındaki şu saptamalardan da çok etkilenmiştim: “Nâzım Hikmet Akademisi adıyla bir eğitim, düşün ve üretim merkezi oluşturma niyeti, Türkiye’nin iç açıcı olmayan entelektüel atmosferine müdahale arayışlarının bir ürünü olarak gündemimize girmişti. Başka sorunlarının yanı sıra ve kuşkusuz onların parçası olarak ‘Türkiye’nin kültür, sanat, bilim dünyasında mevcut durumla yetinmek mümkün mü’?” diye sormuştuk kendimize. – İster üniversitelere ister onun dışındaki üretim alanlarına bakalım, piyasanın ve piyasacılığın ağır kuşatması altında ülkemiz ve aydınımız geçtiğimiz zaman zarfında daha da yoksullaştı. Kültür, sanat, bilim, eğitim ticari eşyaya daha fazla indirgendi…”
Giriş yazısında: “Peki, neye müdahele etme arayışındayız” sorusu da şöyle yanıtlanmıştı: “…Çağımızda her türlü gericiliğin anası olan veya ebeliğini üstlenen piyasaya… Nâzım Hikmet Akademisi en baştan, gericiliğin ve piyasanın saldırısı altındaki bu entelektüel ortamın dönüştürülmesi şiarıyla yola çıkmıştı…”
Sayısı yüz seksene yaklaşan, hem politika hem de bilim alanlarında büyük çoğunluğu “suskun” üniversiteleri ile günümüz Türkiyesi’ne bakıldığında, yukarıdaki saptamaların doğruluğu tartışılamazdı.
Ve böyle bir fotoğraf karşısında kurulmak istenen eğitim kurumu olarak “Akademi modelini seçmek, son derece yerindeydi. Çünkü “Akademi”, yalnızca mesleki eğitim vermenin çok ötesinde, kapsamına aldığı bütün eğitim dallarına evrenselden yöresele yelken açan bir bakış açısıyla yaklaşan, bu bağlamda örneğin tiyatroda yalnızca oyuncu değil, fakat ondan çok önce “Tiyatro İnsanı” yetiştirmeyi, ya da edebiyat alanında “yaratıcı yazarlık kursu” olmakla yetinmeyip, edebiyatta yaratıcılığın somutlaşmalarını dünya edebiyatı boyutlarında görebilen “Edebiyat İnsanı”nın yolunu açmayı hedefleyen bir kurumdur.
Nâzım Hikmet Akademisi’nin geçen beş yılda aldığı yolu, edindiği deneyimleri ve bütün bunların değerlendirilmesiyle gerçekleştirilecek bir “yeniden yapılanma”nın eşiğine vardığı günümüzdeki durumunu haftaya, yazımın ikinci ve son bölümünde ele alacağım.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları