Alev Coşkun

30 AĞUSTOS SAVAŞI'NIN STRATEJİK PLANI... SAKARYA SAVAŞI’NIN KAZANILMASI HERKESİ UMUTLANDIRMIŞTI. ORDU MADEM Kİ GÜÇLÜYDÜ, HEMEN SALDIRIYA GEÇİLMELİYDİ

30 Ağustos 2023 Çarşamba

26 Ağustos’ta başlayan, 30 Ağustos’ta üst düzeye tırmanan savaş, 9 Eylül 1922’de kesin zaferle sonuçlandı. Bu yazımızda bu zaferin stratejik savaş planı üzerinde durulacaktır.

Sakarya Savaşı’nın kazanılması herkesi umutlandırmıştı. Ordu mademki güçlüydü, hemen saldırıya geçilmeli, vatan işgalcilerden temizlenmeliydi. Meclis içinde böyle bir eğilim vardı. Ama hazırlıksız bir savaş, bütün kazanımları tersyüz edebilirdi. Zaman kazanılmalı, ciddi hazırlık yapılmalıydı.

Sakarya başarısından bir ay kadar sonra, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Başkomutan Mustafa Kemal’in de olurunu alarak Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya bir talimat gönderdi.

15 Ekim 1921 tarihli bu direktifte, “Kış başlamadan Sakarya yenilgisinin etkilerinden kendini sıyırıp yeniden kuvvetlenmesine fırsat vermeden, düşmana kesin bir darbe indirmek gerekir. Bu nedenle bir savaş planı hazırlanmalıdır” deniliyordu.

Batı Cephesi Komutanlığı, bu talimata uyarak bir çalışma yaptı ve adı “SAD” olan bir plan hazırladı.

Sakarya Savaşı’nın sonunda milli ordu, büyük kısmıyla Sakarya Irmağı’nın batısında Yunan işgal güçleri de Eskişehir ve Afyon bölgesinde savunma düzenine geçmişlerdi.

SAD Planının Esası

SAD planı, Arap alfabesinin kalın “s” harfiyle anılan bu gizli plan temelde saldırı (taarruz) ilkesine dayanıyordu. Savunma düzenine geçmiş olan Yunan işgal güçlerine güneyden saldırı yapılacak, kuzeye doğru iteklenecek, cephe yarılacak ve hemen ardından süvari birlikleri devreye girerek, işgal güçlerini çevreleyecek, çember içine alacak; böylece işgal güçleri “imha” edilecekti.

Plan, aynı zamanda “sürpriz”, “beklenmeyen bir hareket” ilkesine dayanıyordu. O günkü askeri durumda, Türk ordusunun büyük gücü kuzeyde, Eskişehir bölgesinde toplanmıştı. Türkler, savaşa ancak en güçlü oldukları Eskişehir bölgesinden başlayabilirler düşüncesi Yunan işgal kuvvetleri komuta kademesinde yerleşmişti. Bu nedenle Yunan kuvvetleri de cephenin ağırlık merkezi olan Eskişehir bölgesinde mevzilenmişlerdi.

SAD planı ise saldırıyı güneyden başlatarak beklenmedik bir hareket öngörüyordu. Ancak savaş stratejisi kuramı, saldırı harekâtı yapacak ordunun düşman güçlerinden en az bir misli daha insan, araç, gereç gücüne sahip olması gerektiğini söylüyordu. Böyle bir durumu yaratmak olanaksızdı.

Sakarya Savaşı’ndan sonra Türk ordusunda etkin bir düzenlemeye gidildi. Dört yeni kolordu komutanlığı kuruldu. Başlarına Sakarya Savaşı’nda başarı göstermiş komutanlar getirildi. Yine Sakarya Savaşı’ndaki başarısı nedeniyle, rütbesi generalliğe yükselen Fahrettin Altay’ın komutasındaki süvari birliği de kolorduya dönüştürüldü.

Ayrıca 700 kilometre genişliğindeki cephede iki ordu komutanlığı oluşturuldu. Doğuda ve güneyde savaş bitmişti. Oradaki toplar ve cephane, çamur içindeki balçık yollardan batıya getirilecekti.

“Kars Kalesi’ndeki ağır topların öküzlerle Kars’tan cepheye taşınması için aylar geçiyordu.”

İnönü SAD Planını Anlatıyor

Batı Cephesi tarafından hazırlanıp, Genelkurmay Başkanlığı’na ve Başkomutanlığa sunulan SAD planı stratejisine göre Türk birlikleri güneyden kuzeye doğru taarruz ederek, düşmanın çekilme yönünü kesecek, bir meydan savaşı ile düşmanı yok edecekti.

Plana İtirazlar

Ancak bu stratejinin uygulanması için Afyon bölgesine kuvvet toplanması gerekiyordu. Bu kuvvetler de kuzeydeki Eskişehir bölgesinden getirilecekti. Önemli olan nokta da bu kaydırmanın Yunan işgal güçlerinden gizlenerek yapılabilmesiydi.

2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa bu plana itiraz ediyordu, bu kaydırma hareketinin çok güç olduğunu belirtiyordu.

28 Temmuz 1922: Akşehir Toplantısı

Atatürk, bir futbol maçını vesile ederek, 1. ve 2. Ordu komutanları Akşehir’e çağırdı. 28 Temmuz Cuma günü sonrası, komutanlarla çok önemli son durum değerlendirme toplantısı yapıldı.

Bu toplantıya Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, Cephe Komutanı İsmet İnönü, 1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa (Sakallı), 2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa ve Batı Cephesi Kurmay Başkanı Albay Asım Gündüz katıldılar.

Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak haritanın başına geçti, Batı Cephesi Komutanlığı tarafından hazırlanmış ve üzerinde uzun süredir çalışılmış olan planı bir kez daha anlattı. Sözlerinin sonunu şöyle bağladı:

“Aylardır üzerinde çalışılan planın esası, silahça ve sayıca bizden üstün olduğunu bildiğimiz düşmanı, bir darbe ile çökertmektir. Bunu ancak bir baskınla yapabiliriz. Bunun için kuvvetimizin büyük kısmını, tam bir gizlilik içinde, Afyon’un güneyinde toplayacağız.

Bu plan sade, çok etkili ama o derecede de riskliydi.

2. Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa bu plana karşı olduğunu tekrar bildirdi. Yakup Şevki Paşa Harbiye’de strateji öğretmenliği yapmıştı. Bu yüzden “Hoca” diye anılır, düşüncelerine saygı gösterilirdi.

Yakup Şevki Paşa, “Ben düşüncelerimi İsmet Paşa’ya daha önce hem yazdım hem de söylemiştim” dedi ve devam etti: “Şimdi, izin verirseniz, kısaca tekrarlamak istiyorum. Yüz bine yakın insanı, Afyon’un kuzeyinden güneyine kaydıracaksınız ve düşman bunu sezmeyecek. Buna imkân yok! Baskın niteliği kaybolduğu zaman da bu planın anlamı ve değeri kalmaz. Ben bir taburun yerini oynatıyorum, düşman uçağı ertesi sabah bu değişikliği saptıyor.”

Cephe Komutanı İsmet Paşa, “Düşmanın anlamaması için her önlemi alacağız, merak etmeyin” dedi. Yakup Şevki Paşa devam etti: “Ulaşım kollarımız da yetersiz, yürüyen orduya cephane yetiştirebilmeleri mümkün değil.”

Cephaneyi Düşmandan Temin Ederiz

Mustafa Kemal araya girdi ve gülerek, “Biz de cephane ikmalini düşmandan yaparız paşam” dedi. Yakup Şevki Paşa’nın yumuşamaya hiç niyeti yoktu: “Siperleri yaramayız. Afyon siperlerini de incelettim. Biz burayı öyle bir günde, iki günde yaramayız. Hayal görmeyelim. Ayağı çarıklı askerle, o sarp, vahşi arazide, düşman mevzilerinin ve direnç merkezlerinin karşısında çakılıp kalırız. O zaman ne olacak? Düşmanın ihtiyat kolordusu yetişip savaşa katılacak. Böyle olunca cepheyi yarmaya gücümüz yetmez. Ayrıca düşman savaş sanatı gereği, Afyon’un kuzeyinden Akşehir yönüne doğru saldırıya geçerse bizi iyice güneye atar. Konya yönü açık kalır. Ordu, belki de memleket elden çıkar.”

Mustafa Kemal Paşa ciddiyetle, “Peki, ne yapmamızı tavsiye edersiniz?” diye sordu. Yakıp Şevki Paşa’nın yanıtı şöyleydi: “Uygun bir yerde cepheden taarruz ederiz. Çekilmeye zorlayamadığımız yerde durur, tekrar hazırlanır, yeniden taarruz ederiz. Böylece tek dayanağımız olan orduyu tehlikeye atmamış oluruz.”

Atatürk’ün “Bu tarz bir savaşla kesin sonuç alınabilir mi” sorusuna ise Yakup Şevki Paşa şu yanıtı verdi: “Alınamaz ama yenilsek bile ordu elde kalır.”

Cephe Komutanı Söz Alıyor

Toplantının bu kritik noktasında İsmet Paşa söz aldı: “Uğraşa uğraşa, ancak bir yılda, düşmanla az çok denk bir hale gelebildik. Bunu memleketin imkânlarını sonuna kadar zorlayarak elde edebildik. Bir daha bu gücü yaratamayız. Bu yüzden bu defa kesin sonuç almak, savaşı bitirmek zorundayız. Bunun için de tehlikesine rağmen bu stratejik planın uygulanmasından başka çare göremiyorum.”

Başkomutan bu sözlere “Ben de göremiyorum” diyerek katıldı. Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa da “Ben de başka çare göremiyorum” dedi.Yakup Şevki Paşa geri adım atmadı, samimi konuşuyordu, bir kez daha itiraz etti: “Yapmayın. Türk milletinin bütün varı bundan ibaret. Askeri, topu, tüfeği cephanesi işte bu kadar... Şimdi siz onu bir noktaya yığarak tehlikeye atıyorsunuz.”

Mustafa Kemal’in sesi keskinleşti: “Varımız bundan ibaretse, kesin sonucu bununla almak zorundayız.”

Bütün Sorumluluk Bana Aittir

Tarih önünde bir toplantı yapılıyordu ve Yakup Şevki Paşa inandığı görüşü içtenlikle savunuyordu.

“Buna karar verenler tarihe karşı, büyük vebal (günah) altında kalırlar. Adama vatan haini derler. Hepimizi Meclis’in önünde asarlar.”

Bu sözler üzerine Mustafa Kemal, “Korkmayın paşam. Tarihe ve millete karşı bütün sorumluluk bana aittir” dedi.

İsmet Paşa’nın Müdahalesi

Hava çok gerilmişti. İsmet Paşa ayağa kalktı. Atatürk’e döndü:

“Paşam! Arkadaşımız, izniniz üzerine düşüncelerini serbestçe arz etti. Yoksa başkomutanımız olarak vereceğiniz her emri tıpkı kendi düşünce ve inancımız gibi canla başla yerine getireceğimizden emin olabilirsiniz.”

Gözler Yakup Şevki Paşa’ya çevrildi. Paşa, önüne bakarak ağır ağır “kaygılarımı korumakla birlikte başkomutanın vereceği emirlere tereddütsüz uyacağımız tabiidir” dedi. Gerginlik atlatılmış, temel olarak stratejik saldırı planı kabul edilmişti.

Zaten Atatürk, Nutuk’ta “28/29 Temmuz gecesi genel olarak komutanların taarruzla ilgili görüşlerini aldım. 30 Temmuz 1922 günü genelkurmay başkanı ve Batı cephesi komutanı ile yeniden görüşerek taarruzun şeklini ve ayrıntılarını tespit ettik” diyor. (Nutuk, 454)

Gelişmeler

28/29 Temmuz toplantısından sonra Mustafa Kemal, 5 Ağustos’a kadar cephede kaldı. Batı Cephesi Karargâhı’nda son düzenlemeleri gözetledi.

3 Ağustos 1922: Cephede bu çalışmalar yapılırken İstanbul’da tamamen başka görüşler ileriye sürülüyordu. Peyami Sabah gazetesinde işbirlikçi Ali Kemal’in başyazısı ilginçtir. Şöyle diyor: Anadolu’da emperyalist güçlere karşı yokluk içinde çalışma yapılırken, İstanbul emperyal güçlere teslim olalım diyordu.

6 Ağustos: Ankara’ya dönen Atatürk, taarruz kararını Bakanlar Kurulu’na açıkladı, gizli tutulmasını istedi ve Bakanlar Kurulu’nun olurunu aldı. 

9 Ağustos: Yunanlar, İzmir’de “İyonya” adını verdikleri özerk bölge ilan ettiler.

11 Ağustos: Atatürk, İçişleri Bakanı Fethi Okyar’ı Londra’ya göndermişti. Temaslarda bulunuyor, Ankara’nın barışa yatkın olduğu izlenimini veriyordu.

14 Ağustos: Ana plan gereği kuzeydeki birlikler büyük bir gizlilik içinde yavaş yavaş güneye kaydırılmaya başlandı. Bu hareket on gün sürecek ve yüz bine yakın asker gizlilik içinde ve sadece geceleri hareket ederek güneye kaydırılacaktır.

17 Ağustos gecesi, Mustafa Kemal sessizce Ankara’dan Konya’ya hareket etti. Kendisinin Ankara’da olduğu izlenimi yaratılacaktı. 

20 Ağustos, Ankara’da Milli Hâkimiyet gazetesi şu yanıltıcı haberi yayınladı:

“Mustafa Kemal Paşa, yarın (21 Ağustos Pazartesi), Çankaya Köşkü’nde şehrimizin siyasi ileri gelenlerine bir çay ziyafeti verecektir. Ziyafete kordiplomatik de davet edilmiştir.”

Bu toplantı ile ilgili olarak resmi davetiyeler de basılmış ve dağıtılmıştı. Oysa, Mustafa Kemal üç gün önce Ankara’dan ayrılmıştı.

Son Toplantı

Aynı gece, saat 23.00’te Akşehir’de cephe komutanı, genelkurmay başkanı ve ordu komutanlarıyla son toplantı yapıldı. Atatürk bu toplantıya mareşal üniformasıyla katıldı. Mustafa Kemal, Erzurum’da 8 Temmuz 1919 günü sırtından çıkardığı askeri giysilerini üç yıl sonra, ilk kez giyiyordu.

23 Ağustos: Yunan ordusunu şaşırtmak amacıyla, Kocaeli Grubu, Bilecik’in doğusuna saldırı yaptı.

24 Ağustos: Başkomutanlık, Genelkurmay Başkanlığı ve Batı Cephesi Komutanlığı karargâhları, Afyon’un güneyindeki Şuhut ilçesine taşındı.

25 Ağustos: Büyük Taarruz’a bir gün kala, karargâhlar Kocatepe’nin güneyinde, alanda kurulan çadırlı ordugâha geçtiler. Son emirler bir kez daha denetlendi.

Akşam, Mustafa Kemal, Fevzi ve İsmet paşalar, çadırlı ordugâh önünde portatif bir masa etrafında toplanarak sabaha karşı başlayacak saldırı için birliklerden gelen askeri raporları incelediler. Başkomutan Kocatepe’ye çıkarak birlikleri gözden geçirdi. Başkomutanlığın emriyle, İstanbul ve dış dünya ile her türlü haberleşme kesildi.

26 Ağustos: Cumartesi sabah saat 03.00’te Başkomutan Mustafa Kemal, Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa ve Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa 1. Ordu’nun gözetleme yeri olan Kocatepe’ye geldiler. Gün ağarırken sabah saat 05.30’da etkili top atışlarıyla saldırı savaşı başladı.

27 Ağustos büyük saldırının 2. günü geçilemez denilen Yunan cephesi kırılmış, Kuvayı Milliye ordusu Afyon’a girmişti.

30 Ağustos sabah 6.30’da yapılan saldırı sonunda Yunan ordusu dağılmış, İzmir’e doğru kaçış başlamıştı.

31 Ağustos sabahı Başkomutan Mustafa Kemal, Genelkurmay Başkanı Çakmak ve Cephe Komutanı İnönü, Çalköy’de yıkık bir evin avlusunda buluştular ve 1 Eylül 1922’de Başkomutan ünlü emrini yayımladı: “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir ileri.” 

2 Eylül günü, Yunan işgal güçleri komutanı General Trikupis’le, General Digenis teslim oldular.

Ver Elini Öpeyim

3 Eylül 1922 günü, Mustafa Kemal ve yanındaki komutanlar Eşme yakınlarındaki Adala’da 2. Ordu Karargâhı’nda törenle karşılandılar. Yakup Şevki Paşa öne çıktı, selam verdi ve “Paşam sen haklı çıktın. Ver elini öpeyim” dedi.

Mustafa Kemal, Yakup Paşa’ya sarıldı.

“Estağfurullah. Ben sizin ellerinizden öperim.”

Yakup Paşa yanıt verdi: “Bu zafer senin azmin (kararlılığın) sayesinde kazanıldı.”

“Hayır paşam milletin gayreti, sizin emeklerinizle kazanıldı. Bu zafer hepimizin.”

Yakup Şevki Paşa: “Sana bir kez daha itiraz edeceğim... Hayır! Benim gibilere kalsa daha yerimizde sayıyorduk. Sen bu millete Allah’ın bir lütfusun.”

9 Eylül saat 10.00’da Türk Süvari Birliği İzmir’e giriyordu. Emperyalist güçler Anadolu’dan bir bir temizleniyorlardı ve 10 Eylül 1922’de Atatürk ve komutanlar İzmir’e girdiler.

ATATÜRK, SAVAŞI VE ZAFERİ ANLATTI

30 Ağustos zaferinden iki yıl sonra 30 Ağustos 1924’te Atatürk savaşın geçtiği Dumlupınar’daydı. Kurtuluş destanının bilinmeyenlerini paylaştı.

Atatürk bu konuşmasında savaşı anlattı ancak çağdaş ve uygar bir toplumun niteliklerini de belirtti. Toplumu dönüştürecek laiklik ilkesine dayalı büyük devrimlerin işaretlerini veriyordu. 30 Ağustos Zaferi’nden iki yıl sonra savaş meydanında Atatürk konuştu, savaşı kendisi anlattı. Bu önemli konuşmanın Türkçeye uyarlanmış tam metnini aynen veriyoruz.

“... Efendiler, beni, milletim, Türk milleti, emniyet ve güvenine layık görerek bu harekâtın başında bulundurdu. Bu görev ve memuriyetimin mutlu hatırasını milletime karşı daima en derin gönül bağlılığı duygusuyla, haz ile, onurla saklıyorum. Görevlerini milletin vicdani arzusuna, gerçek ihtiyacına, yalnız onun yüksek iradesine uyarak yapmış olanlara özel bir vicdan rahatlığı ile bugün karşınızda bulunurken hissettiğim mutluluğu anlatamam.

Efendiler, tıpkı bugün gibi 1922 senesi ağustosunun 30. günü saat ikide, şimdi hep beraber bulunduğumuz bu noktaya gelmiştim. Bu üzerinde bulunduğumuz sırtlarda kahraman 11. Fırkamız, şu karşıki tepelerde savaşa zorlanan düşman ana kuvvetlerine saldırı için yayılarak ilerlemekteydi. Şu gördüğümüz Çalköy, alevler ve dumanlar içinde yanıyordu. Beni buraya kadar getiren sebebin ne olduğunu anlatmak için anımsadığım bir iki noktayı burada tekrar edeceğim.

Hemen Yataktan Fırladım

29/30 Ağustos gecesi sabaha karşı Batı Cephesi Harekât Şubesi Müdürü Tevfik Bey, her zamanki gibi, o saate kadar çeşitli karargâhlardan ve her taraftan gelen raporlara göre harita üzerinde tespit ve işaret ettiği genel durumu Cephe Kumandanı İsmet Paşa’ya göstermiş ve o da derhal paşaya “göster” emriyle Tevfik Bey’i yanıma göndermişti. Afyonkarahisar’da belediye binasında bana verilen odada yatmaktaydım. Beni uyandıran Tevfik Bey’in gösterdiği haritaya baktım. Hemen yataktan fırladım. Arkadaşlar, haritada gördüğüm şu idi ki, ordularımız düşmanın önemli kuvvetlerini kuzeyden, güneyden, batıdan kuşatmaya uygun bir durum almış bulunuyorlardı. Şu durumda, tasarladığımız ve istediğimiz sonuçları sağlayacağını ümit ettiğimiz durumlar gerçekleşiyordu.

Bizzat Cepheye Gittim: Türkün Kurtuluş Güneşi Doğuyor

Derhal Fevzi ve İsmet paşaları çağırınız dedim. Üçümüz toplandık. Durumu bir kez daha değerlendirdik ve kesinlikle karara vardık ki Türkün gerçek kurtuluş güneşi 30 Ağustos sabahı ufuktan bütün parlaklığıyla doğacaktır. Bu karara göre ordulara yeni emir ve talimat yazıldı (6.30 evvelde). Fakat durum o kadar önemli, o kadar sürat ve şiddet istiyordu ki, bu yazılı emirlerle yetinmek ilerisi için yeterli ve uygun olamazdı. Onun için Fevzi Paşa hazretlerinden, bizzat Altıntaş ve güneyinden hareket eden 2. Ordumuzun ve bunun daha batısında bulunan Süvari Kolordumuzun yanına giderek planlarımıza göre savaşı düzenlemesini kendilerinden rica ettim.

4. Kolordu’su ile hedeflediğimiz düşmanın ana kısmını güneyden takip eden 1. Ordu Karargâhı’na da ben bizzat gidecektim. İsmet Paşa’nın karargâhta kalıp genel durumu yönetmesini uygun gördüm. Fevzi Paşa hazretleri kuzeye hareket ederken ben de otomobil ile demiryolunu izleyerek batıya hareket ettim. Akçaşehir’de 1. Ordu Karargâhı’na saat dokuzdan evvel ulaşmıştım. Ordu kumandanına bir taraftan cephenin yazılı emri verilirken ben de kendisine sözlü olarak durumu anlattım ve 4. Kolordu’nun bütün fırkalarıyla sürat ve şiddetle, işte bu köyün, Çalköy’ün batısındaki düşmanın ana kısmını kuşatacak biçimde savaşa zorlamasını emrettim. Ve ilave ettim ki düşman ordusu mutlaka yok edilecektir.

Yunan Ordusu Sarılıyor

Ordu kumandanı benim yanımda telefonla Kolordu Kumandanı Kemalettin Paşa’yı buldu. Benim oraya geldiğimi ve emrimi bildirdi. Bir süre bu karargâhta kaldım. Devamlı olarak gelen çeşitli rütbedeki esir subaylarla görüştüm. Bunlardan biri kurmay subayı idi. Zavallı, verdiği bilgi arasında, istemeyerek başkumandanlık görevini alan General Trikopis’in ve 2. Kolordu Kumandanı General Digenis’in de bizim çevirmek istediğimiz çemberin içinde bulunduğunu açıklamış oldu. Derhal yanımda bulunan ordu kumandanına, Kemalettin Paşa’yı bulunuz. Bizzat Trikopis’le beraber bütün düşman generallerini mutlaka esir etmesini söyleyiniz dedim. Bu emir hemen telefonla bildirildi. Zavallı esir subay benim bu emrimi işitir işitmez ikram ettiğim çayı içemeyerek büyük bir baygınlık geçirdi. Daha fazla bu ordu karargâhında kalamazdım. Savaş durumunu gözümle görmek benim için dayanılmaz bir ihtiyaç oldu. Ordu kumandanını da beraber alarak 4. Kolordu kumandanının gözlem için bulunduğu şu yöndeki bir tepeye geldik. (Arpalık civarında)

Ateş Çizgisine Gidiş

Çalköy’ün batısında ve kuzeyinde patlayan topların gürültülerini işitiyordum. Oradan durumu dürbün ile incelemeye uğraşmak bana sıkıntılı geldi. Daha ileriye, ateş yerine gitmek için kesin bir lüzum ve ihtiyaç hissediyordum ve bu noktayı, şimdi üzerinde bulunduğumuz bu tepeyi gösterdim. Oraya gitmek gereklidir ve buyurun gidelim dedim. Otomobillere atladık, bu tepeye gelen yola girdik.

Ara sıra yolumuzun soluna düşman mermileri düşüyordu. 4. Kolordu’nun fırkaları doğudan batıya doğru seri adımlarla ilerliyorlardı.

Biraz evvel dediğim gibi, saat ikide şuraya çıkmış bulunuyorduk. Düşman kuvvetlerini gündüz gözüyle tamamen kuşatmak ve düşmanın inatla savunduğu savaş mevzilerinde süngü hücumlarıyla dahil olarak kesin sonuç almak zorunluydu.

Bunun için bütün kıtaların en üst fedakârlıkla ilerlemesini ve bütün bataryalarımızın, gizlenmeye bakmaksızın ateş bölgelerine girip düşman mevzilerini sarsmasını istiyordum.

Yanımdaki kumandanlar bu görüşlerimi anlar anlamaz derhal ve en öfkeli bir suretle harekete geçtiler. Ne yazık ki şimdi ismini hatırlayamadığım, yanımda bulunan kahraman bir süvari subayına birkaç kelime not ettirerek düşman mevzilerini kuzeyden saran 2. Ordu’ya gönderdim. Ve sözlü olarak burada benden işittiklerini onlara da söylemesini emrettim. Bu subay görevini yapmış ve birkaç saat sonra tekrar yanıma gelerek bilgi de vermişti. 11. Fırka’nın kahraman kumandanı Derviş Bey, bizzat ileri atılarak bütün kuvvetiyle düşman bölgesine ilerliyordu. Kolordu Kumandanı Kemalettin Paşa güneyden ve batıdan düşmana saldırdığı diğer fırkalarına yeniden yeniye harekâtı şiddetlendirmek ve hızlandırmak için emirlerini ulaştırıyordu. 2. Ordu’nun 16. ve 61. fırkaları düşmanla ciddi savaşa girişiyorlar, diğer fırkaları da kuşatma çevresini daraltıyordu. Bunları görüyordum. Süvari kolordumuzun daha batıdan düşmanın arkasını kesmek üzere bulunduğunu, bana haber getiren süvari subayı söylemişti.

Kıyamet Kopmak Üzere

Arkadaşlar, saatler ilerledikçe gözlerimin önünde gelişen manzara şu idi: Düşman başkumandanının şu karşıki tepede son gayretiyle çırpındığını görüyor gibiydim. Bütün düşman mevzilerinde büyük bir heyecan ve yürek çarpıntısı vardı. Artık düşman toplarının, tüfeklerinin ve mitralyözlerinin ateşlerinde sanki öldürücü özellik kalmamıştı. Bu ovadan, kuzeyden ve güneyden birbirini izleyen avcı hatlarımızın guruba yaklaşan güneşin son ışınlarıyla parlayan süngüleri her an daha ileride görülüyordu. Düşman mevzilerini saran bir daire üzerinde konum almış olan bataryalarımızın kesintisiz ve amansız ateşleri, düşman mevziini içinde barınılmaz bir cehennem haline getiriyordu.

Güneş batıya yaklaştıkça, ateşli, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda hissediliyordu. Bir an sonra dünyada büyük bir yıkım olacaktı. Ve beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu yıkım gerekliydi. Karanlıklar içinde bu yıkım gerçekleşmeliydi. Gerçekten gökyüzünün karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırta hücum ettiler. Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Tamamen yok olmuş, perişan bir kılıç artığı kitlesi bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi, çok korkan ve titreyen, şekilsiz bir kitle, acayip bir alaşım halinde kaçış için çıkış arıyordu. Artık gecenin koyulaşan karanlığı, sonuçları gözle görmek için güneşin tekrar doğudan doğmasını beklemeyi zorunlu kılıyordu.

Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kahramanlar Büyük Zafer’in ikinci yıldönümünde (30 Ağustos 1924) Dumlupınar’da bir aradalar. O gün hem Zafer’i kutladılar hem de “Meçhul Asker Anıtı”nın temelini attılar. Ortada; Atatürk. sağında sivil giysili Salih Bozok, solunda Latife Hanım. Fotoğraftaki diğer kişiler (soldan sağa), 1- Emer Behnan Şapolyo, 2- Bursa Mebusu Muhittin Baha Pars, 3-Halis Bıyıktay, 4- Mareşal Fevzi Çakmak, 5- Tevfik Bıyıklıoğlu. 6- Ruşen Eşref Ünaydın, 7- Ali Fuat Cebesoy (Nâzım Hikmet’in dayısı), 8-Yunus Nadi, 9-Fethi Bey (Okyar), lO- İsmet Paşa (İnönü), 11-Kazım Karabekir Paşa, 12- Ali Çetinkaya (Kel Ali), 13- Şükrü Naili Paşa (Prof. Macit Gökberk’in babası), 14- İzzettin Paşa (Çalışlar), 15- Ali Hikmet Paşa (Ayerdem). (Fotoğraf: Namık Görguç -Cumhuriyet muhabiri)

Kıyamet Günü

Efendiler, ertesi günü tekrar bu savaş meydanını dolaştığım zaman, ordumuzun kazandığı zaferin ululuğu ve buna karşılık düşman ordusunun içine düşürüldüğü felaketin dehşeti beni çok etkiledi. O karşıki sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, bütün korunaklı ve gizli yerler, terk edilmiş toplarla, otomobillerle ve sonsuz araç gereç ve malzeme ile ve bütün bu fark edilmiş malların arasında, yığınlar oluşturan ölülerle, toplanıp karargâhımıza yönlendirilmiş bulunan sürü sürü esir kafileleri ile gerçekten bir kıyamet gününü andırıyordu.

Bu dar ateş ve hücum çemberinden o an için kurtulabilenler birkaç bin kişilik kılıç artığından ibaret idi. Fakat onlar da daha büyük Türk çemberi içinden çıkmayı başaramayarak başlarında başkumandanları bulunduğu halde beyaz bayrak çekmeye mecbur olmuşlardır.

Kırık Kağnı Arabası

Efendiler, ağustosun 31. günü yaklaşık olarak öğlen idi ki yine bu Çalköy’de yıkık bir evin avlusu içinde İsmet Paşa ve Fevzi Paşa ile buluştuk. Kırık kağnı arabalarının döşeme ve oklarına ilişerek bundan sonraki durumu değerlendirdik. Kazandığımız meydan savaşının bütün savaşı sona erdirebilecek büyüklük ve önemde olduğunda birleştik. Şimdi Bursa yönüne çekilen düşman kuvvetlerini yok etmekle birlikte bütün kuvvetlerle durmaksızın İzmir’e yürüyecektik.

Meydan Savaşı Milletlerin Çarpışmasıdır

Efendiler, bugünden sonra İzmir’de “Akdeniz”i, Mudanya’da “Marmara”yı görmek için 8-9 günlük bir zaman yeterli gelmiştir. Fakat hatırlatmalıyım ki bugüne, bu üzerinde bulunduğumuz tepeye, bu yanık Çalköy’e gelebilmek için yalnız Sakarya’dan itibaren tükettiğimiz zaman tam bir senedir. Fakat bu kutladığımız zaferi hazırlayabilmek için bir seneyi çok bulmazsınız sanıyorum.

Çünkü efendiler, savaş, meydan savaşı, yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir; milletin çarpışmasıdır. Meydan savaşı, milletlerin bütün varlığıyla, ilim ve fen sahasındaki düzeyleriyle, ahlaklarıyla, kültürleriyle, kısaca bütün maddi ve manevi kudret ve erdemleriyle ve her türlü vasıtalarıyla çarpıştığı bir imtihan alanıdır. Bu alanda, çarpışan milletlerin gerçek kuvvet ve kıymetleri ölçülüdür. Savaş yalnız maddi temellere dayanan kuvvetin değil, bütün kuvvetlerin, özellikle ahlaki ve kültürel kuvvetin üstünlüğünü ispat derecesine vardırır. Bu nedenle meydan savaşında yenilen taraf, milletçe ve memleketçe, bütün maddi ve manevi mevcudiyetiyle mağlup edilmiş sayılır.

Esir Olmak İstemeyen Devlet

Böyle bir sonucun ne kadar acıklı olabileceğini tahmin edersiniz. Yıkım ve yok olmak, yalnız savaş alanında bulunan orduyla sınırlı kalmaz. Asıl o ordunun bağlı olduğu millet çok acıklı sonuca uğrar. Tarih, başlarındaki hükümdarların, hırslı politikacıların birtakım hayali emellerle aracı durumuna düşen istilacı orduların, istilacı milletlerin uğradığı bu biçimdeki çok acıklı sonuçlarla dopdoludur. Efendiler, Türk vatanını fethetmek fikrini, Türkü esir etmek hayalini ortak bir fikir haline koymaya çalışanların da layık oldukları sonuçtan kurtulamamış olduklarını gözlerimizle gördük. Efendiler, kendilerine bir milletin tarihi bırakılmış olan adamlar, milletin kuvvet ve kudretini, yalnız ve ancak yine milletin gerçek ve elde edilebilir yararları yolunda kullanmakla yükümlü olduklarını bir an hatırlarından çıkarmamalıdırlar. Bu adamlar düşünmelidirler ki bir memleketi zorla ele geçirmek ve işgal etmek, o memleketin gerçek sahiplerine egemen olmak için yeterli değildir. Bir milletin ruhu ele geçirilmedikçe, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça o millete egemen olmanın imkânı yoktur. Oysa asırların doğurmuş olduğu bir milli ruha, kuvvetli ve daimi bir milli iradeye hiçbir kuvvet karşı gelemez.

Esir olmak istemeyen bir milleti, esareti altında tutmaya güçlü olacak kadar kuvvetli zorbalar artık bu dünya yüzünde kalmamıştır. Türk milleti de son mücadeleleriyle, özellikle burada kazandığı zaferlerle, gösterdiği azim ve irade ile bilinen bu gerçekleri bir kez daha tarihin sinesine çelik kalemle kazımış bulunuyor.

Türk Devletinin Temeli Burada Taçlandırıldı

Efendiler, AfyonkarahisarDumlupınar Meydan Savaşı ve onun son aşaması olan bu 30 Ağustos Savaşı, Türk tarihinin en önemli bir dönüm noktasını oluşturur. Milli tarihimiz çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu ve bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni hareket vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum.

Hiç şüphe etmemelidir ki yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı. Sonsuz hayatı burada taçlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu gökte uçan şehit ruhları devlet ve Cumhuriyetimizin sonsuz savunucularıdır. Burada temelini attığımız “Şehit Asker” abidesi, işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, fedakâr ve kahraman Türk milletini temsil edecektir. Bu abide, Türk vatanına göz dikeceklere, Türkün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, hücumunu, güç ve idaresindeki şiddeti hatırlatacaktır.

Kayıtsız Şartsız Egemenlik

Efendiler, bu muazzam zaferin çeşitli etkenleri arasında en önemlisi Türk milletinin kayıtsız şartsız egemenliğini eline almış olmalıdır. Bu olayın tarihimizde ve bütün dünyada ne büyük ve ne verimli bir devrim olduğunu anlatmaya gerek görmem. Milletimizin uzun asırlardan beri hanlar, hakanlar, sultanlar, halifeler elinde, onların baskı ve zorba yönetimi altında ne kadar ezildiğini, onların hırslarını yerine getirmek yolunda ne kadar büyük felaketlere ve zararlara uğradığını düşünürsek milletimizin egemenliğini eline almış olması olayının büyüklük ve önemi gözlerimizde belirir. Gerçi bu büyük zaferin sonuna kadar İstanbul’da halife ve sultan namı altında bir şahıs ve onun işgal ettiği hilafet ve saltanat unvanıyla bir makam vardı. Fakat bu zaferden sonra millet o makamları ve o makam sahiplerini layık olduğu sonuca ulaştırdı.

Milli Egemenlik Öyle Bir Işıktır ki… Taç ve Tahtlar Yok Olur

Efendiler, milli egemenlik öyle bir ışıktır ki onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş kurumlar her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar. Avrupa’nın ortasından ta doğunun öbür ucundaki binlerce senelik memleketlere bakacak olursak, Osmanlı İmparatorluğu’nun hak ettiği durumu daha güzel anlayabiliriz.

Cumhuriyet Bayrağı Arkadaşlar, saraylarının içinde Türkten başka unsurlara dayanarak düşmanlarla anlaşarak Anadolu’nun, Türklüğün aleyhine yürüyen çürümüş gölge adamlarının Türk vatanından kovulması, düşmanların denizlere dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir. Türk milletinin kutsal emaneti olan bu topraklarda tam anlamıyla efendi olarak yaşaması, ancak gereksiz ve manasız olduktan başka, mevcudiyetleri de tam bir zarar ve felaket olan makamların ortadan kaldırılmasıyla mümkün olabilirdi.

Efendiler, onlar yüzünden Türk vatanının ve Türk milletinin geçirdiği kederleri, elemleri hissetmemiş bir ferdimiz yoktur. Bu kadar matemler ve felaketler geçirdikten sonra, elbette Türk öğrenmiştir ki vatanı yeniden yapmak ve orada mutlu ve özgür yaşayabilmek için mutlaka egemenliğine sahip olmak ve Cumhuriyet bayrağı altında bütün evlatlarını toplu ve dikkatli bulundurmak gereklidir.

Efendiler, asırlardan beri inleyerek feryat eden, fakat zorbaların, yalancıların, cahillerin oluşturdukları engellerle canhıraş sesini milletin kulağına duyuramayan zavallı vatan, bugün diyor ki bütün can kulağınızı harap olmuş, sinesinde en derin üzüntüler duymuş annenizin içtenlikli seslenişine daima açık bulundurunuz. Efendiler, Asya’da, Avrupa’da, Afrika’da, hükümran olmak güç ve yeteneğini göstermiş olan ecdadımız zamanında bu sesi işitmekten men edilmemiş olsalardı, Türk toplumunun, Türk ülküsünün, Türk yararlarının korunmuş ve verimli olacağı anavatanı bugünkü harap olmuş şeklinde mi miras alırdık?

Vatan İmar İstiyor

Efendiler, artık vatan imar istiyor, zenginlik ve güvenç istiyor, ilim ve bilgi istiyor, yüksek uygarlık, özgür düşünce ve özgür görüş istiyor. Şeref, namus, bağımsızlık, gerçek varlık, vatanın bu isteklerini tamamen ve acele yerine getirmek için esaslı ve ciddi bir biçimde çalışmayı emreder.

Tek Düşüncemiz Türkiye

Efendiler, asırlardan beri, Türkiye’yi idare edenler çok şeyler düşünmüşlerdir fakat yalnız bir şeyi düşünmemişlerdir: Türkiye’yi!... Bu düşüncesizlik yüzünden Türk vatanının, Türk milletinin uğradığı zararları ancak bir biçimde karşılayabiliriz: O da artık Türkiye’de Türkiye’den başka bir şeyi düşünmemek. Ancak bu düşünceyle hareket ederek her türlü esenlik ve mutluluk hedeflerine ulaşabiliriz.

Efendiler, bizim milletimiz vatanı için özgürlüğü ve egemenliği için fedakâr bir halktır; bunu ispat etti. Milletimiz, yaptığı devrimlerin kıskanç savunucusudur. Benliğinde bu erdemler yerleşmiş bir milleti yürümekte olduğu doğru yoldan hiçbir kimse hiçbir kuvvet alıkoyamaz.

Zafer Burada Kazanıldı

Efendiler, milletimiz egemenliğini eline aldığı gün -bilmeyen kalmamıştır- en karanlık felaketlerin en derin uçurumun kenarında bulunuyordu. Maddi kuvveti yıpratılmış, savunma araçları elinden alınmış, maneviyatı, kutsalı saldırıya uğramış, acı bir durumda bulunuyordu. Bütün bunlara rağmen mevcudiyetini ve bağımsızlığını kurtarmaya karar verdi.

Bu kararında başarılı olabilmek için bütün milletin kendine bir hareket hedefi tespit etmesi gerekiyordu. Bütün milletin, o hedef üzerinde mutlaka başarılı olmayı son emel olarak kabul etmesi gerekiyordu. Millet bütün varlığıyla, bütün fekakârlığıyla, bütün imanıyla o hedefe beraber yürüsün ve mutlaka başarılı olsun gereksinmesi vardı. Efendiler, o hedef burası idi. Son emel olan başarı, burada kazanılan zafer idi. Efendiler, milletimiz bundan sonraki çalışmasında da başarılı olabilmek için milli hedefini bütün açıklık ve kesinlikle tüm vatandaşların gözünde ve vicdanında bütün parlaklığı ile tespit ve tayin etmiş bulunuyor. İsterseniz benim burada hedef dediğim şeyi, siz, milletin ülküsü diye adlandırınız. Fakat bu unvanı verirken dikkat ediniz ki hayali bir manaya kendimizi kaptırmayalım.

Milletin Ülküsü

Efendiler, milletimizin hedefi, milletimizin ülküsü, bütün dünyada tam anlamıyla uygar bir toplum olmaktır. Bilirsiniz ki dünyada her toplumun durumu, kıymeti, hürriyet ve bağımsızlık hakkı, sahip olduğu ve yapacağı uygar eserler ve sonuçlarıyla orantılıdır. Uygar eser vücuda getirmek yeteneğinden mahrum olan kavimler, hürriyet ve bağımsızlıklarından uzaklaştırılmaya mahkûmdurlar. İnsanlık tarihi baştan başa bu dediğimi onaylamaktadır. Uygarlık yolunda yürümek ve başarılı olmak, yaşam şartıdır. Bu yol üzerinde duraklayanlar yahut bu yol üzerinde ileri değil, geriye bakmak cehalet ve gafletinde bulunanlar, uygarlığın coşkun seli altında boğulmaya mahkûmdurlar.

30 Ağustos 1924’te Dumlupınar’da yapılan toplantı için not

1. Şehitler Abidesi’nin temeli atıldı.
2. İzmir başta olmak üzere tüm komşu illerden yetkililer ve vatandaşlar gelmişti.
3. Önce Milli Savunma Bakanı Fevzi Çakmak, daha sonra üniversite adına Prof. İsmail Hakkı Baltacıoğlu, basın adına Ahmet Ağaoğlu ardından milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver, İdman Cemiyeti adına Sami Bey, Baro adına Muhittin Baha (Pars), Öğretmenler Derneği adına Nüzhet Hanım, TBMM Başkanı Fethi Okyar, en son Atatürk konuştu.
4. Milli Mücadele’ye katılan ve yaşayan tüm komutanlar törende hazır bulundular. (Ali Fuat Cebesoy, Kazım Karabekir, İzzet Çalışlar, Ali Hikmet Ayerdem, Şükrü Naili Gökberk, Kemal Sami paşalar gibi…)
5. Başbakan İsmet İnönü, Ankara’dan mesaj gönderdi.

Köhne Düşünceler ve Değişim

Efendiler, uygarlık yolunda başarı, yeniliğe bağlıdır. Toplumsal hayatta, ekonomik hayatta, ilim ve fen alanında başarılı olmak için yegâne gelişme ve ilerleme yolu budur. Hayat ve günlük işlere egemen olan hükümlerin zamanla değişmesi, gelişmesi ve yenilenmesi zorunludur.

Uygarlığın yenilikleri, tekniğin harikaları, dünyayı değişimden değişime uğrattığı bir devirde, asırlık köhne düşüncelerle, geçmişle övünmekle durumu korumak mümkün değildir. Uygarlıktan söz ederken şunu da kesinlikle belirtmeliyim ki uygarlığın esası, ilerleme ve kuvvetin temeli, aile hayatındadır. Bu hayatta fenalık, muhakkak toplumsal, ekonomik, siyasi güçsüzlüğe neden olur. Aileyi oluşturan kadın ve erkek unsurların doğal haklarına sahip olmaları, aile görevlerini idareye yetenekli bulunmaları gereklidir.

Ekonomi

Efendiler, milletimiz burada kutladığımız büyük zaferden daha önemli bir zafer peşindedir. O zaferin anlamı, milletimizin ekonomi alanındaki başarılarıyla mümkün olacaktır. Bilirsiniz ekonomisi zayıf bir millet, fakirlik ve sefaletten kurtulamaz; kuvvetli bir uygarlığa, güvence ve mutluluğa kavuşamaz; toplumsal ve siyasi felaketlerden yakasını kurtaramaz. Memleketin idaresindeki başarı da ekonomisindeki kazanımlar derecesiyle orantılı olur.

Hiçbir medeni devlet yoktur ki ordu ve donanmasından evvel ekonomisini düşünmüş olmasın. Memleket ve bağımsızlık savunması için olması gerekli olan bütün kuvvetler ve araçları ekonominin gelişmesiyle etkin ve mümkün olabilir.

Milletimizin sahip olduğu kuvvetli özyapı, sarsılmaz irade, ateşli milletperverlik, ekonomik başarıdan kaynaklanacak verimlilikle de yeterli olduğu derecede destek olunmak zorunludur. Yüzyıl savaşımında milletimizi başarılı kılacak bir ekonomik yaşam sağlanmasını amaçlayan genel eğitim ve öğretim sistemlerimiz, her gün daha çok esaslaşacak ve elbette başarılı olacaktır.

Efendiler, artık bugün hayat ve insanlık gerekleri bütün gerçekleriyle ortaya çıkmıştır. Bunlara aykırı olan söylentiler, ahlak ve imana esas olamaz. Gerçek ortaya çıkınca yalan ortadan kalkar. Safsatalar, hurafeler kafalardan atılmalıdır. Her türlü yükselmeye ve gelişmeye yetenekli olan milletimizin toplumsal ve düşünsel devrim adımlarını kısaltmak isteyen engeller mutlaka ortadan kaldırılmalıdır.

Gençlere Sesleniş

Efendiler, son sözlerimi memleketimizin gençliğine yöneltmek istiyorum.

Gençler!

Cesaretimizi destekleyen ve devam ettiren sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz eğitim ve kültür ile insanlık niteliklerinin, vatan sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en kıymetli örneği olacaksınız.

Ey yükselen yeni nesil, gelecek sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz.

Arkadaşlar, bu savaş ve şehadet bölgesini terk ederken “Şehit Asker”i hep beraber saygı ve tazimle selamlayalım.

Günümüz Türkçesine uyarlayan: MEHMET ALEV COŞKUN

KAYNAKLAR

1.Nutuk.
2. Türk İstiklal Harbi: (Genelkurmay Başkanlığı) 2. cilt.
3. Celal Arıkan, Kurtuluş Savaşı Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2008.
4. Cihat Akçakayalıoğlu, Atatürk: Komutan, İnkılapçı ve Devlet Adamı Yönleriyle, Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, 1988.
5. İsmet İnönü, Hatıralar, Bilgi Yayınevi, 2006.
6. Alev Coşkun, Asker İnönü (1884- 1922), Kırmızı Kedi Yayınevi, 2019.     
• Hâkimiyeti Milliye gazetesi, 31 Ağustos 1924
• Reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Tarihi Nutku, Yenigün Matbaası, 1924.
• Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri 2, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, 1959.
• Atatürk’ün Bütün Eserleri (ABE), Cilt 16, s. 281-289.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları