Ayşe Emel Mesci

Hayatımızı çalan eylül

18 Eylül 2023 Pazartesi

“Dilek Taşı” isimli bir dizi başladı. Reklamlarına denk gelmiştim, 12 Eylül dönemini anlattığını görünce izlemeye başladım. Dizinin 1. bölümünün başlığı: “Hayatımızı çalan eylül.” Ne kadar doğru...

KARA MİLAT

Yine bir eylül ayından geçiyoruz. Geriye dönüp baktığımda, 43 yıl evvelki o uğursuz tarihin öncesi ve sonrasıyla hayat tarlasına nasıl Azrail’in tırpanı gibi daldığı, hayatları nasıl biçtiği, nasıl darmadağın ettiği, sadece kişisel tarihler açısından değil Cumhuriyetin tarihi açısından da nasıl bir kara milat oluşturduğu bir kez daha canlanıyor gözlerimin önünde.

Öncesi ve sonrası dedim. Çünkü kamuoyunda “İyi ki darbe oldu” duygusunu uyandırmak, darbeye meşru bir zemin hazırlamak adına “derin” parmakların çektiği iplerle öyle bir kaos yaratıldı ki 12 Eylül’e giden yol kan ve dehşet doldu. Bu süreçte mutlaka dönemin siyasi aktörlerinin de sorumluluğu vardı ama asıl fail gölgede, pusuda bekleyendi. Sonrası ise yüz binleri bulan tutuklamalar, işkenceler, cezaevlerinde ve sokaklarda öldürülenler, idamlar... Bugüne uzanan yolun başlangıç noktası.

YILMAZ GÜNEY

Yine bir eylül günü, 9 Eylül 1984’te yitirdiğimiz dünya çapındaki değerimiz Yılmaz Güney, 1982’de Fransa’da, Paris yakınlarındaki bir manastırı hapishaneye dönüştürerek son filmi olan “Duvar”ı çekmişti. Benim 12 Mart döneminde kaldığım Adapazarı Cezaevi anılarımdan yola çıkarak çekilen kadınlar koğuşunun ve politik tutuklular koğuşunun yanında, filmin ana öyküsünü, belkemiğini sübyan koğuşu oluşturuyordu. Yılmaz Güney 12 Eylül zulmünü, adaletin ve hukukun tamamen askıya alındığı bir ortamın yarattığı çaresizliği esas olarak sübyan koğuşundaki çocuklara uygulanan baskı üzerinden anlatmayı seçmişti. Hapishane sahneleri Toptaşı Cezaevi’nde geçen “Dilek Taşı”nı izlerken belki de dizide Yılmaz Güney’e yapılan doğrudan göndermeler nedeniyle, “Duvar” sık sık aklıma geldi. Dizideki Yılmaz abi karakterinin Yılmaz Güney’e işaret ettiği çok açık. Olgular da birbirini tutuyor. Yılmaz Güney 12 Eylül olduğunda gerçekten Toptaşı Cezaevi’ndeydi, pek çok tanıklığa göre cezaevinde sözü geçiyordu, idare nezdinde ciddi bir ağırlığı vardı, mahkûmlara yardım ediyordu. Toptaşı’ndan da gerçekten yarı açık bir cezaevine (benim bildiğim İmralı) nakledildi, zaten oradan da yurtdışına firar etti. “Yol”un Cannes’da Altın Palmiye’yi kazanmasından hemen sonra da “Duvar”ı çekti. Dolayısıyla son filminde anlatılan öyküler (sübyan koğuşu, kadınlar koğuşu, politik tutuklular koğuşu) farklı cezaevlerinden (Ankara, Adapazarı, vb.) kaynaklanmış olsalar da Güney’in görsel belleğindeki son ve en güçlü iz kuşkusuz Toptaşı Cezaevi’ydi.

‘BORÇLULAR’ VE ‘ALACAKLILAR’

Baskı dönemleri yekpare değil aslında, farklı aşamalardan oluşuyor. Bu aşamalardan biri, baskıyı yapanın her şeye hâkim göründüğü, görece “istikrarı” sağladığı ve o devrin sanki hiç bitmeyeceği izlenimini uyandırmayı başardığı bir zaman dilimi... Bu aşama sadece aydınların, gazetecilerin, sanatçıların değil, tüm toplumun yüzüne ayna tutuyor. O bitmeyecek gibi gözüken devirden nemalanmaya çalışanlarla kendi kişisel menfaatlerini düşünmeden adım atıp gerekirse bedel ödeyenler o aşamada ayrılıyor. Deyim yerindeyse bütün sosyal sınıfların, siyasi tarafların dışında ve üstünde, bir “borçlular” ve bir “alacaklılar” sınıfı şekilleniyor. Sadece 12 Eylül’e özgü değil bu olgu, her dönemde geçerli. Hayatımızı çalan eylüller bu nedenle hiç son bulmuyor, farklı biçimlere bürünüyor sadece.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Dünya bir sahnedir 1 Nisan 2024
On yıl sonra... 18 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları