Barış Terkoğlu

Ölen yine öldüğüyle kaldı

29 Nisan 2024 Pazartesi

“Yaşarken durumunuz kuşkuludur” diyor Camus. “Öldüğünüzde inanırlar” diye devam ediyor.

Ne acı. O ölümü Türkiye’ye ben duyurmuştum. İktidar ve FETÖ’nün işbirliğiyle, intikam davası nedeniyle hapiste tutulan 85 yaşındaki emekli Korgeneral Vural Avar, 20 Aralık 2022’de koğuşunda ölü bulunmuştu.

Aslında beklenmedik bir şey değildi. Defalarca “Ölüm geliyor” demiştim.

Vefatından sadece iki ay önce bu köşede okumuştunuz. Onu ziyaret eden Ahmet Zeki Üçok durumunu şöyle anlatmıştı:

“Yüksek tansiyon, kalp, demans, prostat, işitme kaybı hastalıkları var. Günde 10 hap kullanıyor. Sürekli eski söylediklerini tekrar ediyor. İsimleri unutuyor. Koğuş arkadaşının ismini hatırlamadı. (...) Çok zayıf ve kırılgan. Bu kışı çıkaramaz.”

Gerçekten dediği oldu, o kışı çıkaramadı.

‘DURUM KÖTÜ’ DİLEKÇESİ

Önümde bir dilekçe duruyor. Ölümünden önce Avar’ın avukatı Ümit Kara tarafından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na verilmiş. Görünen vahameti anlatmış. Kara, Vural Avar’ı 30 Eylül günü ziyaret ettiğinde gördüklerini de aktarmış:

“Günlük konuşmalarda cevap vermede zorlandığı, hukuki konuları da hiçbir şekilde idrak edemediği, tutarsız cevaplar verdiği, konuşmaların anlam ve önemini kavrayamadığı, muhataplarını tanımadığı, infaz personeli ile iletişimde zorlandığı, koğuş arkadaşları ile ortak yaşamı kestiği, yemek yeme istek ve dürtüsünü yitirdiği, zaman zaman yemeklerin dokunulmamış halde olduğu...”

Avukat Kara, dilekçesinde Avar’ın götürüldüğü hastane ile kaldığı cezaevinin ayrımının dahi farkında olmadığını anlatmış. Avar’ın infazının ertelenmesini talep etmiş.

Sonra...

Savcılık Avar’ı Ankara Bilkent Şehir Hastanesi’ne sevk etmiş. Avar için 22 Kasım tarihli doktor heyeti incelemesinin sonucunda “ceza ertelemesi gerektirecek hastalık durumu bulunmadığı” kararı alınmış. Cezaevine geri gönderilmiş. Belki de “Ölürse ölsün” denmiş.

SORUŞTURMA İZNİ VERİLMEDİ

İşte Avar’ın ölümünden sonra ailesi ve avukatı, bu kez göz göre göre gelen ölümün sorumluları için harekete geçti. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na “Sorumlular yargılansın” başvurusu yaptı.

Aradan 1.5 yıl geçti. Geçen günlerde Vural Avar’ın eşi Tuna Avar’ın kapısı çalındı. Postacı zarfı uzattı. Gelen evrak, özetle “Ölen öldüğüyle kaldı” diyordu.

Zira savcılık, Avar’ın cezaevinde kalmasına neden olan doktorlar hakkında soruşturma yapmak için Sağlık Bakanlığı’na yazı yazmıştı. Bakanlık ise dosyayı Mesleki Sorumluluk Kurulu’na sevk etmişti. Kurul, 10 doktor hakkında ön inceleme yapmış, sonucu şöyle duyurmuştu: “Soruşturma izni verilmemesine...”

Söz konusu raporu okuyorum. Doktorlar, Avar için verdikleri raporun gerekçesini aynı şekilde açıklıyorlar:

“Vural Avar, heyet odasına getirildikten sonra yardım almadan kendisine gösterilen sandalyeye oturmuş ve gene yardım almadan sandalyeden kalkarak kendisine sorulan sorulara cevap vermişti. (...) Postürü düzgündü. Özbakımı iyiydi. İletişiminde bir sıkıntı yoktu. Verdiği cevaplar anlamlıydı.”

Genel gözlemin dışında, Avar’la ilgili detaylı bir inceleme yapılsa, belki de cezaevinde ölebileceği öngörüsünde bulunulabilecekti. Zira ecel, tam da bu aralıkta sinyalini vermişti. Avar, henüz heyetin önüne çıkmadan, 30 Ekim’de banyo yaparken düşmüştü. Hastaneye kaldırılmış, kaburgasının kırık olduğu anlaşılmıştı. Tedavisinin ardından hastaneden taburcu edilmişti. Otopsi raporunda yazan ölüm nedeni olan akciğerdeki “pulmoner emboli” muhtemelen bununla bağlantılıydı. Daha önceki hastalıkları da bu riski büyütüyordu. Ancak heyetin önüne çıktığında buna bakılmamıştı. Doktorlar gerekçesini şöyle anlatıyordu:

“Sağlık kurulu değerlendirilmesi için başvuru sebebi kaburga kırığı değildi. Kendisi, sağlık kurulu başvurusu için özellikle bir hastalık belirtmedi.”

İnceleme raporuna göre Ankara Bilkent Şehir Hastanesi, o yıl 22 bin 105 heyet raporu vermişti. Avar, inceleme raporundaki ifadeye göre “yoğun tempoda bakılan” hastalardan sadece biriydi. Nitekim bir doktor, o raporda salonun durumunu şöyle anlatıyor: “Aynı anda odada hekim ve kurul görevlisi dışında 20-25 hasta ve yakını, tekerlekli sandalyeler ve sedyeler olmaktadır.”

Sonuç olarak bürokratıyla, yargısıyla, doktoruyla devlet görevlileri, sorumluluklarını bir kez daha “ecel” diyerek temizledi. 85 yaşında mahpustaki ölümün dosyası kapanıp gitti. İçerde kalanlar ise aynı hikâyeyi yaşamak için sırasını bekliyor.

Ölüm için ağladığımızı sanırız. Oysa gözyaşı dökülen, ölüm kadar ikna edici olamayan yaşamdır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları