Seçim sonrası üç ayak üstüne oturan düşünceler

01 Haziran 2023 Perşembe

Son yıllarda oluşan gerilimin birikimi, zelzeleden önce artık ağır sinyaller veren bir fay hattına dönüştü. İnsanlar bu seçimi kah umut kah evhamla bekledi… “Ya kazanamazsak?”, “ya kaybedersek…” aslında bunların da önüne gelen bir başka kaygı dizisi daha vardı: “Ya savaş çıkarsa?”, “ya seçime gitmezlerse, süreci iptal ederlerse?” (Ben bu paranoyaları taşıyanlara, her seçimden önce aynı korkuları gündeme getirdiklerini ve buna yer olmadığını anlattım.)

Şimdi, iki turlu seçimlerin ardından mevcut fay kırıldı. Haklı bir şekilde Türkiye gemisi, aynı çalkantıda, battı-batıyor denilen kara sularda, yine kendine göre yeni ufuklara açıldı, yol almaya başladı… Geminin ne kadar su alıp almadığını yaşayarak göreceğiz… 

Bahsettiğim üç ayağın taşıdığı düşüncelere gelince: İlki, son yoğun seçim günlerinin tahmin edebileceğiniz analizleri. İkincisi Kemal Kılıçdaroğlu’nun oylarını tartışmaya açanlar ve seçimin sözde muhalifleri; üçüncü ve en önemlisi ise, 16 Mart 2023 tarihindeki makalemde bahsettiğim 1 Haziran’a kadar askıya aldığımız parti içi demokrasi konusu ve CHP’nin önümüzdeki yakın ve orta dönemdeki yörüngesi.

1. KARANLIK BİR SEÇİMİN RÖNTGENİ

Bu seçim için aylardır, yıllardır çalışıyoruz. Öyle ki ben de aday olmamama rağmen -kendi hayatımın neredeyse yarısında- bu seçimler için emek harcadım. Makaleler, televizyon tartışmaları, sosyal medya paylaşımları, videolar, konferanslar, paneller, konuşmalar, yayınladığım kitaplar vs… Halkın bir kısmı aynı şekilde kendi imkanları dahilinde, Türkiye bu seçimlerde aydınlığa çıksın diye büyük bir çaba harcadı. Her birimiz doğal olarak demokratik devrim hedefiyle yükseldik, umutlandık, sonra da yine yükseklerden düştük…

Yarış tabii ki adil koşullarda gerçekleşmedi. Tamamen kanunlar ve seçim yasalarının içinden geçerek, adaylardan biri istediği kadar devlet televizyonunu kullandı, diğeri seyretti. Adaylardan birinin takımı istediği gibi SMS mesajlar attı, diğerine ise bu hamle “yasaklandı”! Adaylardan birinin halka hitabı, 30 televizyon kanalında senkronize olarak canlı yayınladı; valiler ayağının altına halılar serdi, bütün makam arabaları ve uçakları seçim için tahsis edildi, ayrıca tarafsız kalması gereken bakanlar dahil her resmi yetkili seçim kampanyasının hizmetkarı oldu. Diğer aday ise kendi mütevazı imkanları ile gurur duyduğumuz şekilde evinin mutfağından yayın yapıp paylaşımlarını Twitter’dan yaydı, konvansiyonel medyada yer alsa da ülkedeki tüm jenerasyonları ve sosyal katmanları derinden etkileyebilecek ve çekimleri 8 saati bulan BaBaLa TV’de katıldığı açık oturum, doğası gereği Youtube’da yayınlandı ve sosyal medya okur-yazarlığı olan ülkenin sınırlı bir kesimine ulaşabildi. Aynen Türk çağdaş sanatçılarının yabancı meslektaşları ile giriştikleri haksız rekabete benzer bir durum var ortada. Düşünün ki, iki 10.000 koşucusu yarışmak üzere bekliyorlar; start tabancası patladığında koşmaya başlıyorlar. Ama fark şu: birilerinin ayağına kocaman gülleler bağlanmış ve günlerce uyumamış, diğeri ise en hafif ayakkabıları giymiş, en güzel vitaminleri almış ve hatta zabıtalar kendisine eskort ederek önündeki yolun açık olduğunu kontrol ediyorlar... Taktir edersiniz ki böyle bir yarışın ardından insanın içinden kazananı tebrik etmek bile gelmiyor!

İşte Kılıçdaroğlu böyle bir ortamda, bilhassa son dönemdeki insan üstü performansı, hümanizmi, olgunluğu ve kararlılığıyla büyük sevgi ve sempati topladı. Koşullar böyleyken, şu an bu adaletsiz seçimi kazanamadığı için ona saldıranlara baktığımda kendilerini son derece bayağı ve fırsatçı buluyorum. Hem de bu kişilerin çoğu Oğuzhan Uğur’un moderatörlüğünde gerçekleşen BaBaLa performansından sonra ona övgü düzenler, Adalet Yürüyüşü’nden sonra onu göklere çıkaranlar ve kazansaydı kapısının önüne sıraya ilk girecek olanlar!

Kılıçdaroğlu hatalar yapmadı mı? Tabii ki yaptı! DEVA, Gelecek ve Saadet Partisi ile yaptığı ortaklık gereken oy birikimini hiç sağlayamadığı gibi birçok Atatürkçü oyu da küstürdü. Ümit Özdağ ile kurduğu son dakika ortaklığı, çeşitli geçmişi tartışmalı milletvekillerine karşı minimum bir denge yarattı. Muharrem İnce’yi başından beri kendi haline bıraktı ve belki de onun sonuçta Atatürkçülük, laiklik, demokrasi ve sosyal demokrasinin siyasal İslam karşıtlığı üzerinden kendisine döneceğine inandı. Ama evdeki hesap çarşıya uymadı. Ben onun yerinde olsam, en başından beri onu kendi haline terk etmezdim. Çünkü İnce, fırtınalı ruh halleri ile çok öngörülebilir bir insan olmadığını fazlasıyla zaten kanıtlamıştı. 

2. SEÇİMİN “SÖZDE” MUHALİFLERİ

Bu ikinci başlığa geçişi, doğrudan Muharrem İnce üstünden yapmak istedim. Sonuçta İnce, ilk turda adaylıktan çekilirken “Bahaneleri kalmasın, yoksa seçim sabahı bütün suçu bize atacaklar” diyerek, CHP’ye destek vermek yerine sanki özellikle zarar vermek istedi. Ve ikinci turdan önce de İnce, aynı taktiği sürdürerek Kılıçdaroğlu’na fayda sağlayacak tek bir yönlendirme, tek bir konuşma, tek bir sosyal medya yorumu bile yapmadı. Anlaşılan CHP’den ayrılırken yaşadıkları, kendisinde öyle bir ego travması bırakmış ki, aşamadığı o travmalarının yanında ülkesinin karşılaştığı büyük tehlikelerin veya zorlukların ehemmiyeti solda sıfır kalıyor.  

İnsan gerçekten İnce’ye sormak istiyor, bu ne iş, bu ne hırs?! Gurur mu duyacaksın böyle bir sonuçtan? Yeniden “Adam zaten kazanacaktı, kazandı” diyerek işin içinden sıyrılmak mı istiyorsun? Siyaset her zaman sırf, kin, ego ve hesaplaşmadan mı ibaret? İnce tabii ki kararlarını bambaşka bazı mantıklarla izah etmeyi deneyecek… Ama doğruyu söyleyeyim hangimizi ikna edebilecek hiçbir fikrim yok! Beni ikna edemeyeceği kesin…

Tabii tüm bu süreçte birçok insanın da maalesef kafası karışıktı. “Ben oy vermiycem”, “Kılıçdaroğlu’nu sevmiyorum”, “Boş oy vericem”, “Ben İnce’ye vericem”, “Ben tatile gittim”, “Adam 12 seçim kaybetmiş, bana ne”, “Oh olsun, beter olsunlar”… HEPİNİZİ KUTLUYORUM! İSTEDİĞİNİZ SONUCA ULAŞTINIZ! BRAVO! TEBRİKLER! AFERİNNNNN!!! 

Bütün bu insanlara söyleyecek laf bulamıyorum… Bir yandan ortada Talibanvari HÜDA-PAR tehdidi, bir yandan İstanbul Sözleşmesi, bir yandan üst üste biriken cinayetler, bir yandan artık kimsenin riayet etmediği Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararları ve öte yandan, bu akıl almaz inatlar, ısrarlar ve kilitlenmeler… Allah akıl fikir versin! Tabii sözüm cumhuriyetten bıkmış olanlara, onu bir parantez olarak görenlere, Atatürk’ten haz etmeyenlere değil; sözüm bizim takıma, sözde muhaliflere hani kendisini Atatürk dahil herkesten daha zeki, daha kurnaz gören o “acayip” dengesiz ve mantıksız bulduğum insanlar grubuna…

3. PARTİ İÇİ DEMOKRASİ VE “1 HAZİRAN” 

Bütün bu seçime hazırlık süreci ve uzun aylara yayılan kampanya sırasında şunu ifade ettim ve kaleme aldım: Sayın Kılıçdaroğlu, zor bir 6’lı Masa’yı idare ederken, “tüm milletvekillerimizi, tüm parti üyelerinin oylarıyla demokrasi çerçevesinde seçmeniz lazım” kavgasını başlatamazdık ve başlatmadık. Parti içi demokrasinin ödünsüz takipçileri olarak, Kılıçdaroğlu’na ihtiyacı olan serbest çalışma alanını oluşturduk ve bunu istediği gibi kullanması için kendisine verdik. Bazı WhatsApp gruplarında yaşanan içe kapalı küçük tartışmalar dışında bu gerçekten de böyle yaşandı. Kendisine verdiğimiz tarih 1 Haziran’dı. Yani bugün! Geldi çattı. Bu konuyu bu makalede detaylı açamayacağım. Daha dramatik büyük bir olay yaşanmaz ise, haftaya masaya yatıracağız. Şu anda CHP’nin yakın ve orta vadeli geleceği ve önünde artık göz ardı edilmeyecek şekilde belirmiş olan Kurultay gündeme gelirken, her kafadan bir ses çıkıyor, herkes bir senaryo yazıyor. Ben ise ısrarla isimler üzerine yazılan çeşitli senaryoların yersiz ve yanlış olduğunu, Cumhuriyet “Halk” Partisi’nin artık halka dönmesi gerektiğini ve CHP’yi bekleyen ana konunun Demokratik Devrim Tüzüğü olduğunu, bu gerçekleşmez ise partinin ayni kısır döngü içinde yaşamına devam edeceğini ve ısrarla söylüyorum… Haftaya görüşmek üzere!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Erken seçim mi dediniz? 18 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları