Bilsay Kuruç

Büyük iddia ve uyum (2)

02 Ekim 2023 Pazartesi

(Ortakyaşam-Simbiyoz) I

Yüzüncü yıla devam ediyoruz. “1980” keskin bir karşıtlık ilanıdır. Özünde, “büyük iddia”ya, hem de bir tür Atatürkçü söylem yaratıp buna sığınarak! 

YALNIZ VE SAF DIŞI

Emeği saf dışı bırakmazsan sermayenin yolu açılmaz! Darbenin çıplak mesajıydı. Buradan başladı. Kendinden sonrakilere “Bu ‘elde var bir’dir, sakın unutma!” dedi. Sermaye büyük soluk aldı, ferahladı. 2023’e uzanan kırk yılın ana damarı doğdu. Emek, geleceğin yolunda “Hükmen yenik” sayıldı, saf dışı bırakıldı. Cumhuriyetçi orta sınıfla bağlantısı kesildi. Cumhuriyetçi orta sınıfa da gözdağı verildi, hırpalandı. Entelektüel birikimi çökertilmeliydi. Şaşmaz bir pratikle yapıldı ve emekle buluşmaktan uzaklaştırıldı; “kırk yıllık yalnızlığı”na başladı. Darbe temele indi, “1961”in içini boşalttı. Devlet Planlama Teşkilatı’nı 1982’de “anayasal” olmaktan çıkardı. Zamanla önemsizleşmeliydi. “Ekonomi artık sermayeye göre düzenlenir” düsturu başlıyordu ve zaten dünyanın “iyi saatte olsunları”nın bilinen ricalarındandı. Kısaca, 1961’de ekin tutan toprak bir sermaye rejimi için nadaslandı. Bugünün “sivil Bonapartizmi”ne, birbirine eklemlenen geçişlerle, bir süreklilik içinde oradan geliyoruz. 

‘Yalnız ve saf dışı’ 

TÜM İKTİDAR

1961 Anayasası’nın 20. yüzyıl ve gelecek için hazırladığı giysi sermaye sınıfına bol gelmişti. Sermaye “1961”in içinde küçük kalıyordu. 1980’le, “tüm iktidar sermayeye zamanı” açılınca görüldü ki darbenin kendisine sunduğu tarihi giysi de sermayeye bol gelmiştir. “Tüm iktidar” çok yönlü, büyük işti. Sermaye ülkeyi yönetecek donanıma sahip değildi. Kayda değer entelektüel birikimi yok gibiydi. Ufku dardı. Hep güvende olma güdüsünün ağırlığı altındaydı. Şirketleri zaten devlette birikim ve ustalık kazanmış kişileri alarak yönetiliyordu. Ama sınıfsal içgüdüsü ekonomik ve yönetsel kapasitesinin üzerindeydi. Bu profiliyle, sınıf olarak dünya sermayesine sığınma arzusu, talebi gitgide büyüdü. Talep de arzını yaratacaktır! Böylece iki benzemez süreç yan yana işlemeye başladı: Yıpranan birikimiyle Cumhuriyetçi orta sınıf ve çökertilmiş örgütlenmesiyle emek gitgide zayıf düşüyor, sermaye, güçlenebilmek için kayıtsız şartsız destek alıyor. Ama iktisat politikaları “Şunu yapalım, o olmazsa bunu yapalım” çizgisinden öteye gidemiyor. Yeni, reel (gerçek) kaynak yaratılamıyor. Açıklar büyüyor. 1988’de enflasyon yüzde 75’i vuruyor.

(Tüm İktidar)

TANIŞTI, ÖMRÜ DEĞİŞTİ

1990’larda sermaye sınıfı “dolar” ile tanıştı. 1980’lerin tablosundan taşınan yükler devletin ekonomisine yığılmıştı. Başvurulan iç borçlanma çare olmuyordu. Kamu açıkları büyürken enflasyon tırmanıyordu. Çare sermaye giriş-çıkışlarını serbest bırakıp dış borç aramakta arandı. Dünya finans piyasasına ilk çıkışlar gösterdi ki dünyada faizler yüzde 3 mertebesinde iken kemiksiz yüzde 30 dolar faizinden daha azı ile Türkiye borç bulamıyor! “Dolar”la tanışmak bedava olmazdı! Tanışmanın bedeli ne ise toplum elbette öderdi! 1990’ların yüksek enflasyonunda “dolar” için aracılıkta ezilen küçük ve orta boy bankaların sıra sıra tarihe gömülüşü yaşandı. Çelimsiz şirketler de onları izlerken “dolar” yavaş yavaş TL’yi saf dışı etmeye başladı. 

1990’ların dünyası Amerika’nın başını çektiği geniş çaplı bir harmanlanma içine (“küreselleşme” başlığıyla kutsanarak) girerken Türkiye ne olduğunu tam kavrayamadı. Sürüklenerek tuhaf ve yıpratıcı bir anafor içinde “küreselleşme”nin uvertürünü yaşamaya koyuldu. Alışılmış politika levyelerinin işlemez hale geldiği, acil kararların “güm, güm” diye birbirini kovaladığı bir cümbüş. Acayip bir diskotek ortamı gibi! Sermaye “dolar” ile orada tanıştı, onu çok sevdi ve artık ömrünün değiştiğine, güçlenmeye başladığına inandı. Yeni hayaller kurdu. Eklemeye gerek yok ki enflasyon ile “dolar”ın kesintisiz çapraz ateşi altında TL ile yaşayan emek bu cümbüşte daha da zayıfladı.

Ömrünün değiştiğine inanmak medyasız olmaz. Yeni sesler lazım. Sözün gelişi, medya hamamında yankılananlar gibi. O süslenmiş sesler inancı takviye eder, yayılır. 1990’larda, sermayenin tek sesli ezgileri ortalığı kapladı. Bunlar 1980’lerde alçak sesliydi, “piano” düzeyindeydi. 1990’larda “forte, fortissimo” oldu. “Efendim, eski kafayla olmaz. Dünyaya uymak lazım” ile başlayan, “piyasalar, piyasalar”, “Piyasa serbestlik demektir, yani demokrasi demektir”e uzanan sololar ve koroların zamanına geldik. Teknik düzeyde de takviye yapıldı. “Dolar” ekonomide yer tutmaya başlarken “ana akım”dan meslektaşlar da TL’nin artık “dandik para” olduğunu, bilirkişi jargonuyla vurguladılar. Sermayenin ömrü değişirken özgün bir entelektüel birikim mi oluşmaktaydı, yoksa sadece bizim “Şikagolu çocuklar” mı “sahne alıyordu”? 

Daha önemlisi, 1990’larda sermaye sınıfı artık ergenliğe vardığına inanarak “tüm iktidar” için siyasette “biyolojik” eş aramaya başlıyor. Arayış on yılda kızışıyor. Ve bir “görücü”nün aracılığına başvurmak şart oluyor. Sonraki yılların kapısı buradan açılacaktır.

(Tanıştı, Ömrü Değişti ve Modern Zamanlara Girdi)

MODERN ZAMANLAR VE NİKÂH

Emperyalizm ciddi iştir. Dünya haritaları vardır. Onlara iyi bakar. Eskinin tozunu alır, kaldırır, zamanı gelince çıkarır. Sykes-Picot (1915) bunlardandır. İngiltere’nin BOP’u idi. 1923 Lozan’da kullanışsız hale gelince rafa kalktı. 1990’larda raftan indirildi, Amerika’nın “BOP 2.0”ı yapıldı. Coğrafya yeniden düzenlendi. “BOP 2.0”ın eş başkanları atandı. “Büyük iddia”yı sonlandırarak Ortadoğu devletliğine uyum kabiliyeti araştırılan bir Türkiye için ön proje yapıldı. “BOP 2.0” için özel düzenlenen siyaset “ılımlı” etiketiyle tedavüle çıktı. Sermayenin aradığı “biyolojik eş” olmaya hak kazanacaktı. Bütün bunlar “modern zamanlar”a gelişin işaretleriydi. “Efendim, dünyaya uymak lazım” söylemi bu frekansa ayarlıydı.

“BOP 2.0” ile doğan jeopolitik yeni “büyük alan” tasarımına oturuyordu. Kapsamlıydı. Karadeniz’den Akdeniz’e, oradan Sykes (1915) “alanı”na, Kuzey Afrika’ya uzanarak bir bütün oluşturuyordu. O “bütün”ü de NATO Avrupa’sı ile bütünleştirmek gerekiyordu. Bu yeni senaryoda Türkiye’nin konumu hem dünya sermayesi, hem de kapitalizmin “ağa devleti” ve “abi devletleri” için yeniden ağırlıklandırıldı, değerlendirildi. Sahneye konulabilir, sonucuna varıldı. Ancak “büyük iddia”nın Türkiye’si yeni haritaya mutlak ve tartışmasız uyumu sağlayacak yapı değildi. Bağımsızlığı öğrenmişti. Unutmalıydı. Değişmeliydi.

NİKÂH

Cumhuriyet ne zaman doğmuştu? Toplumlar hak sahibi olduklarını göstermek üzere devrimlerle ayağa kalktıkları zaman! “Büyük iddia”ya son vermek üzere dünya kapitalizmine ayarlanan Türkiye tablosu ne zaman doğdu? Kapitalizm dünyayı karşıdevrimlerle hallaç pamuğu gibi atmaya başladığı zaman!

Dünya sermayesi ve “ağa devlet” için “yeni Türkiye” sadece iki “değere” sahip olabilirdi. O kadar. Bir, büyük ve artan nüfusu ile kârlı bir “market” olması. İki, 1990 sonrası coğrafyada genişleyecek bir NATO’yu Ortadoğu ile birleştirebilecek mevkide eşsiz jeopolitik konuma sahip olması. Bunlar yeni senaryoda başat öğelerdi. Sermaye dünyayı harmanlamaya başlayarak çığır açmış, ülkeleri “emerging market” yapmaya başlamıştı. Türkiye’nin sermaye sınıfı da ülkeyi o “market”liğe terfi ettirme misyonunu üstlendi. Artık yeni bir dille konuşacaktı: “Market dili”. Onu öğrendi. Repliklerle. En çok kullanılanı “Reform lazım” idi. Böylece 2000’in dönemecinde 15 günde 15 yasa çıkarıldı. Cumhuriyetin henüz tümüyle değişmemiş ekonomik yapısından reel kapitalizme geçişin ilk adımı atıldı.

İşçi sınıfı ülke gündemini etkilemekten artık iyice uzak kalmıştı. “Büyük iddia” ise iyice geride kalmış, Cumhuriyetçi orta sınıfın geçen zamanda biraz da kafası karışmıştı. Tarih sermaye sınıfının bir yeni rejim kurması için adeta nadir koşullar yaratmıştı. Şimdi aranan, sermayenin “biyolojik eşi” olacak bir kalıcı hareketti. Siyasetin eski kadroları eskiyerek tükenirken BOP 2.0 “ılımlı” etiketli harekete can verdi. Hareket başat işlevini ezberine aldı. Bir, işçi sınıfını gündemde yer almaktan olabildiğince uzak, parçalı ve zayıf tutmak. İki, “büyük iddia”yı kesintisiz polemikler yaratarak yıpratmak, sıradanlaşan bir gündemin sıradan malzemesi yapmak. Bunları değişmez görev edinmek. Cumhuriyetin toplumda yerleşmiş ve henüz değişmemiş kurumsal yapısından reel kapitalizmin siyasal kararlar yapısına geçişin öteki ilk adımı atıldı. 

“Yeni Türkiye” modeli bu “başat”lar üzerine kurulabilirdi. O ikisinin su geçirmez uyumu ile. Ve ikisinin dünya sermayesi ve “ağa devlet”in jeopolitik ufkuna uyumu ile. 2002 seçimi bu “büyük uyum” zeminini güzelce hazırladı. “Ilımlı” etiketiyle servis edilen hareket sermaye sınıfıyla buluştu. “Ağa” görücü ve aracı sıfatıyla buluşturdu. Birbirlerini besleyecek bir “ortakyaşam” (Simbiyoz) kurmak üzere nikâhlandılar. Aile içinde imam nikâhıydı. Nikâh çıkışında çiftin üzerine onlara bereket getirmesi için, daha önce görülmemiş cömertlikle “dolar” serpildi. Kambersiz düğün olmaz. Sağdıç sıfatıyla “Avrupalı abiler” de oradaydılar. Onlar demokrasi jargonuyla konuşurlardı. Kutladılar ve “İşte, bu demokrasi” dediler! Şimdi olgunlaşmış olarak yirminci yılını idrak eden karşıdevrimin başlangıcıydı. Siyaset topluluğundan bir itiraz sesi duyulmadı. Memnuniyet sesleri duyuldu.


GELECEK YAZI: BÜYÜK İDDİA VE UYUM (ORTAKYAŞAM–SİMBİYOZ) II



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları