Bilsay Kuruç

İktisat topluma yarar mı? (3) Seçimde ne oldu?

15 Nisan 2024 Pazartesi

Soru aklımızda olsun. Özüne erişmeye çalışalım.

ÜÇ TARİH

İlki 28 Mayıs 2023. Bu tarihe nasıl geldik? Topluma bir şey vermediği gitgide sözlü-sözsüz anlaşılan 10 küsur yıllık siyaset topluluğu ile geldik. Vermedikçe zayıfladı. “Parçaları” çoğaldı. Kendi varlığını sürdürebilmek için, çoğalan, zayıflayan parçalardan bir “güçlü toplam” elde etmeye girişti. Hamlesi bu oldu. 2023’ten önceki iki yıl siyaset topluluğu iki kampa ayrılıp bununla uğraştı. Sonuçta, bir araya gelen “zayıf parçalar”dan ortaya “daha zayıf toplamlar” çıktı! Seçim yapıldı. Taraflardan biri “sayısal” olarak kazandı. Ama dikkatle bakalım, o seçimin “siyasal” galibi yoktu! On küsur yıllık siyaset topluluğu bütünüyle sönüyordu. Sönen siyasal süreçlerin kazananı olmaz. Orada güç tükenmektedir. On ay sonra bu berraktır.

İkinci tarih 29 Ekim 2023. Toplum 28 Mayıs’tan kalktı, yavaş yavaş geldi, tam 100. yıl olan 29 Ekim’de sahneye çıktı. Ankara’da 3 milyon kişi yürüdü. İstanbul’da da üç. Toplumun siyasal yürüyüşüydü. Bir defalık değildi. Yeni başlıyordu. “Fırtına” gibi başladı. Öteki illeri, ilçeleri de hesaba katınca en az 31 Mart 2024’ü yapan seçmen sayısını buluruz! 29 Ekim, mevcut siyasetin enerji üretmekten yoksunluğunu, esas gücün toplumda olduğunu gösteren ilk çarpıcı fotoğraftı. Dikkatle bakalım, görürüz.

Üçüncü tarih 31 Mart 2024. Toplum eski siyasetin bitişini ilan ediyor. Tasfiyesini başlatıyor. Şimdi buradayız.

Üç tarihe damga vurarak toplumun gücünü ortaya koyan nedir, kimdir? Onu arayalım.

CUMHURİYETÇİ ORTA SINIF

Siyaset son 20 yılın servet ve sermaye birikimi üzerinde, bu eksen etrafında kurgulanmıştı. Gelir ve servet eşitsizliği yaratıp büyüterek yerleşti. O servet ekseninin ekonomik gücü artarken siyaset topluluğunun gücü, siyasal güç zayıfladı. Siyaset topluma ileri gitmesi, gelişebilmesi için “pozitif enerji” vermezse, toplum yalnızlaşır. Hele bir de “negatif enerji” yüklenirse (2003-23) yalnızlaşma koyulaşır. Baştan hissedilmez, koyulaşınca anlaşılır.

Toplum sağlıklı bir öz taşıyorsa, çaresizlikte kendine beslenecek kaynak arar. O siyasetin dışında arar. Toplum, taşıdığı refleksle, “Nutuk”taki (1927) son paragrafı buldu. Bununla “cumhuriyetçi orta sınıf” kimliğini takviye etti. Şarj etti. Cumhuriyetçi orta sınıf önce bununla pişti.

Yeter miydi? Tarih, son 20 yıllık kapitalizmimizin bağrında taşıdığı çelişkiyle, bir kaynak daha verdi. Gelir ve servet dağılımını kutuplaştıran model, Cumhuriyetin varlıklarına yaptığı gibi “cumhuriyetçi orta sınıf”ın da gelirlerini eritti, tasarruflarını tüketti. Toplumu siyasal olarak yalnızlaştırırken bu “orta sınıf”ı bir “sömürü alanı”nın içine çekti. Doğrudan ve dolaylı sömürü diyebiliriz. Ayrıntıya girmeyelim. Çarpıcı olan şudur: Gelirleri ve tasarrufları eriyen, siyasal olarak yalnızlaşan Cumhuriyetçi orta sınıf, “sömürü”yü 1927 bilinciyle kavradı. Ve 2000’li yılların kapitalizminde, emekçileşerek bir daha pişti. Bir “negatif”ten iki “pozitif” birlikte çıkmış oldu! Siyaset alanı sönerken Cumhuriyetçi orta sınıf; yeni, zenginleşmiş bilinciyle toplum alanını canlandırdı. Tarih 29 Ekim, 2023. Anlayan, anlamayan duydu.

Okurlardan özür dileyerek 15 Ocak 2024 tarihli yazıdan bir parça aktarayım. Şöyle: “Cumhuriyete özgü ana damar olan ‘orta sınıf’, arkasında bir siyasal destek olmaksızın, varlıklarını ve tasarruflarını sermayeye aktaran bir kapitalist süreç içinde emekçileştikçe yok olmayacağını, Cumhuriyete daha çok bağlanacağını daha çok ortaya koyuyor. Bu çarpıcı ve üzerinde çok düşünülecek, değerlendirilecek yaratıcı bir tablodur. Türkiye’nin yeni bir tablosudur. Birlikte bakalım.”

ÇELİŞKİ VE GÜÇ

29 Ekim “fırtına” oldu. Akıl ve emek kaynaşarak önce siyasetin sönüşünü, geçersizliğini, sonra da 31 Mart’ta mevcut siyaset topluluğunun tasfiyesini ilan etti. Henüz orada duruyorlar ya, diyeceksiniz! Tasfiye olmuşlar, duruyorlar! Süreç biraz zaman alacaktır. Çelişki uzun sürede birikmiştir, sonunda (28 Mayıs) çözülmüştür. Siyasal güçsüzlükten yeni siyasal güç doğmayacağı berraklaşmaya başlamıştır. Şimdi, 31 Mart’ta toplum, tasfiye ilanı ile birlikte yeni siyasal gücü yaratma meselesini de ortaya koymuş oluyor. “Türkiye’nin yeni tablosu” nedir? Oluşacak mı?

İzleyelim. Ekonomik güce sahip ve hâkim çevreler yıllardır kaynaşmış oldukları bu siyaset topluluğundaki sönüşün keskinliğini, büyüklüğünü endişe ile izlediler. Çünkü yaşananlar gösterir ki güç bir bütündür. Siyaset topluluğu sönerken bu, ekonomik gücü son 20 yılda elde etmiş çevrelerin kayıtsız kalacağı, sıradan bir “seçim olayı” değildir. Sönüşün büyüklüğü İngilizlerin “Sea Change” dediği türdendir. Bir “fırtına” ile her şeyin alabora olup yeni bir deniz tablosunun ortaya çıkması gibi. Dört yüz küsur yıl önce bunu yazan üstadın satır aralarında “Baban artık beş kulaç derinde yatıyor!” diye bir şarkı söylettirdiğini unutmayalım. Ekonomik güce sahip ve hâkim çevreler elbette bunu bilirler.

Bunun bilindiği, 31 Mart’ın üzerinden 24 saat geçmeden sermayenin yüksek katlarından gelen yüksek dozlu yorumlarla ortaya çıktı. Ciddiye alınacak bir uyarı şöyle diyordu: “Mevcut ekonomik programa ve normalleşme adımlarına kararlılıkla devam etmeliyiz. Hep beraber, birlik ve beraberlik içinde bunu başaracağımıza inanıyorum.” Kısaca, “20 yıllık model devam edecek. Tartışmasız!” diyor. Siyasetin bu yapısıyla, bu “trafik kazası”nı atlatıp, bu “gelir ve servet” modeline kayıtsız şartsız uyumla bir çözüm bulunacağını avucunun içi gibi bilerek söylüyor. Kapitalizmimizdeki bu siyasal yapının son 20 yılda iktidar ve rejim için bir “yeni zengin küçük burjuvazi” ile bir “razı olan insan kitlesi”nden ibaret gövdesiyle bir siyasal zafiyet ve toplumsal yalnızlık dramından başka şey üretmediğini, üretmeyeceğini görmezden gelerek konuşuyor. Ve şu soruyu sorduruyor: Siyasal zafiyet ve toplumsal yalnızlığı, siyasetin bu “zıt kardeşleri”ni besleyerek yaratılan derin çelişkiyi görmezden gelen sermaye ile bu toplum siyasetten enerji üretebilir ve ileri gidebilir mi?

ŞİMDİ

Yukarıda yazılanlar siyasal partilerin kulak kabartacağı şeyler değildir. Popülerlik yaratmaz. Toplum dalgası hesapta olmayan ölçüde, 29 Ekim’den sonraki gibi büyürse, alışkanlıkları yerleşmiş siyaset topluluğu bundan rahatsız olur. İç hesaplaşmalar başlar. Zafiyet büyür. Çünkü siyasal partiler toplum üzerinde söz sahibi olmak isterler. Toplumun kendilerini “sevk etmesi”, zorunluluklarla karşı karşıya bırakması onların statikleşmiş alışkanlıklarına ters gelir. “Cin”i şişede tutmak lazımdır!

Bu basit ve genel bakıştan kendi “özelimiz”e geçersek 2018’e bir işaret koyalım. Bir “sıfır yılı”nın başlangıcıdır. Cumhuriyetin (ve onu sağlamlaştıran 1961 Anayasası’nın) karar, denetim ve hesap verme yapılarının, bunların eşgüdüm bağlantılarının ve çağdaş ortak kabullerin ortadan kaldırıldığı, bir tür “sivil Bonapartizm” allâ turca denemesinin başladığı yıldır. “Sivil Bonapartizm” siyasal projeyi öne geçirir, ekonomi buna tabi olur. Burada da öyle oldu. Ancak, “para” olmazsa, ekonomi “para”yı bulamazsa siyasal proje de olamaz. Ama bir siyasal ve kurumsal yıkıntı tablosu ortaya çıkar. Burada da öyle oldu! Ayrıntıları biliyoruz, yeniden girmeyelim. Şunu da biliyoruz, her kesiminden açıklar vererek yürütülen ekonominin yükünü toplum taşıdı ve yük gitgide ağırlaştı. Bu süreçleri “yapmacıklık”tan öteye gidemeyen bir “muhalefet”le izleyen, “sivil Bonapartizm” allâ turca’yı aşma girişimine, böyle bir güce sahip olmayan, bunu yaratamayan siyaset topluluğu ise içten içe sönmeye başladı. Kısaca, 28 Mayıs’a “sivil Bonapartizm”in bu “sıfır yılı” ile (2018-2023) geldik.

Seçimlerin şekillenmiş ve katılaşmış bir şablonu var. Toplumun hali ne olursa olsun bu şablon ve onun “ritüel”leri değişmez. Toplumun seçimlere bakışını, menfaatlerle bloke edilen “peşin oylar” dışında “ritüel”ler denetler ve kilitler. Bunların başlıcası “anketler”dir. Seçimler anketlerle başlar, anketlerle tamamlanır ve sonraki yorumlar da anketler çevresinde “Bildi, bilemedi” üzerinde yoğunlaşarak yapılır. Eleştirmek için söylemiyorum, tablo kabaca budur. Ve siyaset her seçimden sonra gıdasını bu süreçlerin bıraktığı birikimden alır. Şimdi de burada mıyız? 31 Mart’ın yarattığı haklı iyimserlikten sonra soru budur. Düşünmeliyiz.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları