Bilsay Kuruç

Ortak yaşam ve uyum (6)

15 Ocak 2024 Pazartesi

(ELEMANLAR VE KOLAYLAŞTIRICILAR)

Bir dizinin son yazısı oluyor. Daha sonra bunun çerçevesine, içeriğine dönebiliriz. Şimdi bir nokta koyalım.

FORMASYONLAR (OLUŞUMLAR)

Kapitalizm tarihte gelişmesi boyunca kendi “formasyonları”nı oluşturdu. Yapıtaşlarını döşedi. Bunların en göze çarpanı kentlerin ve kasabaların “küçük burjuvazisi”dir. Zaman içinde pişmiştir. Yaşam tarzını, kültürü, kapitalizmin incelikli konuşma dilini, kodlarını şekillendirdi. Bunlarla “küçük burjuva” oldu. Kimi sosyologlar buna “orta sınıf” derler.

Bizde, önce 1923’ün “cevheri” aşındırıldıkça oluşan boşlukta küçük bir “formasyon” oluştu. Bir “karşı madde”. 1990’larla görmeye başladık ki kapitalizm dünyayı teslim aldıktan sonra birçok yerde karşıdevrim “formasyonları”, kendine özgü “küçük burjuvazi”leriyle üreyip çoğaldı. Kapitalizmin uzun zamanda oluşan, kentlileşmiş küçük burjuvazisinden farklıydılar. Tüm yeni kapitalizmlerde boy attılar. Bizde de böyle oldu. “Boşluk” büyüdükçe, taşranın kent görünümü arttıkça ve ekonomi 2000’den başlayan “dolar” sağanağı ile gaz yedikçe, sermaye sınıfının beslenmesi ile iç içe, adı bir türlü yakıştırılmayan “küçük burjuvazi”miz doğdu ve büyüdü. “Ortakyaşam”da yerini aldı.

Daha önce vurguladım. “Ortakyaşam” bir piramit biçiminde oluştu. Üstte yeni katmanlarıyla çoğalan sermaye sınıfı ve biyolojik siyasal partneri ortada, oluşan yeni “küçük burjuvazi”, kitle tabanında da “razı olan insan”. Siyasal kanat, kapitalizmli siyasal projesini kendisinin var olabilme “dava”sı olarak ortaya koyduğu için, piramidin bütün katlarını denetimde tutmak istiyor ve tutuyor.

DEĞERLER

Dolarizasyon ve “ilkel birikim”in hızından pay alarak büyüyüveren, kaçınılmaz bir “imitasyon” olan “küçük burjuvazi” kapitalizmin getirdiği bu dünyayı üç noktadan tanıdı: Mülkiyet, para ve tüketim. Bunlarla var oldu, bunlar onun “değerleri” oldu. Bunlar ona düşlemediği bir “zenginleşme” getirdi. “Ortakyaşam”da yeri “ara dişli” olarak ona belletildi. Kavradı. Kapitalizmin insanları yerleştirdiği merdivende yerine sıkı sıkı sarıldı. Yukarı da çıkabilir; orada sermaye sınıfının bir “sima”sı olabilir. Aşağı da yuvarlanabilir, ama “razı olan insan” katına dönmeyi içine sindiremez. Direnecektir. Modelin, öncelikle siyasal projenin militanı olmaya mecburdur.

‘BUZDOLABI YOKTU!’

Mülkiyet, para ve tüketim üçlüsünde mülkiyet önde gelir. “Ortakyaşam”ın ülkeyi bir büyük gayrimenkul olarak gören ve sunan yaklaşımı şunu veriyor: Önce “STOK”a (“mülkiyet”e) sahip olacaksın! Hemen sonra akışkan bir şeye, “dolar”a sahip ol ki “yaşam”a, yani sonsuz tüketime ve böylece mutluluğa erişebilesin! Bu üçünü doğru kavrayan, “ortakyaşam” dünyasının özünü, bunun dünya sermayesine “uyum” ve onunla bütünleşme demek olduğunu da kavrar. Bu “yaşam”ın, moda deyimle “paydaş”ı olur.

“Razı olan insan”a mülkiyet ve “dolar” pek verilemez ama “sosyal yardım”la birlikte tüketim sürekli verilmelidir. Modelin “ara dişlisi”nin bunda aktif olması şarttır. Tüketimin sürekli bombardıman stratejisiyle yapılması sermayenin işidir. “Razı olan insanı” tüketim eşyasının “sonsuz”luğuna inandırmak ise “ara dişli”nin görevidir. Rol model olacaktır. O “ insan”a farklı düşünme zamanı kalmamalıdır. Tüketim aksarsa, karşıdevrimin içi boşalmaya başlar! En azından, “Buzdolabı yoktu, biz getirdik”e inandırılmalıdır.

“Ara dişli”nin işlevi bununla sınırlı kalamaz. Siyasal projenin militanı olarak çalışmalıdır. Mülkiyet bir yana, parayı ve tüketimi kaybetmemelidir. Varlığını bunlara borçludur. Ekonomik verimlilikle ölçülebilecek, sağlam ve geçerli “altın bilezik” sayılacak bir meslek topluluğunun öğesi değildir. Varlığı, ilk üçe ek olarak siyasal militanlıkla güvence kazanabilir. Kısaca, modelin “adamı” olmak. Daha önce yazdığım gibi, “Bir sonraki iktidar yoktur!” başlığında bir “mutlak güce geçiş” senaryosu için hem örgütlü hem örgütsüz çalışmalıdır. Yani 2010’dan sonra yaşadığımız senaryo.

KOLAYLAŞTIRICILAR (1)

Kapitalizmin uzak olmayan tarihi ve siyasetini doğru kavrayabilmeyi mükemmel bir yapıttan öğrenelim: “Brumaire”in 18’i. Fransa’da 1848’den 1851’e giden süreçte liberaller Louis Bonaparte’ı desteklediler. Kısaca, “Sivil Bonapartizm”in destekçisi oldular. O rejim böyle doğdu ve Avrupa faşizminin tohumunu ekti. 1851’de iş bittikten sonra, rejimin liberallere ihtiyacı kalmadı. Onlara “gereği”ni yaptı.

İlginçtir, bizde 2010’da ve sonrasındaki seyir bunları hatırlatıyor! “Liberaller”in katıksız Cumhuriyet karşıtlığı onları 2010’dan sonraki “Sivil Bonapartizm”e geçiş senaryosunun gönüllüleri olmaya yönlendirdi. “Geçiş”i algıladıkları zaman, “Atı alan Üsküdar’ı geçmiş”ti. Ortaya bir “süt dökmüş kedi” tablosu çıkmış oldu.

Ancak, “liberaller”in sermayeden yana taraf olmalarında değişiklik olmadı. Emekçilerin gitgide sıkılaşan ekonomik cendere içinde kalmaları onları ilgilendirmedi. Ekonomiye bakışları “sadece piyasalar” söylemine kilitlendi. Planlamadan hep korktular. Kısaca, liberal Lord Beveridge’e erişebilme (1942) yoluna dahi giremediler. Objektif olarak isteyerek, istemeyerek, “ortakyaşam” kapitalizminin “formasyonları”ndan biri oldular.

KOLAYLAŞTIRICILAR (2)

Türkiye’de 1980’lerden başlayıp 2000’den sonra siyasette baskınlık kazanan bir “sosyal demokrat söylem” boy attı. Avrupa sosyal demokrasisinin 1860’larda işçi sınıfı zemininde örgütlenip sahneye çıkmış geçmişinden filizlenmiyordu. Yine Avrupa sosyal demokrasisinin özellikle 1980’den sonra makas değiştirip bu kez sermayeye güven verme çizgisine geçişine öykünüyordu. Bu çizgide, “sosyal demokrat söylem”, kapitalizmin Türkiye modeline yerleşme hevesiyle, Cumhuriyetin yapılarını sahiplenmekten itinayla uzak durdu. Laiklikten, siyasal getirisi olmayacağını sanarak ürkmeye başladı. Kısaca, zemin değiştirme niyeti gitgide arttı.

2010’da “Sivil Bonapartizm” adımlarını sıklaştırmaya başlarken “sosyal demokrat söylem” kendine kılavuz olarak “liberaller”i seçti. Kendi dili, siyasette yaşamsallığa sahip jargonu yoktu. “Uyum”un sözlüğü içinde, ya “liberaller”in jargonuyla ya da karşıdevrimin getirdiği nesnelerle (“kul hakkı” gibi) konuşuyordu. Kapitalizme “yatay geçiş” düşüncesinin tutarlılığı da sayılabilir.

Kapitalizm dörtnala koşmaya başlıyordu. Emekçileşme, işsizliğin de kökleşmesiyle genişleyerek artıyordu. Bu dinamiğin çalışan sınıflarda yaratacağı siyasal enerji “sosyal demokrat söylem”in, laiklik gibi, 

uzağında kaldı. Toplum bunları yaşadı ama siyasal olarak hissedemedi. Sınıfsal bilincin körelmesine “sosyal demokrat söylem”in katkısı oldu. 

Kısaca, tümünün birikerek yarattığı boşluk karşıdevrime kolay mesafe alma rahatlığı verdi. “Sosyal demokrat söylem”den, bir çözüm yolu, bir yön duygusu beklemek zaman içinde gerçekçilikten çıktı. “Sosyal demokrat söylem” de “liberaller” gibi, objektif olarak “ortakyaşam” kapitalizminin “formasyonları” arasında yer aldı. 2010’dan 2023’e böyle geldik.

ÇELİŞKİ 

Bu kapitalizmin “erişilebilir bir denge” modeli yoktur. En yeni iktisat öğrencisi görebilir. Öğrenilmiş olmalıdır ki siyasal projenin “ideal ekonomi modeli aramak” gibi, safça bir hedefi de yoktur. Bu kapitalizm krizlerle işliyor. Kendini onarma özelliği yoktur. Her kriz “ortakyaşam”ın bünyesinde bir öncekinden farklı çelişkiler yaratıyor. Bunlar 2018’den sonra sıklaştı. Siyasal projenin aksamaması için kaynaklar sermaye içinde daha büyük hacimlerde kullanılıyor. Kaynakların daralmasıyla krizler çeşitlenip yayılıyor. Dünya kapitalizmi içinde “zayıf halka” görünümü iyice öne çıkıyor. Modelin yarattığı olağan çelişkidir. 2024’te buradayız.

Biliyoruz, bir olağan çelişki de yaşadığımız kapitalizmde sermaye karşısında emeğin payının keskinleşen şekilde daralması. Çalışmalarını buna hasreden meslektaşlarımız berrakça ortaya koyuyorlar. Tartışılacak tarafı yok. Ancak, “ortakyaşam”ın olağan ürünü olan bu çelişki keskinleştikçe karşıdevrim için yepyeni bir çelişki doğuyor ve büyüyor: Kendine özgü bir bütünlüğe sahip olan “Cumhuriyetçi orta sınıf” emekçileşiyor. Ve emekçileştikçe “Cumhuriyetçi bilinci” gelişiyor! Cumhuriyette pişmiştir. “Ortakyaşam”ın kapitalizminde, siyasal yalnızlığı içinde emekçileşerek bir daha pişiyor. Bu karşıdevrim için ve bununla hamur olan tüm “formasyonlar” için hiç hesapta olmayan yeni çelişkidir! Buradayız.

Ve çarpıcı bir tarafı var: “Ortakyaşam” kapitalizminin piramidinde oluşan “küçük burjuvazisi” (kapitalizmin yeni yetme “orta sınıf”ı diyelim) ekonomik varlığını kaybederse yok olacağı korkusunu hissediyor. Cumhuriyete özgü bir ana damar olan “orta sınıf” ise arkasında bir siyasal destek olmaksızın, varlıklarını ve tasarruflarını sermayeye aktaran bir kapitalist süreç içinde emekçileştikçe yok olmayacağını, Cumhuriyete daha çok bağlanacağını gitgide daha çok ortaya koyuyor. Bu çarpıcı ve üzerinde çok düşünülecek, değerlendirilecek yaratıcı bir tablodur. Türkiye’nin yeni bir tablosudur. Birlikte bakalım.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları