Bilsay Kuruç

Seçimden sonra (2)

05 Haziran 2023 Pazartesi

Seçim bitti. Karşı devrimin oyun kurgusu kabul edilerek yapılmıştı. O kazandı. Cumhuriyetin yüzüncü yılında siyaset bilimciler de yorumlayacaklardır. Biz biraz ekonomiye bakalım. İş dünyasından bir yetkili geçen ay CNN’de (Int. İngilizce) şöyle diyordu: “Biz bir ‘emerging market’iz ve ciddi döviz açığımız var.”

O ŞİMDİ ASKER!

Bazı otoların arkasında böyle yazardı! Merkez bankalarının göbek adı “rezerv bankası”dır. Toplumun, Meclis iradesiyle onlara emanet ettiği değerli varlıkların (rezervlerin) finansal yönetimi onların temel görevidir. ABD’de devletin (Federal Reserve Bank-FED), Çin’de halkın (People’s Bank of China), bizde de Cumhuriyetin (Cumhuriyet Merkez Bankası) merkez bankaları önce bunun için vardır. Birinci görevi yerine getirirlerse yine onların görevi olan para politikasında da inandırıcı, güvenilir olurlar. 

Bakalım. 2016 sonlarında toplumun emaneti rezervler eriyor. “Taşıma suyla” (“swap”la), yani başka merkez bankalarından kısa vadeli borçlanarak “rezerv yönetimi” başlıyor. Yani, bize ait olmayan varlıklar üç aylığına (bilanço dışı işlemle) gelip gidiyor. Ve rezervler erirken “eksi rezerv” diye bir terim dillendiriliyor, alınan kısa vadeli borç adeta bir “varlık stoku” sayılıyor! Bankamız dört dörtlük Merkez Bankası sayılıyor. Ve son veriler 60 milyar doları aşan “eksi”yi (ekonomik anlamda, “kullanılabilir rezerv yok”u) gösteriyor. Swap’ı 1920’lerde Bank of England’ı rahatlatarak FED yarattı. Sonra, 1960’ta FED bu kez doların “altın” fiyatını -1 ons=35 dolar- tutabilmek için, kapitalizmin öteki merkez bankalarına ite kaka “dolarla swap” yaptırdı. Ama tutamadı. 2008’deki “Büyük Çöküş”ten sonra ise FED bu kez “Bankerler Avrupa”sını ayakta tutmak için Avrupa merkez bankalarına swap ikram etti. Kapitalizmin “büyük”leri aralarında bunları yaparlar. Ama dolarla işleyen, dolar kıtlaşınca işleri hemen çatallaşan “emerging market” Türkiye ekonomisi o ligde oynamıyor! Ondan bundan swap aramaya çıkıyor.

Son yıllarda bir de “anormalin artık normal kabul edilme fenomeni” var. Doların kıtlaşmasıyla bir sürpriz daha: Dolarlar akıyor ama kayda geçmiyor. Nasıl? Kapitalizmimiz içeri-dışarı dolar akışını bavullarla çözüyor. Kayıtlı işlemler yerine “bavullar”. Merkez Bankası’nın düzenlediği dış dünya ile işlemler (ödemeler dengesi) hesaplarında istisnai, ihmal edilebilir küçüklükte kayıt dışı tutarlar için bir kalem vardır: “Net Hata Noksan.” Maşallah, son yıllarda 20 milyar dolardan aşağı düşmüyor. 

Ancak eğri oturup doğru konuşulursa, Merkez Bankası dönüp şunu soracaktır (sormazsa olmaz!): “Peki kardeşim, rezerv yönetimi benim işim de döviz rezervlerini bulmak, yaratmak da mı benim işim?” İşte, “market”imizin “100 bin dolarlık soru”su.

SANAYİ Mİ? BİLİYORUZ CANIM...

Rezervleri yaratmak, artırmak genç nüfuslu 80 milyonluk ülkede öncelikle sanayinin işidir. Kalıcı, gerçek rezervin kaynağı orasıdır. Sanayileşme ise toplumda derinde yattığını hissedebileceğimiz haklı arzudur. (Oğlum mühendis olsun, kızım okusun doktor olsun, bunun ifadesidir.) Son 200 yılın dünyasında büyük yapı değişikliğinin lokomotifi sanayi oldu. İcatların, buluşların pratiği ile donandı, girişimci cesaretiyle hız kazandı. Toplumlara damgasını vurdu. Onları yeni bilgiyle tanıştırdı. İlerlemeyi öğretti.

Türkiye’nin son 20 yıllık fotoğrafına bakalım. Elimizde bilgiyle, ehliyetli analiz kapasitesiyle yoğrulmuş bir çalışma var. Okuyanı düşündürecektir. Oktay Küçükkiremitçi ile Ömür Genç’in 2023 Sanayi Kongresi için hazırlayıp 15 Nisan’da sundukları çalışma: İmalat sanayisinin son 20 yılı. Ayrıntılarıyla bakalım.

Bir, Türkiye imalat sanayisi sektörler yapısını 20 yılda değiştirmemiştir. Büyükten küçüğe doğru, üretim paylarında ilk beş, 2003’te gıda, tekstil, giyim, ana metal, otomotiv; 2021’de sadece giyim çıkmış metal üretimi girmiş. Üretim yapısı ithalatla işliyor. Yüksek ithal paylarındaki ilk beş de aynı: 2003’te kimyasallar, makine, ana metal, otomotiv, elektronik; 2021’de ana metalle makine yer değiştirmiş! O kadar.

İki, günümüzde teknoloji konuşmak moda. Sanayici de bu muhabbette vardır. Herkes biliyor, yüksek teknoloji ileri bilgi getirir, sanayiyi şekillendirir, ona hız ve yeni yapı kazandırır. Peki, 20 yılda bizim sanayici teknoloji muhabbeti yapmış da üretimde teknolojiyi hakkıyla konuşturmuş mu? Biraz sayılarla bakalım. Üretimin teknoloji yapısı 2003’te yüzde 41.9 düşük, 30.3 orta-düşük, 24.3 orta-yüksek ve sadece 3.5 yüksek teknoloji gösteriyor. 2021’e gelince bu oranlar, düşük yüzde 35.0, orta-düşük 36.4, orta-yüksek 25.4 ve yüksek sadece 3.1! (“Yüksek” 1970’lerde biraz daha yukarıdaydı, devletin sanayi kuruluşlarına aitti.) Son 20 yılda tek (evet, tek!) değişim düşükten orta-düşük sektörlere doğru. Niçin? Çünkü orası emek-yoğun (düşük maliyet) ve sektör kârlılığının ötekilere göre çok hızlı arttığı alan olmuştur! Sanayici için hedef teknolojik gelişme değil, kârlılığın (orta-düşükte, 2009’dan 2021’e yüzde 582) artışıdır. Berrak sonuç. 

(Karaman’da montaj oto izdihamı.)

Üç, bu yapıda katma değer (milyar dolar olarak) artmıyor. 2003’ten (“market”e yağan dolar yağmuru ile) 2011’e kadar 38’den 66’ya çıkıyor. Sonra yatay seyirle 70, 80, 90 düzeylerinde hafifçe dalgalanıyor. Oralarda kalıyor. 2021’de “COVID’in sermayeye doping”i ile 126’ya zıplıyor.

Dört, sermayenin kutsal tutkusu sanayideki emek tablosundan okunur: Ucuz, daha ucuz, daha da ucuz emek. İmalat sanayisinde ortalama ücret gitgide azalıp düşük ve orta-düşük teknolojili sektör ücretleri düzeyine oturuyor. Yani, zamanla düşüyor. 2009’da 506 dolar iken, 2020’de 389’a iniyor. Aynı sürede Türkiye’nin kişi başına geliri de düşüyor ama imalatta ücret daha çok düşüyor! Nasıl razı oluyor emekçiler buna? Soruya burada girmeyelim. 

Beş, yapısal dönüşüm bir yana 20 yılda en ufak sektörel öncelik farklılığı getirmeyen imalat sanayisi ülkede döviz rezervi yaratabilir mi? İhracatla? İhracatta 2003’teki “beşli”, giyim, tekstil, oto, ana metal, gıdaydı. Şimdi tekstilin yerini makine aldı. Oyun değişmedi. Bu yapı, bırakalım döviz fazlası hayalini, dış ticarette döviz açığını gitgide büyüttü! Dünya imalat sanayisi katma değeri içinde Türkiye’nin payı da 2004’te 0.95’ti, 2021’de 1.10 oldu. O kadar.

Karşılaştırma yapmak doğru olmaz ama dünyaya koşu için “tempo” veren örnektir. Yeri geldi, atlamayalım: Çin’in o katma değer içindeki payı 2004’te 8.60 iken, 2021’de 29.76’ya erişmiş. Döviz rezervi ise 1989’da 3 milyar dolarlarda (3.7) iken, 2023 Mart’ında 3 trilyon dolarlara (3.183.8) gelmiş.

Ayda 300 milyar dolar ihracat yapar, ki bizim yıllık ihracatımızdan fazladır. Ayrıca net uluslararası yatırım pozisyonu (varlıklar-yükümlülükler) da 2.5 trilyon dolardır. Son 20 yılda dünyaya çıkarak çok şey öğrenen, öğrenmiş olması gereken sanayiciler ne düşünür, bilmiyoruz. 

Yukarıda “Eğri oturup doğru konuşalım” dedik. Merkez bankacıdan sonra, bunu sanayici için de yineleyelim. Bu “ekonomik oyun” için bize akıl verip tempo ayarlayacak bir “koç”umuz yok muydu? Vardı. Seçmişiz. 27 Ocak 2011 tarihli Resmi Gazete’de “Türkiye Sanayi Stratejisi Belgesi, AB Üyeliğine Doğru” başlıklı belge AB ile uyumlu sanayi politikalarının sektör önceliklerini açık seçik veriyordu: Otomotiv, makine, elektronik, beyaz eşya, tekstil, giyim, gıda...

Pisti ve koşu temposunu “koç” AB veriyor. Vizyon ise belgede “Avrasya’nın üretim üssü olmak” diye çiziliyor. AB’nin kolonizasyon stratejisinde, onun “market”i statüsüne terfi ederek başka coğrafyalarda “üretim üssü” olmak! Bu açıklanınca “üye olduk” diye havai fişekler atılmıştı. Bir sanayici-işadamı derneği başkanı Doğu ile Batı arasında “ara yüz” olacağımızı söylemiş, bir iktidar sözcüsü de gençlere “aklınızı matematik, programlama gibi şeylerle yormayın. Biz icat yapamayız” demişti. Sermaye ile siyaset arasında bütünlük tamdı. Bugünkü “eksi rezerv”le, “dolarlı bavullar”la şekillenen “emerging market” modelimize oralardan mı geliyoruz?

 Bu modelin sanayi kurgusu yeterli döviz üretemez. Anlamalıyız. Hep daha çok döviz ister, “içer”, kendi kendini sürdürür. Borçla. Toplumu sanayileşmenin topyekûn değişimine, karakterine uzak mesafede tutar. Siyaset topluluğunu, siyaset “oyunu”nu düzenler. Ve halk onun ürününe “gerçek sanayi” gibi bakar. 1936’da günün İktisat Vekili Celal Bayar, “Sanayileşmeyi hususi teşebbüse bıraksaydık, laakal (en az) iki asır beklememiz gerekirdi” demişti. Bekleriz.

(Mümtaz Zeytinoğlu: Ulusal Sanayi, Tahsin Yücel’in eseri.)

ARANIYOR!

Medyatik değil, “tez sahibi” sanayici aranıyor. Vardı. 1979’da trafik kazasında kaybettik. Mümtaz Zeytinoğlu. En yakın dostu Tahsin Yücel, onun zengin ufkunu, sanayiyi toplum için örgütleyebilme mücadelesini, nadir aydın kişiliğini; kılı kırk yarıp belgelerden topladı, Mümtaz’ın kaleme alamadığı kitabını yazdı (1981, 1999).

“Bilerek ya da bilmeden hemen tüm ekonomik, kültürel, toplumsal araçlar belirli bir modelde tüketimi özendirmek için kullanılagelmiştir... Bunu sürekli bir politika olarak benimsemek en kötü dış alımımız olmuştur... Çok tartıştık. ‘Bu bir zorunluluktur’ denilir. Önce elbet montaj sanayisi olacak... Bak, otomobil montajında yerli oranı yüzde şu kadara ulaştı... Artık buna otomotiv endüstrisi diyelim’ denilir. Gerçekte, bir ikisi dışında, hiçbir montaj kuruluşunun gerçek yapımcıya dönüşme olasılığı yoktur.” 

“Ağır ve entegre sanayileşme inadını kesinlikle bırakmayıp o inatla sanayimizin yapısını biçimlendirmek, bütün politikamızı bu biçim yönünde kullanmak zorundayız... Temel sorun özlenen yapıya ulaşabilmek için toplumun hangi sınırlar içinde zorlanabileceği, yönlendirilebileceğidir... Haberleşmesinden kredi düzenine kadar... Tüketimin kolaylığına alışmış üretim düzeninin alışkanlıklarından kurtarılarak gerçek sanayileşme yolunda biçimlendirilmesi, sanayimizin yapısal dönüşümü ile olasıdır...”

Böyle diyor, vasiyet gibi! Belleğimizden silindi. “Montaj sanayidir, ‘eksi rezerv’ rezervdir, hatta ‘intihal’ de bilimseldir” ülkesi “market”te “yeni bellek” inşa ediyor. Ve “yüzüncü yıl”da bunlarla uyumlu, karşıdevrim ağırlıklı Meclis ve yönetimle tamamlanıyor. Yeni bir devir başlıyor. Gerçek, bilimsel düşüncenin cesareti artık başlangıç noktasıdır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları