Bilsay Kuruç

Yüzüncü yılda 23 Nisan (2)

08 Mayıs 2023 Pazartesi

Yüzüncü yıldayız. Bunu bilerek bugünün temel bilgileri nelerdir? Koordinatlarımızı bulmaya çalışalım.

HANGİ YILDAYIZ?

Yüzüncü yılda Cumhuriyet ile karşıdevrim karşı karşıyadır. Saptayalım. Öğrenmek için lazım. Temel harcını 23 Nisan 1920’de koyan Cumhuriyet, Milli Mücadele’den bir uygarlık mücadelesine geçişin adıdır. Moral haklılığın somutlaşmasıdır. Geçiş için irade doğacak. TBMM o zaman bunu en başa yazdı ve öyle var oldu. “Millet” ilk kez iradenin sahibi olarak yazıldı.

20. yüzyıla ayak basacak olan şey Cumhuriyetteki iradedir. “Ben yüzyılın devletini ve toplumunu arıyorum” diyecek. Bağrında bir “ileri hareket” taşıyacak. Enerjisini devlet ile toplumun birbirini sürekli etkilemesinden alacak. Kesilmeyecek. Biliyoruz, devlet basit bir köylüler ülkesinde kuruluyor. Bu köylülük “yurttaşlar”dan oluşan bir toplum olacak, ki kurulan devleti etkilesin ve 20. yüzyılın devleti şekillenebilsin, o toplum da yeniden ileri gidebilsin. “İleri hareket”in diyalektiği özetle budur.

Karşıdevrimin de 100 yılı aşan geçmişi var. 1915’in Sykes-Picot’su doğum tarihidir. O günün emperyalizmi yakınımızdaki coğrafyaya el koyar. Bunun o tarihte açık olmayan adı İngiltere’nin “Büyük Ortadoğu Projesi”dir. Karşıdevrim o projeden doğuyor. Dünya kapitalizminin bir “türevi”dir. Emperyalizmin nüfusuna kaydoluyor. Bir jeopolitik fenomendir. Lozan 1923’te o fenomenin bütünlüğünü bozacaktır. Emperyalizm onu mecburen buzdolabına koyacaktır.

Tarih 1990’lara gelince, Sovyetler dünya sahnesinden çekildi. Kapitalizm “yeni bir zaman”a erişiyor, kendine tüm coğrafyaları kapsayacak yeni, büyük bir senaryo kurguluyor. Artık yeni jeopolitik ekonomik modelle bütünleşiyor ve yeni siyasetlerle iç içe geçiyor. Buna girmeyelim. Sykes-Picot coğrafyasında işin esası değişmemiş ama kurgular, enstrümanlar değişmiştir. Müteahhidin adı da değişmiş, “Amerika’nınki” olmuştur. 2023’ün 23 Nisan’ına 1920’den değil, 1990’lardan geleceğiz.

YAP, İŞLET

Vesayet sınıfsaldır. Bunu önce 1940’ların ilk yarısında, sonra 1980’den bugüne varan “kısa” zaman içinde yaşayarak kavramış olmalıyız; yoksa şimdi niçin, hangi yılda olduğumuzun, niçin “bu yıla” geldiğimizin farkına varamayız. Biliyoruz, 1980’de dünya sermayesinin desteği ve “ağa devlet”in kesin tercihiyle ülkenin sermaye sınıfı yeniden doğdu, emeklemeye başladı. Yeni bir rejimin sahibi olmalıydı. Eyleme geçti. Devlet ile toplumun 1961 Anayasası ile ivme kazanan diyalektiğini 1980 darbesinin “zoru” ile kesti. Devlet ile toplumu ayırdı. Devleti kendine çekti. Bunu hangi terimlerle yazarsak yazalım, işin özü bu oldu. Darbenin gerçek misyonu diyalektiği keserek sermaye sınıfına “öngörülen” gücü kazandırmaktı. Kapitalizm yönetime her düzeyde “öncelikle güç” meselesi olarak bakar. Anlamayanlara, zamanı gelince bunu anlatır. 

Toplum yalnızlaştı. “Zor”la yalnızlaşma, toplumun Cumhuriyet için “ileri hareket” kapasitesini gitgide zayıflattı. Sermaye, devleti kendine çekme gücünü artırdıkça kâr alanı genişledi. Kârlarla ülke siyasetini birleştiren yeni, “cazip alanlar” yaratarak büyüdü. Sınıfsal vesayeti somutluk kazanmaya başladı. 1990’lardan 2000’lere geçebilmek sermaye sınıfı için tarihi önem kazandı. Ve geçti.

O dozda sınıfsal vesayet yeterli mi? Cumhuriyetin ileri hareketini temelli kesebilmek için yeterli mi? Buna, “kurgu ustaları”nın görmüş, geçirmişliği, birikimi ve yaratıcı tasarımlarıyla bakabilirsek “Evet, ama yetmez!” diyeceğiz. Öyle oldu. Aranan gücün tam oluşabilmesi için aranan “eleman”ın, Sykes-Picot’nun 100 küsur yıllık evladının buzdolabından çıkarılarak ısıtılma vaktiydi. Karşıdevrim için eksik olan, o coğrafyaya özgü bir çekirdekti. Hem dünya sermayesinin bir “türevi” olacak, hem de karşıdevrim için patlama yapabilecek bir çekirdek. Bu artık Osmanlı’daki gericilik hareketlerinden farklıydı. İçinde “kullanışlı bir gericilik” taşıyabilir ama “modern bir şey” olmalıydı. Bulundu. Türkiye coğrafyasında servise çıktı. Dünya sermayesi kutsadı, “yerli” sermaye sınıfı himayeye aldı ve böylece birbirini tamamlayan tarihi üçlü oluştu. Model bütünlük kazandı. İçinde kenetlendi. Türkiye “reel kapitalizm çağını” yaşamaya başladı. Yani, “İşte kapitalizm budur!” zamanı. Takvim lazımsa, son 20 yıldır. Aynı şey dolaylı yollardan, farklı terimlerle de anlatılabilir. Anlatanlar çoktur. Ama “Hangi yıldayız? Niçin?” diye düşünüyorsak, işin özünü kaçırmayalım.

ÜÇLEME

“Reel kapitalizm”de merkezde sermaye sınıfı yer alır. O dünya sermayesine eklemlenmek ve ülkeyi, yeni senaryoda uygun görülen “paye” ile bir “emerging market” (dünya sermayesi için “yeni yetme bir piyasa”) yapmak ister. Misyonu 2000’den itibaren bu oluyor. “Üçleme”nin (kapitalizmin buradaki “teslis”inin) yeni elemanı bu noktada devreye giriyor, kendisini bekleyen göreve başlıyor. Yeni eleman, yukarıda vurguladık, kapitalizmin bir jeopolitik fenomenidir. 2000’lerde ülkeyi, “emerging market” kimliği ve bunun siyaseti ile Ortadoğu coğrafyasına taşıma misyonu için var olmuştur. Bu olmazsa, olmaz. Yapabilmek için, maddi olarak güçlenmeli, yeni ekonominin sermaye birikiminden bir pay almalıdır. 2000’lerde bunu doya doya yaşayacaktır. 

Sermaye sınıfı artık eski katmanlarına artan şekilde yenilerini ekleyecek. Böylece yayılacak, irileşecek. Yeniler, birçoğu, Cumhuriyetin kendilerine sunulan varlıklarına el koyarak zenginleşecekler. Ve servet sahibi olurken karşıdevrimin militanlığını üstlenecekler. Modelin değişmez özelliği. Sermaye sınıfının eski katmanları da yeni ekonominin cazip kâr alanlarındaki avantajlara ortak olacaklar. Karşıdevrimin, heybesini doldururken bir yandan Cumhuriyetin yıkımına nişan alan hücumlarına ise eski terimle “bigâne” kalacaklar. (İktisat yazınında, dünya ekonomisinde “ağa”nın olumsuzlukları görmezlikten gelişi için icat edilmiş bir terim vardır: “Benign neglect”! Bunu, iltifat olsun diye, sınıfın eski sermaye katmanına yakıştırabiliriz.) 2023’e gelişin bir kolu sermaye sınıfının kendi içindeki bu sessiz mutabakatı ile ilerliyor.

EMPERYALİZM UNUTMAZ, UNUTTURUR

Tarih gösteriyor ki emperyalizm ciddi bir iştir. Tarihten gelen tecrübesi, coğrafyalar hakkında eşsiz bilgisi bir büyük birikimin ürünüdür. Gözüne kestirince ülkeleri ve insanları bununla yeniden şekillendirebileceğine inanır. İş vermek için himayesine aldığı sınıflara ve aktörlere mutlak, geri alınmayacak bir güç kazandırmaz.  Kendi senaryosunda ne kadar, ne zamana kadar lazımsa o kadar verir. 2023’e buradan bakmayı ihmal etmeyelim.

Toplum 1980’de yalnızlaştırıldıktan sonra uzun süre bir boşlukta kaldı. Yeni rejim için yeniden şekillendirilmeliydi. Karşıdevrimin sermayeden pay alarak zenginleşmek ve ülkeyi Ortadoğu coğrafyasına taşımak kadar kritik bir görevi de burada yatıyor. 2000’lerin rejimi için bir “razı olan insan” profili lazımdı. 1961 Anayasası’yla kazandığı toplumsal haklarla oluşan belleği 1980’den sonra yavaş yavaş yitiren toplum son 20 yılda bu “mühendisliğe” sahne oldu. Bunları daha önce yazdım. Yeniden girmeyelim. Ancak şuna bakalım: “Razı olan insan” sokak röportajında konuştuğu zaman, eski terimle “mümeyyiz vasfı”nı (öne çıkan özelliğini) övünerek vurguluyor: Hemen “Iphone”unu gösteriyor ve “Her şey var!” diyor. Yönetenler de “Herkesin telefonu var!” diyorlar. Kimliği şekillenmiştir: Tüketiciliktir. O bununla özdeşleşmiştir. Bununla “modern bir şey” oluyor. “Emerging market”ın ideal birimidir.  Kapitalizmin bu dünyasına ait olduğunda ısrarlıdır. Sadece orada yaşar. “Öbür dünya”dan filan söz etmiyor. Iphone’unu bırakamaz. Toplum bir, iki önceki kuşakların mümeyyiz vasfının toplumsal hakları öğrenen, özümseyebilen “yurttaşlık” olduğunu unutacak bir bellek kaybı yaşamıştır. 2023’e oradan, unutmaktan geliyoruz. 

1920’nin 23 Nisan’ında toplanan ilk Meclis, Milli Mücadele tamamlandıktan sonra ilk tarihi görevini 1 Kasım 1922’de aldığı kararla yaptı: Saltanata son verdi. Geçtiğimiz yıl, 1 Kasım 2022 günü o kararın 100. yılıydı. Dönemini şimdi kapatmış olan 27. Meclis’teki milletvekillerinden birinin bile aklına o gün o 100. yılı dile getiren bir konuşma yapmak gelmedi! 2023’e şimdi oradan da bu unutkanlıkla geliyoruz.

Kişiler güçsüz, hatta belleksiz olabilirler. Ama bu, karşıdevrimin güçlü olması demek değildir. Çünkü 20 yıl önce kurulmuş “üçleme”, dikkatle bakılırsa, yapısında kriz potansiyeli taşıyarak doğdu. Geçici “cicim yılları”ndan sonra bu potansiyel kendini daha çok gösterdi, belirginleşti. Kriz potansiyelinin görünen parçası en çok ekonomiye yansıdı. Görünmeyen parçalar sıra bekliyor. “Emperyalizm unutmaz, unutturur” dedik. Ama zamanın akışı gösteriyor ki karşıdevrimin vücut bulduğu “üçleme” bünyesinde gitgide artan zayıflıkları daha zor taşıyacaktır. Karşıdevrim iridir ama güçlü değildir.

Varlığını çok aradığımız Tahsin Yücel’in 2008 Nisan’ında tamamladığı “Golyan Devrimi”nde birbirini izleyen öyküler vardır. Tahsin Yücel, kitabın başında, “Zorunlu Bir Açıklama” başlığı altında şunu yazıyor:

“Şimdi bakıyorum da her öykü bir öyküden çok, varsayımsal bir romanın herhangi bir parçası gibi görünüyor, her öykü ‘Ben yarım ve başarısız bir öyküyüm’ diyor.” Karşıdevrimin 20 küsur yıllık tuhaf macerasını düşündürmüyor mu? Ne dersiniz?   



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları