Feridun Andaç

Bir ses ötedeydiniz

27 Şubat 2024 Salı

Firuzan için

Kararan bir günün korku çığlığı sarıyor her yanı. Dil dile yabancı bir zamanın şafağından geçiyoruz. Ayrışan söz uzak tutuyor bizi birbirimizden.

Gecesizlik de bir uğuntu, sabahı görememek demek bu...

Sözün uzağındayız, evet; katılan, onaylayan, paylaşan her şey bir çağrı gibi kuşatma altında.

Ortak kaygı var insanların gözlerinde. Dile gelmeyen keder sarmış her yanı. Korku dağları, kaygı zamanı alt ediyor. Biçarelik her yanda. Zamanın tufeylisi olmak, kıyısız kalmakla eş.

Vurgun da olsa, nefessiz de kalınsa geçiyoruz geceden gene... Alalanacak gün umudu bir yeşerti tarihin seyrinde. En uzun ömür yaşanmayandır, en kısası başlamış olan.

Peki, nerede durmalı şimdi? Hangi şafağın beklentisine vermeli kendini söz.

Bakışlarınızı alıp taşıyan ne; bu içe çekilme zamanını sırlı kılan... Zaman aralıklarında durup bekleyen ve her seste yeni bir yörünge bulan bakış neden talana yağmaya kapı aralıyor bu kadar...

Ülkenin geleceğini yağmalayan bu açgözlülük, gözlere mil olan bu illüzyon...

Sesinizdeydim nicedir, bu karanlık günlerden geçerken. Nefes almak için sözlerinize dönüyordum:

“Mahalledeki çocuklar, bizi ister istemez, pis göçmenliğimizi unutup aralarına alır oldular. Gene de adımız ‘pis göçmenler’di. Oysa biz, oranın üstü başı en temiz çocuklarıydık. Eski ve yamalıydı giysilerimiz, ama kir olmazdı üstlerinde. Gün boyu sinemanın yanındaki arsada koşmaca, saklambaç oynardık da boynumuz kararıp kirlenmezdi. Onların çocuk boyunları zamanla yerleşmiş bir kir dalgasıyla kaplıydı. Yıkanıyorlardı arada kuşkusuz, ama kirliydiler. Yengemin tek tutkusu burada da memleketlerinin törelerini ayakta tutmaktı. Temizlik, onların geldikleri yere olan bağlılıklarını kanıtlayan tek güçtü.” (“Edirne’nin Köprüleri”)

Parasız Yatılı’yla (Bilgi Yayınevi, Şubat 1971, s.196) gelen sesiniz, derin bir nefes almaktı. Hayatımıza baktığınız yerler toplumun masumiyet ikliminin insanlara iyi geldiği zamanları anlatıyordu. O kucaklayan, sarmalayan bakışla; tutkuyla, inançla yazdınız savrulan insanların öykülerini.

Bugün, geldiğimiz yerdeki çözülmenin o savrulan hayatları ezip bükmesi zaman ağrıları da yaşatıyordu sizde. Sevda Dolu Bir Yaz’da ne güzel anlatmıştınız bunları.

Ezgindi bakışınız gene de çözülenin ardında bıraktığı keder sözlerinizin rengiydi artık.

Bir ses gibi çoğaltırdınız duygularınızı sözcüklerinizle. Severdim, “Su Ustası Miraç” öykünüzü. Henüz size gelip, Akademi Kitabevi’nde karşınıza çıkıp, yeniyetme bir okur olarak Kuşatma’yı imzalatmamıştım.

Sarıkamış suişleri şantiyesinde puantörlük yaptığımda 17 yaşındaydım. İşçi koğuşunda aynı odayı paylaştığımız su ustası Mihrali ile Mizrahi kardeşlere bu öykünüzü okumuştum nedense! İkiz kardeştiler, tuhaf gülüşleri ve sessizlikleri vardı. Bana da satranç öğretmişlerdi;

“Önce dikkatle izlemelisin” diyerek taşları anlatmışlardı birer birer.

Gece gündüz öykülerinizdeydim. Hem duygulardaydınız hem de hayatın içinde. Sözcüklerinizle gelen esinti ruhumu ferahlatıyordu o yaban yerde. Bunu anlatmamıştım size o gün. Aradan bir çocuk ömrü geçmişti; yeniden taşraya gitmiş, o uzak yerlerde kendimi “Aydınlanma”ya vermiştim. Dönüp geldiğim bir gün, Berlin’in Nar Çiçeği üzerine konuşmuştuk. Ona dair bir de yazı yazmıştım. Rumeli yolculuğuna hazırlanıyordunuz. “Muhacirlik”ten ne çok söz etmiştiniz bize. Bir yanınız buruk, ezgindi her anlatışınızda.

Sevda Dolu Bir Yaz (1999), bitimsiz bir duygu yüküyle gelip kuşatmıştı beni. Anlatıcılığınızı asıl orada gördüğümü söylemeliyim. Öyle ki daha okurken yazmaya başlamıştım bu öykülerinize dair.

Bana hep bir ses ötedeydiniz. Her bir anlatınızı okuyunca da sizinle konuşunca da yüzümü yazmaya döndüğümde de ödünsüz duruşunuzu, anlatıcılığınızın özgünlüğünü hatırlayıp görüyordum. Bize taşıdıklarınızla gene öylesiniz, hep bir ses ötedesiniz.

gene öylesiniz, hep bir ses ötedesiniz. Şu sözleri ederken de yazdıklarınızın bize yansısını bir kez daha burada yinelemek istiyorum sevgili Füruzan:

Füruzan, öykünün hayatın içindeki izlerini, seslerini, renk ve kokularını oya gibi işliyor. Düne dönüşünde ağıt, nostaljik söylem asla yok! Bir kentte zamanın ve yaşamın nabzını tutuyor. Yitirilen her güzelliğin ardında bıraktığı sızıyı yazıyor o. Bunu okurken siz de hissediyorsunuz. İnsan ilişkileri, yaşanan ortam, ev içlerinin iç huzuru veren görünümü... Füruzan, bu kez, sokaklardan ev içlerine giriyor. Yaz meltemi gibi esip duruyor...

Çocukluk belleğinde iz bırakan, yer eden her bir ayrıntıyı anlattığı durumlara denk düşen bir güzellikte veriyor.

İstanbul’a bakmak, yeniden onun anlattığı gözle gezinmek duygunuzu körüklüyor.

Bir kentin dokusunu oluşturan öğeleri buluşturuyor bu öykülerinde. Sokaklar, mekânlar, sesler, renkler, kokular...

Farkında olmadan yaşananların bilincine kapı aralıyor. Bir bakıma da belleğimizi yokluyor. O orta halli yaşamlardaki güzelliği abartmadan, olanca gerçekliğiyle yansıtıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Okuma merkezi kurmak 23 Nisan 2024
Adsız, sansız kent 26 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları