Akıl başta değil, belki de ayaktadır...

24 Eylül 2023 Pazar

Şempanze genetiği ile insan genetiği arasındaki fark ancak yüzde 1 oranındadır. Aynı canlılar arasında, “morfoloji” dediğimiz biçimsel fark ise yüzde 60 dolaylarında. Oysa şempanze ile insan çiftleşmesinden üremeyi, yüzde altmışa varan morfolojik uyuşmazlık değil, sadece yüzde 1’lik genetik engelliyor. 

Bilimin, canlılardaki temel kalıtım molekülü DNA’yı keşfinden sonra yapılan araştırmaların sonucu bu veriler; insanı insan kılan ve genetik haritasını yüzde 99 oran da paylaştığı en yakın hayvandan ayıran incecik farkın, hem kendi var oluşunu hem de yeryüzünün kaderini nasıl değiştirdiğini kanıtlıyor.

Peki insanı nasıl değiştirmiş bu yüzde 1 genetik uyuşmazlık? 

Bu sayede mi düşünmüş, konuşmuş, yazmış ve üretmeye başlamışız? 

Bu genetik farklılık önce, her şeyden önce, iki ayağı üzerine kaldırmış insanı.

AYAĞA KALK, İNSAN OL

Şaşırtıcı ama gerçek, dört ayak üzerindeyken doğrulup iki ayağımızla yürüdüğümüz için düşünmüş, konuşmuş, yazmış ve üretmişiz... Başka bir deyişle insan, ayağa kalktığı için diğer memelilerden daha akıllı.

Bilim, şöyle açıklıyor ayağa kalkan insan zekâsının gelişimini:

Memeli canlılarda omurilik, kafatasındaki artkafa deliğinden (oksipital) geçerek beyne ulaşıyor. Oksipital deliğin bulunduğu yer, gövdenin genel duruşunu da belirliyor. Dört ayaklı canlılarda oksipital delik, omurganın bitiminde, kafatasının gerisinde. Oysa iki ayaklılarda, delik tam ortada. Böylece, iki ayaklı insanın omurgası, kafatasının köküyle dik açı oluşturmakta.

YATAY DEĞİL DİKEY ZEKÂ

İşte insan beyninin hacmi, dolayısıyla kapasitesi bu anatomi sayesinde artabilmiş. Stephen Jay Gould, insanlık evrimi demek olan anatomik değişimi, şu güzel tümceyle özetler: “İnsan önce ayağa kalktı, sonra akıllandı.” Zaman zaman ayağa kalkmayı beceren, ancak akıllanacak kadar ayakta kalamayan maymun ve ayı gibi hayvanlar, koşmak, kaçmak için dört ayak üzerinde seğirtirken, özellikle saldırmak ya da saldırır gibi yapmak için iki ayakları üzerine dikilirler.

Böyle bir açıdan düşünecek olursanız, kulların, biat belirtisi olarak diz çöküp secdeye gelmeleri, korkunun karıştığı bir saygının olduğu kadar, insanın “yaratık” olduğu çağların teslimiyet göstergesidir. 

Başka bir deyişle, iki ayak üzerine kalkınca beyni gelişen insanın, hele başka insanlar önünde eğilip bükülmesi, zekânın, özgür iradenin, yurttaşlığın bitip kulluğa gerilemesidir, sevgili okurlar. 

ÖLEN YATAR, DİRİLEN KALKAR

İstisnasız tüm dinler, hegemonyalarının başlangıcında Tanrı’nın önünde diz çökmeye, secdeye varmaya zorunlu kılar kullarını. Dinleri topluma yön veren kurnaz insanlar tasarladığı için de iman, salt Tanrı’ya kullukla yetinmez. Tanrı’nın yeryüzündeki temsilcileri peygamberlere, ruhbana, krallara, sultanlara, yani despotlara da kulluk etmeyi, onların da önünde diz çökmeyi, secdeye varmayı gerektirir. 

Ama insanlığın genetik belleğinde “ayağa kalkmak”la gerçekleşen o muhteşem ilerlemeden öylesine bir iz kalmıştır ki örneğin hangi mezhepten olursa olsun tüm Hıristiyanlar, 787 yılında toplanan İkinci İznik Konsili’nde alınan ortak bir kararla, pazar ayinlerinde ve Paskalya yortularında “ayakta” dua eder. Çünkü Hz. İsa’nın dirilişi, ayağa kalkarak temsil edilir. Hatta Yunancada “dirilmek” ayağa kalkmak demektir: Egeiro.

BAŞ EĞİLİR, BEYİN KÜÇÜLÜR

Uzun yıllardır sorgulanıyor: Niçin İslamiyet, ilk çağlarındaki bilim ve kültür ihtişamını yitirdi, niçin şeriata göre yaşayan Müslümanlar hiçbir buluşa, keşfe, icada, velhasıl hiçbir yeniliğe imza atamıyor, mühür basamıyor? Bırakın dâhiyi, ne mucit çıkıyor aralarından ne bilim insanı zaten ne de herhangi bir uygarlık öncüsü.

Acaba diz çökerek biat etmek, Tanrı kulluğuyla yetinmeyip sultanın, şeyhin, emirin önünde secdeye gelmek, anatomilerini değiştirmiş ve onun bunun önünde bellerini büke, kafalarını eğe, beyinleri küçülüyor olabilir mi? 

Cinsellikten başka bir şey düşünüp konuşamayan hocaların, şeyhlerin önünde diz çöken suratlara iyi bakınız. Rahlenin önünde ileri geri sallanarak alınan akıldışı eğitimin kul öğrencileri ve kulbaş öğretmenleridir onlar.   

Bu diyarda bazıları, ayakta yurttaşlıktan dizüstü kulluğa, uygarlık evrimini acaba tersten mi yaşıyor?

SARILARIN TUZAĞI

Dumanlar haber verir önce.

İnce bir kömür kokusu.

Sezer sezmesine, ama

gene de sarıların tuzağına 

düşer, Eylül.

Aşklar adına aldanır, aldatır.

Romanlar, şiirler hepsi

doluşurlar içine.

Uzayıp giderler yağmurlarla.

Pencerelerde hayalleri

akar da akar hüzünleri.

Eylül, yaralı sevdaları sever.

Unutur kavuşmaları

göçmen kuşlar.

Her yıl ayrılıkların tuzağına

düşer, sonbahar.

A. Kadri ERGİN



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kızgın Boğa 21 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları