Varan 3: Şahmerdan vuruşları

21 Ocak 2024 Pazar

Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’ten öteye kulluktan yurttaşlığa yükselttiği halka vermeye çalıştığı ulus bilinci ve eğitimle aşılayabildiği kadar aşıladığı toplumsal ahlak; 1950’lere kadar ordu milli olduğu için dayandı.

Ama çoğunluğun bilinçaltında ahlak, din adına uydurulan mübah ve günahlar demekti. Üstten verilen yurttaşlık etik ve erdemlerinin altında, bin yıllık koşullanmalar yatıyordu. 

Rol modelleri yozlaşınca bilinçaltındaki kadim çürümüşlük de uyanacaktı.  

Her şey, Kore’de dökülen Mehmetçik kanına karşılık olarak NATO’ya kabul edilmemizle başladı. İkinci Dünya Savaşı’nın Batı galibi ABD, Türkiye’ye Marshall yardımı ve daha da önemlisi Hollywood yapımı “American life” propaganda filmleriyle girdi. ABD’den gelen her şey güzeldi, Ankara’ya doluşan Amerikalıların giderken sattıkları ikinci el mallar kara borsada kapışılıyordu. Türk ordusunun çoğu subayı Amerikan hayranıydı. Zaten özenle seçilen bazıları da ABD’de eğitim görmeye başlamıştı.

ULUSAL VE YERLİYE SABOTAJ

Devletler salt silahlı darbe, iç savaş ya da dış saldırıyla yıkılmaz. Şimdi sayacağım her olgu, sonuncu Türk devletini bugünkü yıkıma taşıyan taktik darbelerdir:

Türkiye, ulusal sanayisini kurmak için ne üretmeye kalkışsa 1950’den öteye ABD, “Ben size veririm” dedi ve yerli üretim durduruldu.  

1957’te Menderes hükümetinin ABD ile imzaladığı kamudan gizli anlaşmalar gereği, Kayseri uçak fabrikası kapandı. 1951’de Eskişehir Cer atölyesinde başlayan tümüyle yerli lokomotif üretimine 1961’de son verildi. Yine 1961’de Devrim otomobilinin seri üretiminden vazgeçildi. 1955 yılında MKE ortaklığıyla kurulan yerli kamyon fabrikası asla üretime geçemedi. 

ABD, Türkiye’deki gerek sivil, gerekse askeri siyasal erki demiryollarını geliştirmekten cayıp karayollarına ve taşımacılıkta yabancı ortaklı montaj sanayisine ağırlık vermeye ikna etmişti. Demiryolu ulaşımı nadasa bırakıldı.

İHANET CEHPESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK!

Türkiye’yi neler yitirdiği anlamayacak “kullanışlı budalalar” ülkesi haline getirebilmek için elbette cehalete ihtiyaç vardı. Cehaleti yaymanın en sağlam yolu da geçmişte Osmanlı’nın çöküşünü sağlayan dinsel bağnazlığı dirilterek laik eğitimi baltalamaktı.

Üstelik, eğitime suikastta kullanılacak oportünist politikacılar her siyasal partide vardı ve zaten hepsi dinsel bağnazlıktan besleniyorlardı.  

Cayılan milli ve yerli kalkınma politikalarına paralel olarak 1940’ta eğitime kazandırılan ve Türkiye’yi laik bir kültür düzeyine taşıyacak olan Köy Enstitüleri; 1946’da Cumhuriyetin kurucu partisi CHP tarafından budanmaya başlanıp 1954’te Demokrat Parti iktidarı tarafından tümüyle kapatıldı.

Ancak kısacık bir Cumhuriyet sürecinde nasıl bilinçli birkaç kuşak yetiştirildiyse Türkiye’nin Batı emperyalizmine “pamuk gibi” yumuşak teslimatı mümkün olmadı.

AMERİKANCI DİNBAZLAR YARATMAK UĞRUNA

Dünyada 1970’lere doğru yükselen ABD düşmanlığı ve gençlik hareketlerine paralel olarak, Türkiye’de de “ulusal sol” gençlik ABD, Amerikancı politikacılar ve sözde milliyetçi, özde dinbaz işbirlikçilerine karşı çıktı. Genç, aptalca masum ve deneyimsiz cesurlardı. Hem kolayca manipüle hem de kurban edildiler. 

1971’de Amerikancı askerlerle işbirlikçileri sivil politikacılar, gençlerin antiemperyalist çıkışını yüzlerce tutuklama, işkence ve üç idamla cezalandırdı.

Sözde milliyetçiliği dinsel bağnazlıkla pekiştirmek için 1961 Anayasası’yla milli eğitimde zorunlu olmaktan çıkarılan din dersleri, 1974’ten öteye tekrar müfredata girdi. Ve PKK’yi doğuracak üçüncü Amerikancı askeri darbeye hazırlık yolunda; sağ ile sol çatışmaları başladı. 

Ülkemize kurulan kumpas planı güncellenmiş ve “sürekli darbe” politikasına geçilmişti.

5388 PARÇALI YAPBOZ DARBE

1974 ile 1980 yılları arasındaki suikast ve katliamlarda toplam 5 bin 388 kişi öldürüldü!

1977’deki “Kanlı 1 Mayıs”la toplu katliamlar dönemi başladı. En ağır katliamlar, Maraş ve Çorum’da Alevilere karşı yapıldı. Failler Ülkü Ocaklıydı. 

Aralarında Abdi İpekçi’nin de olduğu 11 gazeteci, mimlenen akademisyen ve kişiler sağlı sollu özenli suikastlarla “etkisiz hale” getirildi.

Her suikast, her katliam devletin temellerine indirilen bir darbeydi!

Hedef gözeten katliamlar laik Türkiye’yi Alevi, Kürt, Sünni diye ayrıştırıp halkı birbirine kırdırmayı amaçlıyordu. Hedef gözetmeyenler de tabana “siyasete bulaşma kellen gider” diyordu.   

Onda dokuzu solcu ya da laik aydınlara yönelik her suikast ise “okuma, yazma, düşünme” mesajını yayan taktik darbelerdi.  

“Kullanışlı budala” apolitik kuşaklar, işte böyle doğdu, yetiştirildi.

Devamı gelecek haftaya...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kızgın Boğa 21 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları