Olaylar Ve Görüşler

Adli yıl açılışına dair

29 Ağustos 2019 Perşembe

Yargı yılı açılışında yüksek yargıçların ve TBB’nin yüksek perdeden söyleyeceği hamaset dolu sözlerine aldanmamak gerekir. Yargı, önce bağımsızlığını sonra gücün hukukunun değil hukukun gücünün egemen olmasını istiyor.

İlk çağlardan beri insanlığın devlet yönetim biçimi konusunda ilkel yönetim biçimlerinden klasik devlet anlayışına ve son olarak da sosyal devlet biçimlerine geçiş süreçlerinde insan onuruna yaraşır devlet biçimi olarak “demokratik hukuk devleti” sistemi öngörülmüştür.
Önce Aristo ile başlayan sonra da Hobbes, Locke ile gelişen süreçte§ Montesquieu’nün tam anlamda erkler ayrılığını da içeren görüşlerini “Yasaların Ruhu” adlı eserinde bulmaktayız. Çağlar geride kalmış ve bütün demokrasiye saygılı dünya ülkeleri hukuk devleti olmanın temel şartının ise kuvvetler ayrılığının anayasal güvenceye tabi tutulması gerektiği konusunda birleşmiştir.
Prof. Dr. Erdoğan Teziç, erkler ayrılığını; devletin yasama, yürütme ve yargı işlevinin birbirine karşı bağımsız organlar tarafından görülmesi olduğunu dile getirmiştir.
Bu temel girişten sonra ülkemizin zaten sorunlu olan yargı erkinin giderek bağımsızlığının törpülendiği ve yürütmenin açıktan emri ya da hissettirdiği niyetine göre hareket eden bir erk görünümü aldığı gerçeği ortada durmaktadır.

FETÖ ile bozulan süreç
Yargı sistemimizdeki bu bozulma ve siyasi iktidarın yörüngesine girmesi yargının FETÖ’ye teslim edilmesi sürecinde başlamış ve daha sonra biriktirilmiş 4500 kadar FETÖ’CÜ yargıcın darbe kalkışması sonrasında görevden alınması ile oluşan boşluk bağımsızlık ve tarafsızlık ölçütü bertaraf edilerek siyasi iktidarın yandaşlarının doldurulması ile iktidar yörüngesindeki yargı oluşturulmuştur.

Çocuk yargıçlar sorunu
Bu arada “Çocuk Gelinler” sorunumuzdan sonra nur topu gibi “Çocuk Yargıçlar“ sorunumuz da dünyaya gelmiştir. Genç yargıçların Anadolu’nun küçük ilçelerinde deneyim kazanarak tam olarak hukuk nosyonunu ve yargıç kimlik ve kişiliğini kazanarak zaman içinde büyük illere atamalarının yapılması yerine, oluşan büyük boşluk nedeniyle çocuk yaştaki yargıçlar İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlere atanmışlardır.

Kaygıdan korkuya evrilen süreç
Yargı erkinin bağımsızlık ilkesinin delindiğinde onu geriye almak çok zorlaşır ve hatta olanaksızlaşır. Yargıçlar yargıç teminatı (güvencesi) kalmadığı için geleceklerinden, kurulu düzenlerinin bozulacağından ve her türlü özlük işlerinden dolayı kaygıya kapılırlar. Bu kaygı giderek ciddi korkulara ulaşır ve iktidarın ya da otokratın söylemek istediklerini araştırmaya, ona göre karar almaya doğru evrilmelerine neden olur.
Yeni yargı yılı açılırken bu sorunları daha da katmerleştirecek bir süreci yaşamaktayız. Yargı yılı açılış törenleri partili bir cumhurbaşkanının külliyesinde (sarayında) yapılmaktadır. Bu durum yargıya daha üst düzeyden “sen benimsin, kararlarında dikkat et” deme anlamı taşımaktadır.

Avukatın adı yok
Bugünkü yargı sistemimizde ne yazık ki hâlâ avukatın adı ve saygınlığı bulunmamaktadır. Yargının olmazsa olmaz üç sacayağından biri durumundaki savunma yani avukatlar üvey evlat gibi karşılanmakta ve yargılama süreçlerinde bir prosedürün yerine getirilmesi gibi geçiştirilmektedir.
İstanbul adliyelerinde avukatların girmesi kısıtlı koridorlar bulunmaktadır. Anlamsız bir gizlilik ilkesi sonucu şüpheli ve sanıkların posası çıkartıldıktan sonra avukata teslim edilmektedir.
Avukatların bugün delil toplama yetkileri yoktur. Savcılara verilen lehte ve aleyhte delilleri toplama yetkisi ise tek taraflı çalışmakta ve salt aleyhteki deliler toplanmaktadır.

İmtiyazlı kurumlar
Ceza davası dışındaki yargılamalarda da bankalar, TMSF, kimi kamu idareleri ayrıcalıklı birer kurumdur ve onlara karşı dava kazanmak nerede ise olanaksızdır.
Vatandaşların birbirleriyle olan hukuk davalarında da benzer uygulamaların yapıldığını söylemek gerekir. Hatta bazı kişiler her türlü hukuk davalarını çözümleme garantisi ile ortaya çıkmaya başlamıştır. Bunlar Yüksek Mahkeme yargıçlarının ya da siyasi iktidarın önde gelenlerinin yakınları görünümü içinde dümenlerini sürdürmektedir.

Önlenemeyen kadın cinayetleri
Yaşama hakkı gerek ulusal hukuk gerekse de uluslararası belgeler tarafından etkin bir şekilde korumayı amaç edinse de günümüzde bu hakkın da halen ve yaygın bir şekilde ihlâl edildiği gözlemlenmektedir. Örneğin aile içi şiddet, kadına şiddet ve kadın cinayetlerinin önünün alınmaması, tehdit altındaki kişilere gerekli ve yeterli korumanın sağlanmaması büyük sorun haline gelmiştir.
Yargı yılı açılışında yüksek yargıçların ve TBB’nin yüksek perdeden söyleyeceği hamaset dolu sözlerine aldanmamak gerekir. Yargı önce bağımsızlığını sonra gücün hukukunun değil hukukun gücünün egemen olmasını istiyor.

 

Av. Celal ÜLGEN



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları