Olaylar Ve Görüşler

Demokrasinin sınıfsal niteliği - Kaan Eroğuz

01 Mart 2024 Cuma

Yerel seçim eğik düzleminde bulunan ülkemizde, seçimlerin ve demokrasinin önemine ilişkin farklı çevrelerin her gün vites artıran aforizma yarışlarına tanık oluyoruz. Kavramların, tarihsel ve toplumsal bağlarından kopartılarak kullanıldığı bir dönemde en sık kullanılan, kullanıldığı ölçüde de gerçek anlamından uzaklaştırılan kavramların başında “demokrasi” geliyor. “Açılımlarını” yapanlardan “masalarını” kuranlara herkesin ağzında bir demokrasi türküsü... Peki ya nedir bu demokrasi? Yerel seçimlere giden ülkemizde demokratik mücadelenin tabanını kimler oluşturur? Demokrasiyi ortaya çıkaran tarihsel dinamikler üzerinden bu soruların cevabını güncele ve günümüze bakarak cevaplamaya çalışalım.

KAVRAMSAL BAKIŞ

Demokrasi kavramının etimolojik kökenine baktığımızda; “demos” kavramının Antik Yunanda halk anlamına geldiğini görürüz. Ancak bu “halk” sadece soyut bir politik kavrama denk düşmemektedir. Halk burada sıradan insanları ve daha özelde yoksulları nitelemek için kullanılmaktadır. “Kratos” kavramı ise iktidar/güç anlamına gelmektedir.

SEÇİM VE SANDIK

Dolayısıyla demokrasi; sıradan insanların ve yoksulların iktidarı anlamına gelir. Nitekim, Antik Yunan felsefesinin en önemli filozoflarından Aristoteles, Politics (Politika) adlı eserinde, demokrasiyle oligarşi arasındaki temel farkın yoksulluk ve zenginlikten kaynaklandığını vurgulamaktadır. Aristo’ya göre; “İster azınlık ister çoğunluk olsunlar, her nerede egemenler iktidarlarını zenginliğe borçluysa orası oligarşidir, yoksullar iktidardaysa orası demokrasidir”

Antikiteden 20. yüzyıl ortalarına kadar demokrasinin içeriğine ilişkin bu temel yargının kabul edildiği söylenebilir. Ancak, bu tarihsel aralıktan itibaren demokrasinin sınıfsal niteliğinin yok sayıldığı veya çarpıtıldığı görülmektedir. Öyle ki kapitalizmle birlikte inşa edilen liberal demokrasinin temel varsayımları demokrasinin zorunlu koşulu olarak algılanmaya başlanmıştır.

Böylelikle kapitalizm ve demokrasi eşanlamlı sözcükler olarak kullanılmış, neoliberalizme geçiş ve sosyalizmin çözülüşüyle birlikte yoksulların ve sıradan insanların siyasal alana katılmaları önündeki engeller meşruiyet zeminlerini genişletebilme olanağı yakalamıştır. Kapitalizmle demokrasiyi birbirine eşitleyen böylesi bir demokrasi anlayışı, siyasal alana katılım yollarını seçim ve sandığa endeksleyen bir anlayışın yerleşmesine sebep olmuştur

YOKSULLARIN TEMSİLİYETİ

Kapitalist üretim ilişkilerinin olgunlaşmaya başlamasıyla birlikte ülkemizde gerçekleşen “demokratikleşme süreci” yukarıda özetlemeye çalıştığımız demokrasi algısı içerisinde şekillenmiştir. Toplumun geniş kesimlerini oluşturan yoksulları siyasal katılım alanlarından dışlayan, Türkiye’nin GSYH’sini elinde bulunduran küçük zengin bir azınlığın iktidarı tüm siyasal alanı şekillendirmektedir.

Günümüzde açlık sınırının altında yaşamaya terk edilen emekçilerin en temel demokratik taleplerinin dahi bastırılması ve görmezden gelinmesi “Türkiye’deki demokrasinin” niteliğini ortaya koymaktadır. İçinden geçtiğimiz yerel seçim sürecinde yaşanan tartışmalara baktığımızda da bu gerçekliği görebilmemiz olanaklıdır. Belli isim ve gruplar arasına sıkışan içerisine sıkışan adaylık yarışları programatik olarak da emekçilerin acil çözüm bekleyen sorunlarına cevap vermekten uzaktır. Büyük ölçüde TBMM’de temsil edilen düzen partilerinin emekçileri dışlayan bu adaylık yarışlarına sözde “sosyalist” partiler de uyum sağlamaktadır. Uzun süredir bilmekteyiz ki demokrasi kavramının başına gelen “sosyalizm” kavramının da başına gelmektedir.

Kalkış noktamıza dönüp Aristo’dan hareket edecek olursak Türkiye’de bir demokrasiden değil ancak bir oligarşiden bahsedebilmek mümkündür. Önümüzdeki yerel seçimlerde yoksulların siyasal etki alanlarını genişletecek parti ve adaylarının göstereceği başarı, bu ülkede yeşerecek gerçek demokrasinin başarısı sayılacaktır.

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları