Olaylar Ve Görüşler

Eski ve yeni Türkiye - Halil SARIGÖZ

03 Ocak 2024 Çarşamba

Hani hep söylemlerde kullanılır ya “Eski Türkiye şöyleydi, böyleydi...” diye, peki neydi bu eski Türkiye? Kimilerine göre, daha özgür, daha umutlu günler iken kimilerine göre derin bir nefret...

Niye bir kesimi kızgın bir hale büründürürken diğer kesimi hüzünlü bir hale büründürüyordu? Toplumumuzun bazı kesimleri yaşadığımız günleri daha özgür günler olarak nitelendirip 2000’li yıllar öncesini “askeri vesayet” dönemi, “krizlerkoalisyonlar” dönemi olarak adlandırıyor. Bir diğer kesimi ise bazen çalkantılı dönemleri olsa da bahse konu dönemlerin daha özgür, daha mutlu günlere sahip olduğunu düşünüyor...

TOPLUM VE KİŞİLER

Elbette ki görüşler ve düşünceler kişiden kişiye değişip, dönüşebilir; bu yadırganamaz. Ancak tüm toplumu ilgilendiren konular da sadece kişilerin görüşlerine göre sonuca varılamaz. Çok partili yaşama geçtiğimiz 1946’dan bugüne yaklaşık 78 yılı devirdik. Bu süreç boyunca siyasi tarihimizde, darbelerle, ihtilallerle, muhtıralarla, darbe girişimleriyle, ekonomik krizlerle vs. defalarca kez karşılaştık. 1960’lı yıllardan 1980’e kadar, Cumhuriyetimizin en özgürlükçü anayasası olan 1961 Anayasayı ile birlikte toplumumuz sosyal, kültürel pek çok alanda ciddi bir ilerleme yaşadı.

Gazetelerin, sanat, edebiyat ve siyaset dergilerinin yok sattığı, insanların sinemaya, tiyatroya gitmek için gün saydığı o dönemlerde, elbette ki her şey güllük gülistanlık değildi ancak toplumda bir Aydınlanma süreci yaşanıyordu, ta ki 12 Eylül karanlığına kadar...

KUTUPLAŞMA

12 Eylül 1980 darbesiyle ülkedeki çatışma ortamı bıçak gibi kesilmişti ama neyin önü açılmıştı? Nelerin üzerinden silindir gibi geçilmişti?

İkinci Meşrutiyet’ten (1908) sonra İttihatçıİtilafçı diye kutuplaşan toplum, 1950’lerde halkçıdemokrat (Vatan Cephesi), 1960’lardan itibaren sağcı-solcu, 1990’larda da laik-muhafazakâr olarak kutuplaştı... Bu topraklar, bu kutuplaşmalardan bıktı usandı. Dün farklı farklı kutuplaşmalara şahit olduk, bugün farklı, böyle giderse yarında daha da farklı... Öyle ki toplumumuzda, kimse kimseye tahammül edemez bir ruh haline büründü. En ufak bir zıtlıkta hakaretin bini bin para... Kuşaklar emanetin gereğini yerine getirmiyor, özgürce tartışıp uygarca uzlaşamıyor. Geçtiğimiz günlerde bir TV kanalında yayına başlayan bir dizi de oldukça başarılı eserlere imza atan iki farklı yönetmen arasındaki atışmada ilgilerini adeta ikiye böldü. Biri şuncu iken öteki buncu oldu.

Kesinlikle her iki örnekte ayrı ayrı değerlendirilmeli, örneğin eski Türkiye’de herkesi, her şeyi hiciv edebilen güldürü programları yok muydu? Bugün bile eski bölümlerini kahkahalar atarak izlemiyor muyuz? Süleyman Demirel ya da Bülent Ecevit kendilerini gösterisinde tabiri caizse yerin dibine sokan Levent Kırca’yı izlemiyorlar mıydı? Ya da seçimlere giderken tüm parti liderlerinin aynı ortamda tartıştığı, birbirlerine sorular yönelttiği programları toplumun pek çok kesimi ekran başından ayrılmadan izlemiyor muydu? Erdal İnönü ile Turgut Özal’ın arasındaki kıtlık diyaloğu hemen herkesin malumudur, atılan sözde verilen cevap da birer pratik zekâ örneğidir. Ama bundan daha da önemlisi karşılıklı hoşgörüdür...

ELEŞTİRİ KÜLTÜRÜ

Yeni Türkiye’de bunlara ihtiyaç yok, ideolojilere, okumalara, yorumlamaya, eleştiriye, hicve, parodiye, tartışma çıkartacak en ufak bir şeye de gerek yok... Bir dönem sosyal medyada dönen bir cümle vardı, “Sussam gönül razı değil, konuşsam Silivri...” diye... Gerçekten ilginç bir toplum olduk. Kimsenin eleştirilmekten hoşnut olmadığı gibi özeleştiri yaptığı da yok... Herkes, her şeyi çok iyi biliyor, okuyarak, dinleyerek öğrenmek kimin haddine ki?

2024 yılın yurdumuza güzellikler katması dileğiyle...

HALİL SARIGÖZ

TARİHÇİ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları