Olaylar Ve Görüşler

Nejat Eslen - PKK ile mücadelede ağırlık merkezi neresidir?

12 Mart 2024 Salı

Prusyalı General Carl von Clausewitz (1780- 1831) Savaş Üzerine adlı kitabında, savaşta zaferin kazanılmasını düşmanın ağırlık merkezinin doğru teşhis edilmesine ve mevcut güçlerin azamisinin bu merkeze yönlendirilmesine bağlamıştır. 

Clausewitz’e göre savaşta tüm güçlerin ve iletişimlerin odağı olan bir ağırlık merkezi oluşur ve mevcut güçlerin mümkünse tamamının bir darbe halinde düşmanın bu merkezine yönlendirilmesi gerekir. Büyük sonuçlar daima düşmanın ağırlık merkezinde aranmalıdır. Çoğu zaman düşmanın asıl kuvvetleri ağırlık merkezini oluşturur.

ZAFERİ GARANTİ ETMEK

Daha basit bir anlatımla ağırlık merkezi, “Savaşta neyi etki altına alırsam zaferi garanti ederim” sorusunun cevabıdır. Clausewitz’in bu konsepti sadece askeri stratejilerde değil, aynı zamanda siyaset stratejilerinde de uygulanabilir. Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz’da Afyon bölgesindeki Yunan kuvvetlerini savaşın ağırlık merkezi olarak seçmiş, şiddetli darbeyi bu bölgede indirmiş ve zaferi garanti etmiştir. 

Hitler, ağırlık merkezi belirsiz veya doğru olmayan saldırılarla Almanya’yı ve Avrupa’yı perişan etmiştir. Vietnam Savaşı’nda Amerikalı generaller, Vietnam ordusunu ve gerillalarını ağırlık merkezi olarak seçmişken Vietnamlı generaller ise ABD halkını savaşın ağırlık merkezi olarak değerlendirmiş ve Amerikan kamuoyunu etki altına alarak, muharebeleri kazanamadan savaşı kazanmıştır.

Ukrayna savaşında ise Rus generaller bu savaşın ağırlık merkezini belirleyememiş, gücünü dağıtmış, kısa sürede zaferi temin edememiş, amacına ulaşamamış ve bu nedenle de mücadele ne zaman sona ereceği belli olmayan yıpratma savaşına dönüşmüştür.

40 yıldır devam eden ve hâlâ bitirilemeyen, maliyeti yüksek PKK ile mücadelede başarılı olmak için bu mücadelenin de ağırlık merkezinin doğru belirlenmesi gerekmektedir. Bu nedenle de öncelikle, “PKK ile mücadelede neyi etki altına alırsam başarıyı garanti ederim” sorusuna yanıt aranmalıdır.

PKK ile mücadelenin taktik, operatif, stratejik, diplomatik ve siyasi boyutları olduğu gerçektir. Ancak, bu konuya öncelikle jeopolitik boyutta bakılmalıdır. Çünkü PKK, ABD-İsrail ortak jeopolitik projesidir ve PKK ile mücadele jeopolitik kaos içindeki Ortadoğu’da gelişmektedir. 

TEK KUTUPLU DÜZEN

Bu jeopolitik projenin hamisi ABD’nin kendisidir. O halde PKK ile mücadelede, bu mücadelenin ağırlık merkezi, bu jeopolitik projenin hamisi ABD’nin tam da kendisidir. Çünkü, bu mücadelede ancak, ABD etki altına alınırsa başarı garanti edilebilecektir. İşte bu nedenle de bu mücadelede asıl gayret ABD yönüne yönlendirilmelidir. 

Artık ne İkinci Dünya Savaşı sonrası ne de kısa süreli tek kutuplu düzen şartları geçerlidir. Dünya hızlı dönüşüm, ABD ise ciddi sıkıntılar içindedir. ABD, tek kutuplu süreç içinde jeostratejik amaçlarına ulaşamamıştır. ABD, kurduğu kurallara dayalı düzeni ve bu düzenin liderliğini sürdürmekte giderek zorlanmakta, adil dünya düzeni için çağrılar giderek artmaktadır.

Türkiye ise merkezi konumu ile sadece Doğu ile Batı arasındaki değil, aynı zamanda Kuzey ile Güney arasındaki, Atlantik ile Avrasya ve AsyaPasifik blokları arasındaki, Ortadoğu’daki, küresel jeopolitikteki gelişmeleri etkileme yeteneğine sahip jeostratejik bir manivela gibidir. Bu manivela, kapıyı farklı eksenlere açabilir veya kapayabilir.

Türkiye, bu kaotik ortamda, coğrafi konumunun sağladığı bu gücü, PKK dahil, jeopolitik meselelerde kullanma şansına sahiptir.

SON SÖZ

Jeopolitik tercihler ile ilgilidir. Zaman geçtikçe, şartlar değiştikçe tercihler de değişebilir. Tarih boyunca da böyle olmuştur. Küresel jeopolitik kaos, riskler ile birlikte yeni tercihler için fırsatlar oluşturabilir. 

ABD, tercihini PKK’den yana kullanmıştır. Tercih inisiyatifini kullanmak artık, ABD’de değil, Türkiye’dedir. Daha adil dünya düzeni için gayretler gelişirken ancak iç cephesi güçlendirilmiş Türkiye, bu tercih kozunu, PKK ile mücadelenin ağırlık merkezini etkilemekte kullanabilir.




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları