Şahin Aybek

Eğitimdeki en büyük problem zihniyet meselesidir

22 Şubat 2023 Çarşamba

Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Felsefe Grubu Eğitimi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Cahit ASLAN ile eğitimimizin toplumsal ve ideolojik yönlerini ve sorunlarını konuştuk.

“Eğitim sadece bir sosyalleşme sürece değildir, aynı zaman da insanın insanlaşmasıdır, tekâmülüdür, yani vicdanidir. Eğitim ideolojilerin mücadele alanıdır. İdeolojiler, kendilerine ait dünya görüşlerini ders kitapları, eğitim programları gibi eğitim materyalleri üzerinden bazı zaman bir takım sözcükleri defalarca kez tekrarlayarak; bazı zaman kendi ideolojilerini çağrıştıracak karikatür, fotoğraf gibi farklı görselleri kullanarak; bazı zaman ise bir derse yönelik bilgi dünyası içerisinde özellikle bazı konuları seçip eğitim programına yerleştirip öğrencilerin zihinlerine kodlayarak işlerler.”

“Türkiye’deki eğitim sorunları teknik olmaktan ziya de politiktir. Ülkenin politik hesaplaşmasındaki aktörlerin tutumu anında eğitim sistemine yansımaktadır ve yansımaya devam edecektir. Politik problemlerimiz çözülmeden eğitim sorunlarımızın bu kısmı da çözülmeyecektir. Mesele politik olunca eğitim sorunlarının çözümü sadece akademik dünyanın sorunu olmaktan çıkmaktadır.”         

“Politik problemlerimizin zemin bulduğu “toplumsal fay hatları”ın analizi bizi problemlerin derinliğine götürecektir. Toplumsal fay hatları deyince de ilk sırada laiklik-siyasal İslam hattının geldiğini söyleyebilirim. Tabi bu fay hattının yanına Alevi-Sünni, Türk-Kürt, emek-sermaye, kadın-erkek, dikotomik (ikili) cinsiyet- multiply (çoklu cinsiyet) vs. gibi toplumsal fay hatlarını da ekleyebilirim. Her biri kendine özgü gerilim yaratmakta ve bu gerilimler de eğitim sorunlarımız olarak doğrudan veya dolaylı bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.”

Eğitimin birey ve toplumla ilişkisi konusunda düşünceleriniz nedir? Eğitim bir sosyalleşme süreci midir? Ayrıca yalnızca bir sosyalleşme süreci olarak görmek uygun mudur?

Eğitime birey–toplum ilişkisi açısından baktığımızda doğal olarak iki boyutlu düşünmemiz gerekir.  Her şeyden önce biliyoruz ki  “sosyal bir varlık olan birey, içinde yaşadığı sosyal ortamlarla birlikte şekillenir. Bu süreçte birçok kurum devreye girer. İşte bireyin bu şekillenmesinde yani sosyalleşmesinde rol oynayan kurumlar aynı zamanda onun kişiliğinin oluşmasında da etkilidir. Bu kurumların içerisinde öncelikli olan ise eğitimdir. Çünkü eğitim aracılığıyla bireylerin değişen ortamlar için uygun bilgi ve becerilerle donatılması gerekir.” Kısaca bireyin içinde yaşayacağı toplumun kültürünü alması gerekir ki orada kendine bir yaşam alanı bulsun. Bunun için Linton’un kültür görüşüne göre birey herkesin bilmesi gereken bilgiyi eğitim aracılığıyla alarak “kültürün genel unsurları”na katılır. Modern toplumlar bunu zorunlu ya da temel eğitim şeklinde gerçekleştirir.  Fakat toplumda herkes hekim, hâkim, avukat vs olmak zorunda değildir. Eğer birey bu meslekler aracılığıyla yaşamını sürdürecekse edineceği bu mesleklerin bilgisiyle asgari düzeyde donanmalıdır. Bu sefer birey mesleki ve teknik eğitim aracılığıyla topluma dâhil olur ki böylece “kültürün özel unsurları”na katılır. Ayrıca “kültürün alternatif unsurları” da söz konusudur. Toplum bireyin önüne çok çeşitli alternatifler sunar. Özellikle araştırma, geliştirme yoluyla yenilikler geliştirir. İşte birey bu alternatifler içinden bir veya birkaçını seçer. Bu seçim işi de eğitimle alakalıdır.

Ayrıca Durkheim’in eğitime fonksiyon açısından baktığını da biliyoruz. Durkheim’e göre toplumun tipi bakımından (mekanik veya organik gibi ya da geleneksel modern gibi) eğitimin amaçları değişse de genel olarak yetişkin nesillerin genç nesiller üzerinde onları bedensel, ahlaksal ve zihni düzeye çıkarmak için istendik eylemlerde bulunur. Kısaca burada çocukların ve gençlerin sosyalleştirilmesi söz konusudur. Bu şekilde de toplum kendi devamlılığını garanti altına almış olur.  Max Weber de eğitime sosyalizasyon açısından bakar. Örneğin ona göre eğitimin asli görevi, ileride toplumsal yapıda ulaşacağı yere ulaşmaları için kişileri ve grupları hazırlamaktır.

Bu sosyologların ve benzerlerinin açıklamaları genel olarak eğitime sosyalizasyon açısından yaklaşmaktadır. Fakat bu bakış açılarının eğitime daraltılmış bakış açısıyla yaklaştıklarını söyleyebilirim. Diğer yandan insanın insanlık adına (humanity) tekâmülü de söz konusudur. Burada, genel anlamda “insanın nasıl insan oldu”ğuna bakmamız lazım. Kaldı ki Homo Sapiens’ten “humanity”e geçiş ve onun tekâmülü de bir eğitim işidir. İşte bu insanın eğitimidir; insanın kendini keşfetmesidir. Eğer eğitime dar çerçeveden, sosyalleşme açısından bakacak olursak köleliğin niçin kaldırıldığını, emeğin değerini anlayamayız. Bu yüzden eğitim sadece bir sosyalleşme sürece değildir, aynı zaman da insanın insanlaşmasıdır, tekâmülüdür, yani vicdanidir. 

Toplum, kültür ve siyaset vb konularla ilgili farklı anlayış ve ideolojilerin eğitime yönelik kavrayış ve bakış açılarının içerdiği sorunlardan söz edilebilir mi?

Aslında her toplumsal ilişki az çok bir tür siyasal ilişkidir. Dolayısıyla yönetenlerin ve yönetilenlerin olduğu egemenlik ilişkisidir. Mesele egemenlik ilişkisi olunca da devreye meşruiyet olgusu girmektedir. 

Biliyoruz ki genel olarak eğitimin iki temel fonksiyonu vardır. Birincisi var olanın muhafazasıdır, diğeri ise geleceğin inşası için insanın dönüşümüdür. Bu ikisini bir arada düşünmek belki ilk etapta bir paradoks olarak görülebilir. Aslında böyle bir durumda karşımıza çıkacak olan “bu bir paradoks mu?” sorusunun yanıtı hem evet hem de hayırdır. Paradoks değildir; çünkü her toplum kendini mükemmel bir şekilde tekrar tekrar inşa ederek varlığını sürdürmeye çalışır. Her nesil ateşi yeniden keşfetseydi mağara döneminde kalırdık! Bu yüzden mevcut bilgi birikiminin yeni nesillere aktarılması gerekir. Fakat hiçbir toplum kendi eğitim kurumlarında bir gün kendini kökten değiştirecek, siyasal iktidarları devirecek bireyler yetiştirmek üzere organize olmaz. Oysa radikal değişim yaşamış toplumları dönüştüren liderler yine kendi eğitim kurumlarında yetişmiş bireylerden çıkmıştır. Örneğin Lenin, Mao, Atatürk… Bu yüzden aynı sorunun yanıtı bu sefer evettir. 

İşte her toplum aynı zamanda bir iktidar ilişkileri örgüsü olduğu için mevcut iktidarlar yöneteceği kitlelerin zihinlerini de yönetmesi gerekir. En azından uyguladığı, uygulayacağı politikaların muhataplarının rızalarını almak zorundadırlar. Bu yüzden de bütün iktidarların uyguladıkları eğitim aynı zamanda ideolojik eğitimdir ki yönetimlerine meşruiyet kazandırsınlar, böylece sürekli var olabilsinler. 

“Bundan dolayı da eğitim ideolojilerin mücadele alanıdır. Okullarda öğrencilere okuma-yazma, basit bir takım hesaplamaların yanı sıra nasıl düşünmeleri gerektiği, doğru ve yanlışın kriterlerinin ne olduğu, kısaca hayata yönelik bir bakış açısı kazandırılır. İdeolojilerin toplum içerisinde dolaşımını sağlayan en etkili güç ise siyasi iktidarlardır. Ülkeyi yönetme iddiasında bulunan her siyasi iktidar, kendi içinde bir ideoloji barındırır ve bu ideolojisini toplum içerisindeki farklı kurumlara yansıtır ki bu kurumların başında da eğitim gelmektedir. Siyasi iktidarlar, kendi ideolojisini genelde eğitim özelde ise okul çatısı altında öğretmen, ders kitapları, eğitim programları aracılığıyla ülkenin en ücra köşelerine, kılcal damarlarına kadar ulaştırma gayreti içerisine girerler. Siyasi iktidarların hayatta kalmaları için bu ideoloji aktarımı var oluşsal derecede önemlidir… Toplum içerisindeki bireyler arasındaki ideolojik farklılık göz önünde bulundurulduğu için de siyasi iktidarın kendi ideolojik aktarımını diğer rakip ideolojilerin tepkisini çekmeme adına dikkatli bir şekilde ve özenle yapmaya çalışır. İdeolojiler, kendilerine ait dünya görüşlerini ders kitapları, eğitim programları gibi eğitim materyalleri üzerinden bazı zaman bir takım sözcükleri defalarca kez tekrarlayarak; bazı zaman kendi ideolojilerini çağrıştıracak karikatür, fotoğraf gibi farklı görselleri kullanarak; bazı zaman ise bir derse yönelik bilgi dünyası içerisinde özellikle bazı konuları seçip eğitim programına yerleştirip öğrencilerin zihinlerine kodlayarak işlerler. Hiçbir ders kitabında/eğitim programında seçilen konular ne tesadüfî olarak seçilmiştir ne de tarafsızdır. Herhangi bir siyasi iktidarın eğitimi nasıl etkilediğinin görülebilmesi için öncelikli olarak ideolojilerin hangi söyleme sahip olduklarının ve bu söylemlerini nasıl kurgulayarak aktardıklarının bilinmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Milliyetçilik, Liberalizm, Muhafazakârlık, Marksizm gibi toplumu derinden etkileyen meta siyasi ideolojilerin merkezinde bazı kavramlar/sözcükler vardır ve bunlar söz konusu ideolojilerin eğitime yönelik bakış açılarını yansıtırlar.” Somut bir örnek verecek olursam Talim Terbiye’nin 28.05.2018 tarihinde onayladığı yazarlığını Alper Soyatlar ve arkadaşlarının yaptığı “Ortaöğretim 9. Sınıf Coğrafya Ders Kitabı”nın 19. sayfasında lise öğrencilerine doğal sistemler konusunda temel bilgiler aktarıldıktan sonra “kıyametin kopacağını bilseniz bile elinizdeki fidanı ekin” hadisi aktarılarak konu pekiştirilmek istenmektedir. “Dindar ve kindar nesil yetiştireceğiz” şiarıyla yola çıkmış bir iktidarın dünya görüşünün eğitim materyaline tipik yansıma biçimidir. Daha düne kadar diyeceğimiz aynı olgu ders kitaplarında M. K. Atatürk’ün veciz ifadeleriyle doluydu! İşte her ideoloji beraberinde kendi özgün kaygılarını da beraberinde getirmektedir. Hepsinin ortak yönü bireyi kendi ideolojik duvarları arasında hapsediyor olmasıdır. 

Ülkemizin eğitim sisteminin en önemli sorunları nelerdir? Bireyler, toplum ve ülkenin geleceği bakımından bu sorunların yol açtığı etkiler nelerdir?

Türkiye’de eğitim sisteminin en önemli problemleri hakkındaki bu sorularınıza dar ve geniş anlamda olmak üzere iki boyutta yanıt verebilirim. Eğitim meseleleri üzerine yapılan çalışmalar eğitim sorunlarına genellikle dar anlamda yönelmişlerdir. Örneğin “sonuçları ilk kez Milli Eğitim Dergisi’nde açıklanan bir araştırmada, en büyük sorun olarak ilk sırada sisteminin sürekli değişmesi gösterilmiş. 67 katılımcının en büyük sorun olarak ifade ettiği “sistem değişikliği” tespitini “öğretmene yeterli değerin verilmemesi” (61 kişi), “plansızlık” (46 kişi), “milli eğitim bakanının farklı mesleklerden olması” (43 kişi), “mevzuatın sık değişmesi” (32 kişi), “liyakate önem verilmemesi” (29 kişi), “nitelikli öğretmen olmaması” (29 kişi), “müfredatın sık değişmesi” (27 kişi) izlemiş. Aynı araştırmada bazı yöneticiler, eğitimde en önemli sorunun ücretli öğretmenlik olduğunu belirtirken, bir okul müdürü de “personel eksikliği, ücretli öğretmen uygulaması” demiş ve “bir yılda bir sınıfta dört öğretmen değişti” sözleriyle meseleyi özetlemiş.” İşte bütün bu ve benzeri tespitlere “pratik eğitim sorunları” diyebilirim. Fakat bir önceki sorunuzla bağlantılı olarak eğitim sorunlarına bir de geniş anlamda bakmamız gerekir.  

Geniş anlamda eğitim sorunlarımızı anlamamız için çok uzak geçmişe, belki de ilk etapta yaklaşık bin yıl öncesine daha sonra yaklaşık üç yüzyıl öncesine ve en sonunda da yetmiş yıl öncesine kadar gitmek gerekmektedir. 

Türk kültürünün de beslendiği yaklaşık bin yıl önceki “İmam Gazzali” ve “İbn-i Rüşd” ikileminin yarattığı gerilimin “rasyonalizmin reddi”yle sonuçlanmasının Osmanlı’ya devri söz konusudur. Bunun sonuçları da zaman içinde ortaya çıkmıştır. Bu tercih edilen zihniyet kendini bazen matbaanın bu coğrafyaya sokulmaması şeklinde bazen de Takiyüddin Efendi’nin İstanbul’da inşa ettiği “gözlem evi”nin bizzat padişah III. Murat’ın denizden top atışı ile rasathaneyi yıktırması şeklinde göstermiştir. 

Artık o şaşalı dönemin bittiğinin habercisi olan Karlofça Anlaşması’nı takip eden olaylar neticesinde III. Ahmed’in Yirmisekiz Mehmed Çelebi’yi Paris’e göndermesiyle meydana gelen değişme isteğini yansıtan zihni kırılma da söz konusu olmuştur. Öyle ki bu zihni kırılma II. Mahmud’a “Gavur Padişah” lakabını kazandıran değişimlerle en üst aşamaya çıkarak seviye atlamıştır. II. Mahmut ilk defa mevcut “nakli bilgiler”in (irrasyonalizm) aktarıldığı medrese eğitimini geriletip “akli bilgiler”in aktarıldığı (rasyonalizm) Batı tarzı okulların kuruluşunu sağlamıştır. Günümüzde bu sürece ilişkin zihniyet değişimi bazen modernleşme, bazen batılılaşma bazen de yozlaşma olarak; siyasi tartışmalar ışığında da “gericilik-ilericilik” olarak görülmüştür. Cumhuriyetin kurucu kadroları ise bu zihniyet değişimini daha da derinleştirerek kökten değişim yoluna gitmiştir. Uygulama biçimleri zaman içinde eleştirilse de bu zihniyet değişimine “Laiklik” damgasını vurmuştur. 3 Mart 1924’te Tevidi Tedrisat Kanunu ile laiklik anlayışı eğitime uygulanmıştır. “Eğitim Enstitüleri’nin kuruluşu da bu zihniyet değiştirme girişiminin mühendisliği olmuştur. 

1950’li yıllara gelindiğinde, yani yaklaşık yetmiş yıl önce Dünya’daki konjonktürel değişmeye paralel Türkiye’de de önemli değişmeler meydana geldi. Yaklaşık iki yüzyıldır devam eden bahsettiğim zihniyet çatışması (kimilerine göre de bu medeniyetler çatışmasıdır) laikliğin geriletilip geleneğin dayandığı nakli bilgiler anlayışının ilerletilmesine neden oldu. Doğal olarak bunun hem eğitimde hem siyasette hem de toplumda karşılığı olacaktır. Eğitimdeki somut karşılığı ise ilk önce din derslerinin zorunlu hale getirilmesi, imam hatipleşmenin yaygınlaştırılması, medrese eğitiminin “de facto” olarak yoğun ve yaygın varlığı ve 2013 yılından beri üniversite-TYT sınavlarında din ve ahlak bilgisi konularında sorulara yer verilmesidir. Bireyler bu sınavlarla kendilerini geleceğe hazırlarlar. O halde bireyler kendilerine geleceğe hazırlarken bu nakli bilgiler konusunda da bilgiyle donanımlı olmaları şartı varsayılmaktadır.

Şimdi sorunuzun özüne dönecek olursak, dar anlamda Türkiye’deki eğitim sorunları teknik meseleler olup yine teknik olarak halledilebilir. Fakat biraz önce anlattığım geniş ama bir o kadar da derinde olan Türkiye’deki eğitim sorunları teknik olmaktan ziya de politiktir. Dolayısıyla sorunun bu boyutu toplumu olduğu kadar bireyleri de hem şimdi hem de gelecekte de etkilemeye devam edecektir. Ülkenin politik hesaplaşmasındaki aktörlerin tutumu anında eğitim sistemine yansımaktadır ve yansımaya devam edecektir.    

Dile getirdiğiniz geniş anlamdaki sorunlar konusunda, bu soruna yol açan etkenler konusunda siz ne düşünüyorsunuz?

Dar anlamdaki sorunların palyatif olduğunu söylemiştim. Fakat bu onun önemsiz olduğu anlamına gelmemektedir. Şimdilik yalnızca teknik bir mesele olduğunu söylemek isterim. Bunun için şunu da söyleyebilirim ki hemen çözülecek bir sorun da değildir. Belki de geniş anlamdaki sorunlarla beraber düşünülmelidir. Fakat esas üzerinde düşünülmesi gereken daha derinde yer alan zihniyet-medeniyet dönüşümü meselesidir. 

Osmanlı’nın adına “Yenileşme Hareketleri” denilen döneminden beri Türkiye’de bir şeylerin ters gittiği ya da dünyada koşulların dolayısıyla ihtiyaçların değiştiği konusunda bir fikir birliği her zaman olmuştur. Fikir ayrılıkları bu sorunun esas köklerinin nerede yattığı ve hangi yöntem ve araçlarla bu sorunun tanılanıp çözüm üretileceğidir. Çünkü teşhis tedaviden önce gelir. Biraz önce belirttiğim gibi mesele politiktir ve politik olarak da devam edecektir. Politik hesaplaşma devam ettiği sürece de eğitim sorunlarımız da devam edecektir. Burada şunu da göz önünde bulundurmak zorundayız. Batı toplumları “Batı” olurken bir başka Batı toplumları yoktur. Fakat bugün Batı toplumlarına rağmen bir Batılı gibi olmak ne kadar mümkündür; işte o konuda yüksek kaygılarım var.  

Sözünü ettiğiniz bu sorunlar konusunda neler yapılması gerekir? Eğitimle ilgili sorunların çözümünde ve çözüm önerileri oluşturulması konusunda akademik dünyanın yeterince uğraştığını, bilinç ve duyarlılık gösterdiği söylenebilir mi?

Biraz önce Türkiye’de eğitim sorunlarını dar (pratik) ve geniş (derinlemesine) anlamda ele almıştım. Bu iki problem birbiriyle alakalı olsa da ilk elden dar-pratik anlamda bazı şeylerin yapılaması (!) eğitim sorunlarımızın çözümüne önemli katkıların yapacağına inanıyorum. İşte bu konuda Eğitim Bilimleri kapsamındaki her uzmanlık alanı kendi katkısını sunabilir. Bu kısmı işin uzmanlarına bırakıyorum. Benim esas üzerinde durduğum problem alanı geniş-derinlemesine eğitim problemi alanıdır. 

Politik problemlerimiz çözülmeden eğitim sorunlarımızın bu kısmı da çözülmeyecektir. O yüzden buraya yönelmeliyiz. Politik problemlerimizin zemin bulduğu “toplumsal fay hatları”ın analizi bizi problemlerin derinliğine götürecektir. Toplumsal fay hatları deyince de ilk sırada laiklik-siyasal İslam hattının geldiğini söyleyebilirim. Tabi bu fay hattının yanına Alevi-Sünni, Türk-Kürt, emek-sermaye, kadın-erkek, dikotomik (ikili) cinsiyet- multiply (çoklu cinsiyet) vs. gibi toplumsal fay hatlarını da ekleyebilirim. Her biri kendine özgü gerilim yaratmakta ve bu gerilimler de eğitim sorunlarımız olarak doğrudan veya dolaylı bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Mesele politik olunca eğitim sorunlarının çözümü sadece akademik dünyanın sorunu olmaktan çıkmaktadır.         

Sevgili hocam değerli bilgileriniz için size teşekkür ediyorum. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin...

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları